Mehmet İren

Robot da olsa bir nikâh ister

17 Ocak 2021
Yıllardır önümüze bazı gelecek tahminleri konur. Bazıları karamsar, bazıları iyimser olur… Karamsarlar, sizden hoşnut değilim, annemi korkutuyorsunuz. İyimserler, siz iyisiniz ama anlamadığım bazı takıntılarınız var. Mesela robotlarla bizi evlendirmekte niye ısrarcısınız? Mahallede laf mı çıkar diye çekiniyorsunuz?


Annem televizyonda bir kısım fütüristi dinlemiş. Şansına da biraz karamsar fütüristler düşmüş. Zaten dünyanın bütün sorunlarının nedeni 65 yaş üstü vatandaşlarımızmış, onları hiçbir şekilde ortalığa salmazsak her şey güllük gülistanlık olacakmış gibi tavırların takınıldığı günümüz şartlarından iyice bunalmış durumda. Bir de üzerine televizyonda “Gelecek de pek fena olacak” diyen adamlar gelince iyice canı sıkılmış. Daha lafını tam bitirmeden anında itibarsızlaştırdık fütüristleri. “Ya bırak onları, ne dediler de çıktı bu zamana kadar Allahını seversen” diye gömdük de gömdük. Hatta hızımızı alamayıp “Fütürist dediğin astrolog gibi bir şey zaten” falan gibi giderek sertleşen söylemlere bile girdik.

Biraz yüklenmiş olabiliriz ama tamamen haksız da değiliz. Bize zamanında eli kulağında denilen uçan kaykay, uçan araba, bunların hiçbiri gelmedi. Haydi diyelim bunlar biraz da sinemacıların serbest uçuşlarıydı. Onlar zaten bu konuda bahtsızlıklarıyla sabıkalı. İnterneti bile öngöremeyip video sinyalleriyle beynimizin ele geçirileceği gelecekleri falan hayal ettiler.

Ama mesela 1933’te çok da uzak olmayan bir gelecekte insanların tepegöz misali tek gözlü olacağını tahmin eden Thomas Hall Shastid’i ne yapacağız? Öngörüsüne göre insanlar okuma, yazma, saat tamiri, değerli taşların kesimi gibi faaliyetlerde hep ortada bir odak noktasına baktığı için evrilecek ve tek göz sistemine geçecekti. Ya da bir zaman yolculuğu yapıp 1955’e uzansak Alex Lewyt’in 10 yıl içinde nükleer elektrik süpürgelerinin hayatımıza gireceği yönündeki tahminlerini dinleyebilirdik.

Daha iyisi var. 1995’te gökbilimci Clifford Stoll, Newsweek’te yayımlanan makalesinde tahmin hakkını internetin bir yıl içinde yok olup gideceği yönünde kullanmıştı.

Ay’da koloni kurduk mu?

Yetmedi derseniz 1964’te yapılan tahminlerden bir parça vereyim: “2024’e geldiğimizde Ay’da koloniler ve okyanus altında şehirler kurmuş olacağız.” Yapabildik mi? Hayır. Onun yerine ne yapabiliyoruz mesela? HES kodunu İstanbul Kart’a bağlayabiliyoruz.

Demem o ki böyle bol keseden konuşuyorsunuz, sonra hiçbiri tutmuyor; hem insanları geriyor, kafalarını karıştırıyorsunuz hem de yıllar sonra işte böyle afacanın biri çıkıp size sallıyor da sallıyor. Değer mi yani? Bakın çok açık konuşuyorum, annemi korkutmanıza izin vermeyeceğim fütüristler.

Yazının Devamını Oku

2020’nin bana yapıştırdığı özelliklerin hepsi aynen duruyor

10 Ocak 2021
Normalde de yeni bir yılın ilk haftası eski yıldan tam çıkamamışlık duygusuyla geçiyordu. Ama bu yıl farklı. 2020’den çıkamamış gibi hissetmiyorum, kesin olarak çıkamadım!


