Gerçi “Berliner” kelimesinin başına “ein” koyması esprilere de konu oldu, çünkü cümle bu haliyle “Ben Berlin çöreğiyim” anlamına da geliyordu, ama kimse bunu kafasına takmadı. (Berliner: İçi reçel ile doldurulup, yağda kızartılan mayalı hamur.)
Çünkü Doğu Berlin ile Batı Berlin’i birbirinden ayıran duvar, bu sözden 22 ay önce inşa edilmişti ve özgür dünyanın Berlin halkının arkasında olduğunu açık ve net bir şekilde ortaya koyuyordu.
Gorbaçov, Sovyetler Birliği’nde işbaşına gelip, şeffaflık ve yeniden yapılanma (glasnost ve perestroyka) programını uygulamaya başladığında, bir Amerikan Başkanı daha Berlin’e gelecek ve Brandenburg Kapısı’nın önünde şöyle seslenecekti: “Mr. Gorbaçov, tear down this wall!” (Bay Gorbaçov, bu duvarı yerle bir edin!)
Ronald Reagan’ın bu sözleri söylediği tarih 12 Haziran 1987 idi ama duvarın yıkılışı, beklendiği gibi Gorbaçov’un bir işaretiyle değil, bir gazetecinin cesur ve ısrarlı sorusuyla oldu.
* * *
Benim yemekli iş toplantılarım tahmin ettiğiniz gibi pek sıkıcı geçmiyor.
Yaptığım iş nedeniyle genellikle eğlenceli insanlarla karşılaşıyorum ve elbette şu durum da benim suçum sayılmaz: Yayıncılık ve reklam dünyasında artık işleri yönetenlerin çoğu genç, akıllı, okumuş kadınlar.
Yönettiğim yayınevinde 350 kişi çalışıyor ve onların da yüzde 62’si yine eğitimli, çalışkan, akıllı genç kadınlar.
Bu girişi övünmek için yazmadım tabii.
Ama birazdan okuyacağınız “öykünün” nasıl olup da benim kulağıma kadar gelebildiğini merak edecek olan en azından bir kişi tanıyorum.
Az önce de söylediğim gibi benim yemekli iş toplantılarım hiç sıkıcı geçmez.
İşle ilgili konuları yemekleri ısmarlarken konuşur, bitiririm, sonra masayı paylaştığım kişilerle medeni insanlar olarak değişik konularda sohbetler ederiz.
Yabancı medyayı “önyargılı, müdahaleci ve taraflı” olmakla suçladı.
Artık görüyorum ki haklı!
Çünkü kendisi bütün takipçilerinin de onaylayacağı gibi esasen bir “dünya lideri” ama yabancı medya bunu görmezden geliyor!
Amerikan Forbes dergisi, her yıl “dünyanın en güçlü isimleri” diye bir liste yapıyor.
Ve bu listede, “dünyanın en güçlü 20 ekonomisinden” birine sahip olan Türkiye’nin “dünya lideri” Cumhurbaşkanı yok!
Birinci sırada, geçen yıl olduğu gibi yine Putin var!
Kim bilir, belki aslı liste birincisi olduğu için “çakmasını” listeye almamış da olabilirler tabii, ben bununla ilgili bir yorum yapmak istemiyorum!
Bu rakam, geçtiğimiz yılki bütçeye göre yüzde 90 daha fazla.Bu artışı eleştiren muhalefet milletvekillerine, Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Fahri Kasırga’nın verdiği yanıt şu:
“Bu seneki çok anormal bir artış değil. Bizimki son derece makul bir artış, çünkü Sayın Cumhurbaşkanı’nın bir vizyonu var!”Başbakan, daha ayağının tozuyla “Kamu kesiminde israf önlensin” talimatı vermişti, demek ki onun vizyonu pek de parlak değilmiş diye mi düşünmemiz gerekiyor?
Yoksa, memura, işçiye enflasyon farkının verilmemesine neden olacak kemer sıkma politikaları uygulanırken, Cumhurbaşkanlığı’nın bu kadar bütçe artışı almasına “müsriflik” demek mi?Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, lüks harcamaları sadece kaçak saray ve jumbo jet ile sınırlı değil.
Kendisine çalışma sarayı olarak İstanbul’da Vahdettin Köşkü’nü seçti, şimdi o köşkler yeniden yapılıyor.
Son padişah Vahdettin’in şehzade iken kullandığı köşkte Erdoğan rahat çalışabilsin diye, çevredeki binalar da kamulaştırılarak yıkıldı ve vatandaşlara bir tür “etnik temizlik” de yapıldı!
Kamulaştırmaya kim bilir ne kadar harcandı, meçhul.
Üstelik birinci derecede tarihi eser olan köşk, aslına uygun olarak restore de edilmedi, büyütülerek aslından da tamamen uzaklaştırıldı!
Kadını karakolda döven polisler için ise 1 yıl bir aya kadar hapis cezası istenmişti.
