Paylaş
BRÜKSEL-BERLİN
Hafta başında bir gurup Türk gazetecisi, Brüksel ve Berlin’de üst düzey temaslar yaptık. İzlenimlerimden bir bölümünü sizlerle paylaştım. Bugün de diğer bölümüne geçmek istiyorum.
Yaptığımız görüşmelerde, hepimizin dikkatini çeken noktalardan biri de, Ak Parti (AKP) hakkındaki algılamalardı. 2003-2004 dönemini hatırlarım, AKP eller üstünde taşınırdı. Türkiye’nin başına konmuş bir talih kuşu gibi görülür ve çok desteklenirdi. Erdoğan’ın her sözü dikkatle izlenir ve büyük yankı bulurdu. Daha da önemlisi, her sözüne inanılır, sorgulanmazdı.Türkiye’ye çağ atlatacak parti olarak AKP görülürdü.
Aradan geçen zamanda önemli değişiklikler yaşandı.
Özellikle 2008’de partinin imajı çok zedelendi. Din faktörü ön plana çıkarıldı ve Türkiye’nin laik sisteminin değiştirilmek istendiği izlenimi doğdu. İktidar partisi ve lideri dibe vurdu.
Bu defa dikkat ettim, geçen yıla oranla AKP’nin durumu bir miktar düzelmiş,ancak hala 2003-2004’teki gibi değil. Hala kuşku ve kaygılar var. En önemlisi, artık Erdoğan’ın sözlerini tutacağına eskisi kadar güvenilmiyor.
Avrupa Birliğine yönelik sözler hep havada bırakıldığından dolayı, somut adım görmeden inanmak istenmiyor. Erdoğan ve Gül’ün yılbaşındaki Brüksel ziyaretleri, Egemen Bağış’ın Başmüzakereciliğe atanmasının yarattığı heyecan da , gerisi gelmeyince dağılmaya başlamış. Artık kimse “cek-cak “ duymak istemiyor. Hele, muhalefetin engellemeleri , içerdekisiyasi koşullar veya Merkel ile Sarkozy’nin demeçlerini gerekçe göstermekte işe yaramıyor.
Bütün gözler Erdoğan’ın üstünde.
Tek seçici olarak, ne zaman harekete geçeceği merak ediliyor.
Doğrusunu söyleyelim, Ankara hareket etmedikçe Avrupa sözde şikayet ediyor, ancak çokta memnun oluyor. Zira işlerine geliyor.
Türkiye ne kadar gecikirse, başta Fransa ve Almanya olmak üzere herkes rahat nefes alıyor. Anlayacağınız, kendi elimizle kendi bindiğimiz dalı kesiyoruz...
Kıbrıs'a karşı Ruhban Okulu yetmez
Bir süredir ben de dahil, çoğu kimse bir arayış içinde.
Türkiye-AB müzakerelerinde Kıbrıs konusu kilit bir konumda.
Hatırlayın, Türkiye, limanlarını Rum gemilerine açmadığı sürece 8 paragraf askıda tutulacak. Sadece bu kadarıyla kalınmıyor. Limanlar açılmadıkça, Türk-AB müzakerelerinin bu yıl olmasa önümüzdeki yıllarda askıya alınma tehlikesi de var. Neresinden bakarsanız bakın, Kıbrıs’ta bir ilerleme sağlanmadan, müzakerelerde ilerleme sağlamak güç.
Ya, ada da bir çözüm bulunacak, ki bu son derece güç görünüyor veya Türkiye limanlarını açacak, ki bu da siyasi açıdan imkansızlaşmış bir opsiyon.
Peki ne olacak ?
Böyle karşılıklı bakışıp, bir mucizenin gerçekleşmesini mi bekleyeceğiz ?
Yoksa, Kıbrıs yerine başka alanlarda gelişme sağlayıp, bu engeli aşabilir miyiz ?
İşte tartışılan ve çıkış yolu aranan konu bu...
Çok kimsenin aklında Ruhban Okulu var.
Heybeliada’daki okulun açılması durumunda, acaba Avrupa Birliği Kıbrıs gemilerine Türklimanlarının açılması koşulundan vazgeçip, 8 paragrafın müzakere edilmesine yeşil ışık yakar mı?
Böylece ilişkilerdeki gerilimden kurtulunabilinir mi ?
Müzakerelere hız verilebilir mi ?
Bu soruyu, son Brüksel- Berlin gezisi sırasında, Türk-AB ilişkilerinde etkili ve yetkili kim varsa sordum.
Olli Rehn’e sordum... İsveç Dışişleri Bakanlığı müsteşarına sordum... Steinmeier’e sordum...Türkiye adına müzakereleri yönetenlere sordum.
Hepsinden ,üç aşağı beş yukarı aynı yanıtları aldım.
Şöyle özetleyebilirim:
“...Ruhban Okulunun açılması kaçınılmazdır ve mutlaka açılmalıdır. Türkiye Ruhban okulunu bugünkü gibi askıda bırakamaz.Ancak, Ruhban okulunun açılması Kıbrıs’ta çözüm veya Türk limanlarının Kıbrıs gemilerine açılmasının yerine geçmez. 8 paragrafın askıdan indirilmesini sağlamaz. Ruhban okulunun açılışı Türk imajını çok değiştirir, Türkiye’yi uçurur, büyük alkış aldırır, Türkiye üstündeki baskıları büyük oranda azaltır, ancak 8 paragrafı açmaz...”
Bu tartışmayı yapanların dikkatine...
Ruhban okulunu çözelim, ancak daha önemlisi Kıbrıs’tır. Kıbrıs gemilerine limanlar açılmadıkça 8 başlığın müzakeresibaşlayamaz. Sanıyorum Erdal Şafak ile aramızdaki görüş ayrılığı bundan kaynaklanıyor.
Paylaş