İnsanlar bugünü her zaman için geçmişten daha negatif değerlendirmeye meyilli olurmuş. Ben demiyorum, mobilyacı dükkânını açamadığı için sıkıldıkça WhatsApp’tan bana saran Ercan söylüyor.

“Bir şeyler dönüyor”

Kendisi oldukça ciddiye alarak yaklaştığı pandemiden zaman içinde giderek uzaklaştı. “Bütün bunlar Bill Gates’in oyunu” noktasına gelmedi ama “Ben onu bilmem, bence bir şeyler dönüyor” bölümüne geldi. Son zamanlarda en sevdiği ünlü, Zonguldak’ta dükkânının kapısına “Maske takmadan girin” yazdığı için 24 kez ceza yiyen esnaf. Bizimki bunu son 300 yılın en cesur sivil itaatsizlik eylemi olarak görüyor.

Ama bana söylediği, bugünü daha negatif değerlendirme meselesinin bununla bir ilgisi yok. Bunu Facebook’ta okumuş. Okuduğuyla yetinmemiş, düşünüp üzerine kendi de koymuş. “Misal” dedi: “Çocukken gittiğin maçlardan hatırladığın anları say desem, hep seninkilerin kazandığı maçlardan hatırlarsın. İnsan beyni kötü anıları daha az kaydediyor.”

Söylediğinde doğruluk payı var. Bir önceki hafta “Kadınlardan daha çok arkeolog çıkar çünkü geçmişi eşelemeyi severler” yazan aforizmayı bulup getirmişti. Cevap vermememe bozuldu. Yanımda olsa gözlerimi devirmeme de ayrı bozulurdu.

Sosyalleşme çabasına destek olayım diyerek “İyi dedin de buraya nereden geldin” diye sordum. “Bu 2020 en kötü yıldı diyordum, sonra bunu okudum, aklıma yattı, sana yazayım dedim” diye cevap verdi. “2021 bana iyi geldi valla ya şimdi düşününce” diye de ekledi.

Onun adına sevindim, her aklından geçeni benle WhatsApp’tan paylaşma ya da beni not defteri olarak kullanmasına o kadar sevinmedim. Kendisini emojilerle uğurladıktan sonra da düşündüm. Hiç 2021’e girmiş gibi olmadığını fark ettim.

Yazının Devamını Oku

Bu yıldan beklentim geçen yılın bitmesi

3 Ocak 2021
Yeni yıl beklentilerimi düşündüm ve başlıktaki sonuca vardım. Diğer yandan yılbaşına yeni yıl kararları almadan girmek istemiyorum. Üstelik bazı kararlarda krizi fırsata çevirme imkânım bile varken...


Âdettendir, her yılbaşı şöyle bir oturup yeni yıldan beklentilerimiz ele alınır. Ben de bir süredir şapkamı önüme koydum, 2021’den beklentilerimi düşünüyorum. Ama pek bir yere varamıyorum ki 2020’nin beklenti namına neyimiz varsa alıp kafamıza attığı göz önüne alındığında aslında oldukça normal bir durum. Her düşündüğümde gelecek yıla heyecanlanmak yerine biten yıla bir kere daha sinirlenip kalkıyorum oturumdan. Efendi olmasını bekliyorum 2021’den, efendi. Biraz düzgün olsun, insanların asabını bozup durmasın yeter, başka ihsan istemez.

Bu yıl kendimle ilgili aldığım kararlar cephesindeyse bazı ilerlemelerim var. Birkaç karar alabildim. Şöyle sıralayayım...

Bir kere bu yılı önden planlamak pek akıllı işi değil. O yüzden yıl boyunca “Ne olur ne olmaz” diyerek kısa vadeli hedefler koyacağım. En uzun hedefim 10 günü geçmeyecek. Örneğin “Salı günü kendime kazak alacağım”, “Perşembe günü noterdeyim, kimse buna engel olamaz” gibi. Bunları gerçekleştirebilmek bence zaten ciddi başarı. Mevcut durumda “Hafta içi işe git, sokağa çıkma yasağına toslamadan eve dön, hafta sonu zaten hepsi kapalı, ee ne oldu bizim noter” gibi bir tablo rahatlıkla oluşabiliyor.

