Paylaş
Kadını karakolda döven polisler için ise 1 yıl bir aya kadar hapis cezası istenmişti.
Savcının bu iddianamesiyle ilgili haberi yazan Milliyet muhabiri Kemal Göktaş için istenen hapis cezası ise 1 yıl 2 aydan, 2 yıl 4 aya kadar!
Gazeteci Göktaş için İzmir’deki savcının suç duyurusu üzerine iddianame hazırlandı.
İstanbul’da açılan davanın iddianamesine göre, Göktaş’ın suçu “savcının polislere ayrıcalık gözettiği algısını oluşturmaya yönelik” haber yazmak!
Böyle bir haber yazdığı için “kamu görevlisine alenen hakaret” suçunu işlemiş!
Bu “algı oluşturma” meselesi “yeni antidemokratik Türkiye’nin” hayatımıza soktuğu bir kavram.
AKP iktidarının işine gelmeyen bir şey yazar ya da söylerseniz, “algı oluşturma operasyonu” yapmış oluyorsunuz.
Gazeteci Göktaş aleyhine açılan bu davayla birlikte, kavram yeni bir boyut kazanıyor, artık kamu görevlilerini de eleştirmek “algı operasyonu” sayılıyor!
Bizim memlekette polis amirlerinin, savcıların ve yargıçların, işkenceci polislere “pozitif ayrımcılık” yaptıkları bir sır değil oysa!
Bu, devletimizin eski bir geleneği ve halen de sürüyor.
Onun için işkence ve kötü muamele suçları önlenemiyor.
İzmir’deki olayda, polis tarafından karakola götürülmüş ve orada “yer misin, yemez misin” diyerek insafsızca dövülmüş bir kadın var.
Savcı, karakolda dayak yemeye itiraz eden kadın için sekiz yıl hapis cezası istedi.
Kadını döven polislerin de “yaralama suçu” işlediğine kanaat getirdi!
Olayın geçtiği yer bir karakol! Kahvehane değil, sokak ortası değil.
Polisin kadını o karakola götürdüğü andan itibaren kadının haklarının korunması da o polisin görevi.
Eğer karakolda vatandaşı itip kakıyorsa, yaralayacak şekilde dövüyorsa buna “yaralama” suçu denmez, “işkence” suçudur, en hafifinden “kötü muamele” demektir!
Bu gerçek ortada dururken, polislere, dayak yiyen kadından daha az ceza isteyen bir iddianame yazmak da kusura bakmasınlar ama polisin savcılık tarafından korunduğunu düşündürtür.
Algının gerçekliğini ortaya koyar!
Öte yandan bir demokraside, kamu görevlileri gerektiğinde en ağır şekilde eleştirilmeye hazır olmalıdırlar. Kaldı ki Göktaş’ın yazdığı bir haberdir, yorum değil!
Bununla ilgili AİHM kararlarını hatırlatmama gerek yok.
Göktaş için açılan bu davaya bakıyorum da aklıma şu geliyor: Acaba, savcılık Türkiye’de basın özgürlüğünün bulunmadığına ilişkin bir algı yaratmak mı istiyor?
Erdoğan’ın alternatif maliyeti
MALİYE Bakanı Mehmet Şimşek, Recep Tayyip Erdoğan için Atatürk Orman Çiftliği arazisine kaçak olarak yaptırılan sarayın maliyetini açıkladı: 1 milyar 370 milyon lira!
İnşaatın başladığı günden bittiği güne kadar dolar kurunu ortalama iki lira olarak kabul edecek olursak yaklaşık maliyeti 685 milyon Amerikan Doları ediyor!
Paranın daha büyük kısmının doların 2 lirayı geçtiği dönemde harcandığını varsaysak bile harcanan para 650 milyon doların altında değil.
Sağda solda binanın maliyetinin 350 milyon dolar civarında olduğu tahminleri yapılıyordu, demek ki hayal gücü en geniş tahminci bile yanına yaklaşamamış!
“Hayallerimize yetişemezsiniz” dedikleri sanırım buydu!
Erdoğan için alınan uçağın maliyeti de 185 milyon Amerikan Doları imiş.
Yaklaşık bir milyar dolar para, Erdoğan’ın “lüks tüketimine” harcanmış bulunuyor!
Bir düşünün bakalım, bu parayla neler yapılırdı?
Çocukları, derslikler yetersiz oldukları için ikili eğitime gönderen bir ülkede, bu kadar parayla kaç derslik inşa edilebilirdi?
Önemli altyapı projelerinden kaçı tamamlanırdı?
Kaç madende güvenlik önlemleri medeni ülkelerin düzeyine çıkarılabilirdi?
O mahkeme zaten yargılama yapmamıştı
ESKI Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök ile eski Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman, yeniden görülmeye başlanan Balyoz davasında ifade verdiler.
Ortaya çıkıyor ki her iki komutan da böyle bir darbe planının varlığından haberdar değillermiş.
Balyoz planını, bizler gibi gazete haberlerinden duymuşlar.
Dün baktım, bazı köşelerde bu iki eski komutan, Balyoz davası görülürken neden bunu açıklamadılar diye eleştiriliyorlar.
Evet, kuşkusuz ki mahkeme kendilerini dinleme gereğini duymamış olsa bile bir basın toplantısı düzenleyerek, böyle bir planın varlığından haberdar olmadıklarını açıklayabilirlerdi.
Ama sonuç değişmezdi diye düşünüyorum!
Sonuç değişmezdi çünkü, o askeri kadroyu mahkûm etmeye kararlı bir mahkeme heyeti vardı.
Delillerin geçerliliğini tartışmadılar bile.
Jet uçağıyla Fenerbahçe Stadı’nın denetlenebileceğine, kruvazör ile denizlerde gezerek harita çıkarılabileceğine inanmamızı istiyorlardı.
Savcının, kamu kurumlarından gelen ve önemli delillerden birini tartışmalı hale getiren yazıları, adli emanete kaldırdığını ve bu evrakın tesadüfen bir avukat tarafından bulunduğunu hatırlayalım.
Balyoz davasında adam gibi bir yargılama yapılmadığı için eğer bir darbeye heves edip, plan hazırlamaya kalkışanlar olduysa bile onlar da cezasız kalacak.
Tıpkı Ergenekon davasında da olacağı gibi.
Paylaş