Paylaş
Korona morona bir yana, İstiklal Caddesi’nin girişi epey bir süredir takındığı hale tavra son derece uygun olmuş gibi göründü bana. Son yıllarında bana iyiden iyiye AVM hissi veren bir yere dönüşmüştü. “Şu yerlere de aslında mermer ya da ıslak zemin bir şey yapsalar, temizlemesi kolayı olur bir paspas atar geçersin” diye sık sık aklımdan geçiriyordum. Bu sebepten girişte yapılan uygulamayı hiç yadırgamadım. Caddeye girişler sağ kapıdan, çıkışlar diğer kapıdan olmuş. Dedektör eksik, o da eklenirse post-pandemi sürecinde bile kullanmaya devam edilebilir.
Kapıya gelmeden önce büfelerde yeni bir uygulama var ama. Gelgelcilik müessesesi... Her büfenin önünde elinde menüyle durup gelene geçene menüyü okutmaya ve kolundan tutup ıslak hamburger satmaya çalışan gelgelciler var. Büfeler nispeten şanslı. Gerçi boykot çağrılarının bile yıkamadığı ismi lazım değil bir kısım büfeyi pandemi de yıkamaz! Lakin cadde boyundaki dükkânlar seçenek sahibi değil. Yürürken en çok gördüğünüz kelime ‘kiralık’ oluyor.
Ya arka sokaklarda mahsur kalırsam
En çok gördüğünüz de polis ve zabıta. Arabayla gelen polis ve zabıta, yürüyerek gelen polis ve zabıta, caddeye giriş yapılmasın diye kapatılmış sokakların başında sigara içen polis ve zabıta diye gidiyor.
Başında ‘Turkey’ yazılı fesiyle kontenjanla içeri alınmış turistlere dondurma satmayı bekleyen ama eski neşesini haklı olarak kaybetmiş bir adet Maraş dondurmacısı var. Onun dışında gel-al ile işi biraz olsun sürdürme umudu taşıyan birkaç restoran açık. Operasyonunu o şekle döndüremeyecek ya da döndürse de çok bir anlamı olmayacak mekânlar direkt kapalı.
Önünde sıra olan yerler bir tek bankalar. Onun da sebebi malum, sayıyla içeri müşteri alınması... İlerlemeye devam ediyorum. Bir yandan yerdeki ‘Buradan yürüyün’ oklarına bakarken şu caddeye lisede ilk kez Çiçek Pasajı için geldiğimiz zamana bak, içinden geçtiğim ortama bak demeden edemiyorum. O arada üstümden bir de drone geçiyor. Şu pandemi boyunca bir kez daha distopya kelimesini kullanmayacağım diye kendime söz verdiydim aslında ama insana zorla kullandırtıyorlar. Bomboş, ultra güvenlikli, yan girişleri kapalı İstiklal Caddesi’nde yürürken üstümden drone geçti dediğinde yolun sonunun o kelimeye çıkmaması imkânsız oluyor zaten.
Sonra arka sokaklardan birindeki işimi halledip dönerken ‘Ya beni şimdi caddeye geri almazlarsa’ diye endişeleniyorum. Derde bak, arka sakaklarda mahsur kalırsam diye kaygılandırıyor insanı. Geçerken Çiçek Pasajı’na yan yan bakıp “Bence sen de kendine bir yer bak, yasağıydı şusuydu busuydu derken bu işlerin bir kısmı alışkanlık yapar, seni burada çok tutmazlar. Karşıya taşınmayı bir düşün” diyorum.
Sol kapıdan çıkarken aynı kapıdan girmeye çalışan bir kadın “Gideceğim dükkân hemen şu, buradan girsem olmaz mı” diye soruyor. “Kural var, girişler öbür kapıdan” cevabını alıyor. Bir kez daha büyük kuralları paspas edebileceğiniz ama küçük kuralların çok mantıklı gerekçeler için bile esnetilemeyeceği yaşamımızdan tatlı bir kesit görmüş olmanın neşesi kaplıyor içimi. Yeni AKM’nin içindeki kırmızı top götürüyor neşemi. AKM’nin yerine gelen bu arkadaşa uzun süre gıcık olacağım galiba. “Eskisine benziyor” diyene de “Emral da Emrah’a benziyordu” diyeceğim.
Paylaş