Spor yapmak ya da yapmamak...

Krizi fırsata çevireceğim. Mesela bu yılı her yıl aldığım ama uygulayamadığım bazı kararları uygulamak için kullanabilirim gibi duruyor pekâlâ. Her seferinde bu sene bir maratona kayıt olacağım derdim. Bence bu sene direkt o sene. Zaten bu iş sürerse iptal olur ya da sokağa çıkma yasağına toslar. Büyük ihtimalle koşmam gerekmeyecek. Böylece yılların yeni yıl kararı bu yıl aradan çıkmış olur.

Yine bu yıl spor namına ne varsa hiçbirini yapmadığıma göre, 2021’de daha çok spor yapacağım maddesini de aynı rahatlıkla listeme ekleyebilirim. İki ayda bir yarım saat basket oynasam “Geçen yıldan daha fazla spor yaptım” diyebileceğim sayıya ulaşmış olurum.

Yıllardır yılbaşı listelerime giren ‘Bütçeni düzene koy’ maddesi için de kararlılıkla atabileceğim adımlardan oluşan fırsatlar var. Özellikle pandemi döneminde olur olmaz abone olduğum platformlardan sitelere ciddi bir temizliğe girebilirim. Sonuçta dünyada üretilen bütün içeriklere erişimim olmasına gerek olmadığını bu yıl deneyerek öğrendim. Hatta bu kısma ‘Abuk sabuk çevrimiçi atölyelere iş olsun diye kayıt olma’ notunu da düşeyim kendime, hazır aklıma gelmişken.

Yazının Devamını Oku

2020’den öğrendiğim 5 şey

27 Aralık 2020
İstesek de unutamayacağımız sevgili 2020’ye iyi tarafından bakmaya çalışıyorum. Bu deneyim dolu yılın bana öğrettiği şeylere odaklanmayı deneyebilirim mesela. Önümüzdeki yıldan genel beklentimse bu kadar eğitici öğretici olmaması...

- Her zaman en saçma ihtimalleri düşünerek yola çıkmak gerektiğini öğrendim. Mesela sokakta başından geçen günlük vakalar üzerinden birtakım şakalar yapmaya çalışacaksan, “Ya bir aksilik olur da sokağa çıkamazsam” diye de düşüneceksin. Bir B planın olacak. ‘Bizim salonun halleri’ falan gibi mesela. Senenin uzun bir kısmında hava dediğini ya camdan ya da fonda bir gerilim müziğiyle aldık. Neyse ki sokağın tamamı bir acayip ruh halindeydi de az da çıksak her seferinde başımıza tuhaf bir şey geldi.

Yılın bir noktasında iş değiştirme durumum oldu. İşe giriş evraklarını vermek için ofise gittim. Ertesi gün karantina geldi. Yeni başladığım yere bir daha adım atamadığım gibi beraber çalıştığım insanlarla da ekran üzerinden tanıştım. İlk defa yüz yüze gelmemiz için 2.5 ay beklemek gerekti. Birbirimizin bacakları olduğunu görünce şaşırdık. Uzun bir süre birbirimizi sadece üst vücut kadrajında görmüştük. Buradan şu dersi çıkardım: İnsanları iki boyutlu değerlendirmemek, alan derinliğiyle görmek lazım.