Savcının bu iddianamesiyle ilgili haberi yazan Milliyet muhabiri Kemal Göktaş için istenen hapis cezası ise 1 yıl 2 aydan, 2 yıl 4 aya kadar!
Gazeteci Göktaş için İzmir’deki savcının suç duyurusu üzerine iddianame hazırlandı.
İstanbul’da açılan davanın iddianamesine göre, Göktaş’ın suçu “savcının polislere ayrıcalık gözettiği algısını oluşturmaya yönelik” haber yazmak!
Böyle bir haber yazdığı için “kamu görevlisine alenen hakaret” suçunu işlemiş!
Bu “algı oluşturma” meselesi “yeni antidemokratik Türkiye’nin” hayatımıza soktuğu bir kavram.
AKP iktidarının işine gelmeyen bir şey yazar ya da söylerseniz, “algı oluşturma operasyonu” yapmış oluyorsunuz.
Benim ilgimi çeken bazı şeyler de söyledi ki yazmasam olmaz.
Gülerce, cemaatin devlet içinde kadrolaşması konusunda şöyle diyor:
“O insanların (cemaatin yetiştirip devlet bürokrasisine soktuğu insanları kastediyor) neyi nasıl yapacaklarını cemaatten aldıkları talimatla yerine getirmelerine hayır. Bunu demokrasi içinde savunmak mümkün değil. Benim sigortamın attığı yer de burası.”Şunu söylemeliyim ki Gülerce’nin “sigortası” çok kuvvetliymiş, atmak bilmemiş!
Bunca sene içinde olduğu, hatta en tepelerinde gezdiği bir cemaatin ne yapmaya çalıştığını anlayabilmesi için bu kadar zaman kaybetmiş olmasına doğrusunu isterseniz insan hayret ediyor!
Aradan onca zaman geçmiş ve gözünün açılmasına bu kez Zaman gazetesinde atılan bir manşet neden olmuş.
Savcılar ve polisler marifetiyle insanlara kumpaslar kurulurken, cemaatin medyası bu kumpasın değirmenine su taşırken, insanlar deyim yerindeyse “andıçlanırken” aklı neredeymiş, merak ettim!
En ilginci de “hükümetin yolsuzluklara göz yumması” ile ilgili eleştirilere yanıtıydı: “Yüzde kaç diyor bunu Ahmet Bey?”Gülerce, cemaatin marifetlerini anlatırken de insan ister istemez düşünüyor:
Olması da çok doğal, çünkü belli ki bu durumu tam olarak kavrayamıyorlar.
Kavrayamıyorlar, çünkü geleneksel olarak cumhurbaşkanlarının çalıştığı bir köşk varken, neden yenisine ihtiyaç duyulduğunu anlayamıyorlar, bu bir.
İkincisi, binanın kaçak olarak bir orman arazisine nasıl olup da yapılabildiğini hiç anlayamıyorlar.
Üçüncüsü, Erdoğan’ın bizzat çektirip medyaya servis ettiği fotoğraftaki görüntü, onlara bir demokratik ülke liderini değil, Putin’i çağrıştırıyor. International New York Times’da geçen gün buna özel bir vurgu yapılmıştı.
Dördüncüsü, akılları bu büyüklüğü almıyor!
Kaçak Saray’ın, Britanya Kraliçesi’nin oturup çalıştığı
Buckingham Sarayı’ndan, Fransa Cumhurbaşkanı’nın oturup, çalıştığı Elysee Sarayı’ndan ve ABD Başkanı’nın oturup çalıştığı Beyaz Ev’den büyük olduğuna özel bir vurgu yapılıyor.
“Keşke daha önce bir mektup yazsanız ya da bir şekilde bize bunu bildirseydiniz, gereğini yapardık.”Yani demek istiyor ki, “Bana mektup yazsaydınız, haber verseydiniz bu rezilliğe en başından engel olurdum”!Cumhurbaşkanı “bir” derse, biliyorsunuz Başbakan Ahmet Davutoğlu da “iki” demek geleneğini geliştirdi.
Sürekli el yükseltiyor ve sanırım bu yönü Cumhurbaşkanı’nın sinirine de dokunuyor olmalı.
O da şöyle demiş, kaynağımız yine Selvi:
“Ben de bu toprakların insanıyım, Ulaştırma Bakanı Lütfü Elvan sizin evladınız. Onu bilgilendirseydiniz, biz takibini yapardık.”Hürriyet muhabiri Hacer Boyacıoğlu’nun dün bir haberi yayınlandı. Ermenek’teki madenin sahibi ailenin diğer ocaklarıyla ilgili olarak işçiler, Çalışma Bakanlığı’na 124 ayrı şikâyette bulunmuş, ama bakanlığın kılı kıpırdamamış.
Uyduruk bir–iki ceza yazmışlar, geçmişler.
Cumhurbaşkanı ve Başbakan, “Bize mektup yazsaydınız” diyor ya, işte bakın mektup değil resmi şikâyetlere yapılan işlemler bundan ibaret!
En büyük ‘resmî’ palavra!
ÇALIŞMA