- Sadece ev ve market arasında hareket ettiğim dönemde tıraş olmama gerek kalmadı hissine kapıldım. Bunu alışverişe üç gün arka arkaya aynı svetşört ile gitmeyle taçlandırdım. Kapüşonu da kafama geçirince markette üniversite öğrencisi zannedilir ve “Ne istedin canım” şeklinde hitap edilir oldum. Hırpanilik açısından yeterince kendimi salarsam genç gösterdiğim sonucuna vardım. Buradan “Yaş sadece bir sayıdır, insan hissettiği ve kapüşon taktığı yaştadır” gibi bir farkındalık edindim. Sürdürülebilir bir genç kalma yöntemi değil gerçi. O yüzden farkındalığı da beni bir süre heyecanlandırdıktan sonra söndü.

Aşırı tüketimin gerçekten o şeyden bir süre sonra bir daha yüzünü görmek istememecesine bıkmana sebep olduğunu öğrendim. Mesela ben dizi formatından neredeyse komple baydım. Bir dizi daha görmeye, izlemeye takatım kalmadı gibi oldu. Hikâyesini üç, bilemedin altı bölümde anlatıp bitiremeyene tahammülüm yok noktasına geldim. Sonra bu bölüm sayıları da fazla geldi, hikâyeler maksimum 3 saat içerisinde anlatılıp bitirilecek, yoksa ben yokum diye tutturdum. Birkaç hafta dizi işine komple es verdim, dizi formatı detoksuna girdim de tekrar makul ölçekte dizi izleyebilir oldum.

Teneffüs yok mu teneffüs?

- Hem her iş ofise gitmeden oluyormuş hem de hiçbir iş ofise gitmeden olmuyormuş. Bu da bu yılın bana gösterdiği insan kaynakları vecizesi oldu. Bir kere evde olunca daha çok çalışıyorsun. Şunu da halledelim, hazır evdeyken aradan çıkaralımlar bitmiyor, evin kendi işleri üstüne biniyor, biriyle iş için kavga edeceksin, çevrimiçi olarak aynı tadı vermiyor. Yüz yüze gelemeyince de soğuyorsun, tonla dert. Ayrıca aile içi ilişkiler asker ocağı ilişkileriyle tuhaf paralellikler göstermeye başlıyor. Ordugâhın kantini sayılabilecek hane mutfağındaki son topkek için kavga etmekten tut, birbirine mıntıka temizliği kitlemeye kadar uzanan durumlar oluşuyor. Ofissizlik ev içi iletişime “Devrem”, “Toprağım” gibi hitap kelimelerinin eklemesini an meselesi yapıyor.

Sağ olsun bu yılın tüm sunduklarından bazı dersler çıkardık. Önümüzdeki yıldan genel beklentimse bu kadar eğitici, öğretici bir yıl olmaması. Teneffüs gibi bir şey ayarlanabilirse hatta, o daha bile güzel olur.

Yazının Devamını Oku

Bu sabahların az ışığı olmalı

20 Aralık 2020
“Gecenin en karanlık anı sabaha en yakın andır” denir ya, hah işte o lafı unutun. Bırak şafağı, teorik olarak şafak söktükten sonra sabah oluyor, yollara düşüyoruz ve hâlâ gecenin en karanlık anının içinde oluyoruz... Böyle sabah olmaz!


Ben aslında karanlıkta kalkmanın çok da yabancısı değilim. Ya da eskiden değildim. Ortaokul, lise yıllarım boyunca evle okulu Boğaz Köprüsü ayırırdı. O dönem sabah köprü geçmenin de kuralları vardı. 7’den önce köprüye girersen geçersin, beş dakika bile olsa sonra girersen o geçiş 1.5 saati bulur.

Okul servisi de ilk beni alırdı. Sabah 5.45’te kapının önünde olurdum. En azından fiziksel olarak. Beyin fonksiyonlarım ben servise bindikten bir 10-15 dakika sonra evden çıkıyordu. Son günlerde sabahları camdan bakarken hep o günleri hatırlıyor, adeta çocukluğuma dönüyorum.

“Gecenin en karanlık anı sabaha en yakın andır” denir ya. Bu söz aklımda dönüp duruyor. Zamanla doğruluklarını kaybeden karizmatik laflar listesi yaparsam en tepeye kendisini yazacağım. Çünkü bırak şafak sökmeden önceki anı, teorik olarak şafak söktükten sonra bile karanlık tam performans devam ediyor.

Sabahları yatakta gözümü açıyorum, “Ha daha sabah olmamış, erken gözümü açmışım” diyorum ve her seferinde yanılıyorum. Sabah ne kelime, saat 8’i geçmiş. Bir havanın, bir de benim bundan haberimiz yok.

Köpeğim de kalkmıyor

Kalkıp köpeğe hadi dışarı çıkalım yapıyorum. Hayvan bana “Gece gece niye sokağa çıkıyoruz” diye bakıp yatmaya devam ediyor. Kaç kere çemkirdim kendisine “Benim seni değil senin beni kaldırman lazım sabahları” diye, o da kendince “Sabahı kim kaybetmiş de biz bulalım, yat geri yat” cevabını verdi. Mümkün olsa “Abi ben sabahları tuvalete gitmekten vazgeçtim, akşam gideriz boş ver bu kör karanlıkta ne işimiz var sokakta” diyecek.

Devlet sokağa çıkma yasağını değiştirse, sokağa mecburi çıkılacak, evde oturana ceza var yasası çıkarsa yine de çıkmak istemeyeceğin şartları oluşmuş durumda.

Yazının Devamını Oku

Bu caddeyi bir yerlerden hatırlayacağım sanki

13 Aralık 2020
İstiklal Caddesi’nin 7 bin kişilik kontenjanında kendime yer buldum. Her gördüğümde beni kendinden uzaklaştıran cadde pandemi koşullarında iyice tuhaf bir yere dönüşmüş. Distopik kelimesini kullanmak istemezdim ama bu kadar güzel oturduğu başka yer yok.


Korona morona bir yana, İstiklal Caddesi’nin girişi epey bir süredir takındığı hale tavra son derece uygun olmuş gibi göründü bana. Son yıllarında bana iyiden iyiye AVM hissi veren bir yere dönüşmüştü. “Şu yerlere de aslında mermer ya da ıslak zemin bir şey yapsalar, temizlemesi kolayı olur bir paspas atar geçersin” diye sık sık aklımdan geçiriyordum. Bu sebepten girişte yapılan uygulamayı hiç yadırgamadım. Caddeye girişler sağ kapıdan, çıkışlar diğer kapıdan olmuş. Dedektör eksik, o da eklenirse post-pandemi sürecinde bile kullanmaya devam edilebilir.

Kapıya gelmeden önce büfelerde yeni bir uygulama var ama. Gelgelcilik müessesesi... Her büfenin önünde elinde menüyle durup gelene geçene menüyü okutmaya ve kolundan tutup ıslak hamburger satmaya çalışan gelgelciler var. Büfeler nispeten şanslı. Gerçi boykot çağrılarının bile yıkamadığı ismi lazım değil bir kısım büfeyi pandemi de yıkamaz! Lakin cadde boyundaki dükkânlar seçenek sahibi değil. Yürürken en çok gördüğünüz kelime ‘kiralık’ oluyor.

Ya arka sokaklarda mahsur kalırsam

En çok gördüğünüz de polis ve zabıta. Arabayla gelen polis ve zabıta, yürüyerek gelen polis ve zabıta, caddeye giriş yapılmasın diye kapatılmış sokakların başında sigara içen polis ve zabıta diye gidiyor.

Başında ‘Turkey’ yazılı fesiyle kontenjanla içeri alınmış turistlere dondurma satmayı bekleyen ama eski neşesini haklı olarak kaybetmiş bir adet Maraş dondurmacısı var. Onun dışında gel-al ile işi biraz olsun sürdürme umudu taşıyan birkaç restoran açık. Operasyonunu o şekle döndüremeyecek ya da döndürse de çok bir anlamı olmayacak mekânlar direkt kapalı.

Önünde sıra olan yerler bir tek bankalar. Onun da sebebi malum, sayıyla içeri müşteri alınması... İlerlemeye devam ediyorum. Bir yandan yerdeki ‘Buradan yürüyün’ oklarına bakarken şu caddeye lisede ilk kez Çiçek Pasajı için geldiğimiz zamana bak, içinden geçtiğim ortama bak demeden edemiyorum. O arada üstümden bir de drone geçiyor. Şu pandemi boyunca bir kez daha distopya kelimesini kullanmayacağım diye kendime söz verdiydim aslında ama insana zorla kullandırtıyorlar. Bomboş, ultra güvenlikli, yan girişleri kapalı İstiklal Caddesi’nde yürürken üstümden drone geçti dediğinde yolun sonunun o kelimeye çıkmaması imkânsız oluyor zaten.

Sonra arka sokaklardan birindeki işimi halledip dönerken ‘Ya beni şimdi caddeye geri almazlarsa’ diye endişeleniyorum. Derde bak, arka sakaklarda mahsur kalırsam diye kaygılandırıyor insanı. Geçerken Çiçek Pasajı’na yan yan bakıp “Bence sen de kendine bir yer bak, yasağıydı şusuydu busuydu derken bu işlerin bir kısmı alışkanlık yapar, seni burada çok tutmazlar. Karşıya taşınmayı bir düşün” diyorum.

Yazının Devamını Oku

Bu maskeli adam ve onun başka yüzleri

6 Aralık 2020
Efsanevi film serisi ‘Star Wars’da Darth Vader maskesini taşıyan David Prowse hayatını kaybetti. İki lafımızdan birinin maske olduğu şu günlerde gelmiş geçmiş en ünlü maske ve onun altındaki adamla ilgili biraz konuşalım.


Maskeler oksijen alımını etkiliyor mu, sokakta maske takmayana laf etmek faşizm mi, yoksa maskeyi takmayınca başka insanların sağlığını riske atarak faşist değilse bile bencil mi oluyoruz? Bu maske meselesinin hem sosyal medya gündemini hem sınırlı sayıdaki sosyalleşmelerimizin gündemini aralıksız domine etmesi bir türlü bitmiyor.

Tam da bu maske işleriyle kafayı iyiden iyiye bozmaya başlamışken dünyanın gelmiş geçmiş en ünlü maskelilerinden birinin, Darth Vader maskesinin altındaki adam David Prowse’un ölüm haberi geldi. Maskeli bir profil olarak ünlü olmak şimdilerde o kadar da acayip karşılanmayabilir. Türkiyemizde Şokopop’tan Immanuel Tolstoyevski’nin maymun maskesine, BantMag’ın maskelisine kadar türlü türlü maskeli ünlümüz var.

Demek ki ‘maske bazı şeylere engelse bile şöhrete engel değil’ diyebiliriz. Ama en ünlü maskenin ardındaki adamdan bahsederken bunu dememiz çok da doğru olmuyor galiba. Zira arada büyük haber ajanslarının Prowse’un ölüm haberini paylaşırken yanlış resim kullandıklarını gördük. En çok da Grand Moff Tarkin’i oynayan Peter Cushing kullanıldı fotoğraflarda... Rahmetli yaşarken de sık sık Darth Vader’ın sesi olan James Earl Jones’la karıştırılırdı.

Aslında Vader’ın seslendirmesini de kendisi yaptı ama sesinin kullanılmadığını ancak filmin galasında öğrenebilmişti. ‘Return of The Jedi’daki ünlü maske çıkarma sahnesinde de oynadı. Ancak kullanılanın kendi yüzü olmadığını yine filmin galasında öğrendi. ‘Star Wars’un her galasına “Acaba George bu sefer bana nasıl bir kazık attı” diye düşünerek gitmek de tuhaf olsa gerek.

Büyüklük gösterdi

Lucas’la derdi bu kadarla da bitmedi. ‘Star Wars’un hayranları tarafından düzenlenen her türlü etkinlikte başköşeye oturtuldu. Ama Lucas’ın düzenlediği resmi ‘Star Wars’ etkinliklerine girişi yasaklandı. Lucas kendisini ‘sinir bozucu’ buluyordu. Adamın sesini al kullanma, görüntüsünü al kullanma, haber de vermeden galada göster, sonra “Bu adam benim sinirimi bozuyor” de. Tam da ‘Star Wars’u çok sevenlerin bile sabrını ince ince zorlayan Lucas’a yakışan hareketler.

Prowse’la ilgili en iyi bilinen şeylerden biriyse ‘Star Wars’u, o evreni ve serinin hayranlarını çok sevdiği, kendisiyle resim çektirmek isteyen kimseyi geri çevirmediği, davet edildiği her etkinliğe güle oynaya gittiği yönünde. Nitekim “George’a kırgın değilim. Oturduğum evi ‘Star Wars’ sayesinde aldım. Bu sayede ailemi geçindirdim ve sağlık masraflarımı karşıladım” beyanını vermişti. George’a kırgın olmamak da tamamen kendi büyüklüğü açıkçası. Biz George’a bu konu da dahil pek çok konuda kırgınız.

Yazının Devamını Oku

Ayıdan post, evden ofis olmayabiliyor

29 Kasım 2020
Evden çalışmak iyi güzel de bir elektrik gitse gözüne far tutulmuş tavşan gibi kalıyorsun. Gidip çalışılabilecek kafeler de kapalı. Normalde bir önemi olmayacak şeyleri büyük krizlere çeviren bu yıldan her geçen gün biraz daha hoşlanmıyorum.


Sabahın körü köpekçiliği için evden çıktım, köşede Ayedaş arabasını gördüm ve dedim ki: “Ben bittim.” Zira belli ki bir aksiyon alınacak o aksiyon da benim elektriklerimin kesilmesi anlamına gelecek. Seslenerek sorgu suale başladım. Seslenmek deyince bu ifade bana biraz abartılı geldi diyebilirsiniz. Demeyin. Zaten çok sosyal bir kişi olmadığım için devletin koyduğu iki metreye bir-iki metre de ben gönlümden ekliyorum. İki metre de “Canım” diye uzanana “Alırım o canını” diye havlamaya girişen sevimli psikopat köpeğim koyuyor. Etti mi sana aslanlar gibi altı metre. Telefonla konuşsak konuşuruz.

Neticede haklıymışım. 17.00’ye kadar elektriklerim kesilecekmiş. E güzel de benim tonla işim var yetiştirmem gereken. Birini bitirip öbürüne koşacağım. İnternet olmadan nasıl olacak?

Kapanan kafelere bir kez daha hayıflanarak, arkalarından karalar bağlayarak düşünmeye başladım. Böylece geçen yıl olsa hiç dert olmayacak şeylerin ne kadar büyük meselelere dönüştüğünü de bir kez daha idrak ettim.

Evde kalmasına kalayım da kalamıyorsam nerede kalacak, daha önemlisi nerede çalışacağım? Parka gidip telefondan hotspot açsam şarjım bitmeden ve hipotermiye girmeden önce kaç iş halledebilirim ki!

Olabilecek en makul çözüm bir komşuya sığınmaktı. Öyle yaptım, kafası kopmuş tavuk gibi mahallede kendisi ve interneti müsait durumda olan komşu aradım. Hayır, gerilimin tekrardan yükseldiği, “Gripten çok da farklı değil” rahatlamasının çok da anlamlı olmadığı sonucuna varılan bu dönemde insanları arayıp “Size gelebilir miyim” demek de netameli. Ne bilecek adam sokaktan iş mi getiriyorum, virüs mü?

Neticede beni ve işlerimi akşamüzerine kadar evine kabul eden, elektriği kesilmemiş bir arkadaş buldum da günü biraz kurtarabildim.

‘Çalışamadım, elektrik kesik’ mi deseydim...

Yazının Devamını Oku