Ermeni Açılımı ile ilgili haber gelir gelmez, kendi kendime “ Demek ki doğrusu buymuş “ dedim.
Önceki gece yapılan açıklamanın tarihine bakacak olursanız, ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksınız: Tarih: 7 şubat 2009. Yani bu açıklama şubat ayından bu yana rafta tutuluyor ve Bakü’nün gönlünün alınmasına çalışıyormuş.
Ermeni Açılımı, hatırlayacaksınız ilk defa 2008 sonu ve 2009 başında gündeme oturmuştu. İsviçre’nin arabuluculuğu ile gerçekleştirilen çalışma bir protokole dökülmüş, ancak açıklanacakken, Bakü ayaklanmıştı.
Aliyev öylesine sert bir tepki göstermişti ki, apar topar işin üstü örtüldü.
3 Mart 1987 günkü Milliyet Gazetesindeki köşemde ilk defa –özetle- şunları yazmıştım:
“Resmi söyleme göre, son olayları dağdaki eşkiyalar çıkarmış ve askeri harekat planlanıyormuş. Gizlilik perdesini artık yırtalım ve olayın adını koyalım: Bunun adı Kürt Sorunudur ve çözümü sadece asker gücüyle olmaz…”
Türk basınında ilk defa “Kürt Sorununu” telaffuz ettiğimden dolayı fırtına kopmuştu.O dönemlerde resmi Devlet Politikasına uymadığınız taktirde, Devlet size ya haddinizi bildirir veya cezalandırırdı.
Ben de nasibimi aldım.
Tam 22 yıldır, Kürt Sorunu ve PKK bağlamında yazılar yazdım.
İlk Defa Abdullah Öcalan ile görüşüp, Suriye’deki Beka vadisindeki PKK kampında röportaj yaptığımdan dolayı, Milliyet toplatılmış ve 15 yıl hapis istemiyle mahkemelere verildim.
Boyun eğmedim ve inandığımı yazmayı sürdürdüğm.
Kürt Sorununun sadece askeri yöntemlerle çözümlenemeyeceğini, Kürt varlığını içimize sindirmemiz, onları insan yerine koymamız gerektiğini ve başta Ana Dilleri olmak üzere tüm haklarını vermeden Pkk terörünü durduramayacağımızı, bu sorun çözümlenemediği taktirde de ülkemizin çok daha fazla bölünme tehdidiyle karşı karşıya kalacağını hem köşe yazılarımda,hem de 32 inci Gün programında ısrarla savunduğumdan dolayı Andıçlandım . Arkama Yeşil kod adlı katil takıldı, aleyhime sayısız mahkeme açıldı. Büyük baskılar altında kaldım.
Türkiye, nihayet tabii güzelliklerinin kıymetini “galiba” bilmeye başladı. Göcek-Dalaman-Bodrum koyları artık son derece sıkı bir denetime girecek. Doğrusunu söylemeliyim, şaşırdım. Ancak öyle gelişmeler yaşanıyor ki, şaşırmamaya imkan yok.
T.C Çevre ve Orman Bakanlığı Özel Çevre Koruma Kurumu Başkanlığı tarafından Fethiye- Göcek Özel Çevre Koruma Bölgesi Göcek Körfezi ile Göcek - Dalaman Koyları koruma ve kullanma usul ve esaslarını belirlemiştir. Söz konusu koruma ve kullanım esasları 2872 sayılı Kanunla Değişik 9. ve 21. maddeleri ile 383 sayılı KHK hükümlerine istinaden hazırlanmıştır. Koruma ve kullanma usul ve esasları bugünden itibaren yürürlüğe girecektir.
Nasıl memnunum tahmin edemezsiniz.
Bu uygulamalar, büyük olasılıkla 2010 yılı içinde başlayacak. Engellemek, hiç değilse geciktirmek için ayaklanmalar olacak. Örneğin, bazı yeni bitme ve tabii görgüsüz zenginlerimiz, yatlarıyla istediklerini yapamayacakları için ayaklanacaklar. Bunların yanı sıra, günlükçü diye adlandırılan tekneler taşlı sopalı eylem düzenleyecekler.
Bundan 50 yıl önce, 31 Temmuz 1959’da, dönemin Başbakanı Adnan Menderes, gazetecilerin önüne çıktığında Türkiye’yi nasıl bir maceranın (1) içine soktuğunu bilmiyordu. Salonu dolduran küçük bir gazeteci gurubu da, Başbakan’ın söylediklerinin ne anlama gel diğini anlamamışlardı. Menderes, Türkiye’nin Avrupa’ya ilk adımını attığını söylüyordu. İçlerinden biri kalktı ve “Yani artık Avrupaya gidip bol bol alış veriş yapabilecek miyiz?” diye sordu. Başbakan’ın yanıtı, “Paranız varsa, tabii yapabilirsiniz. Ancak bizim yaptığımız Türkiye’yi Avrupa kulübüne üye etmektir” oldu.
Kimse birşey anlamadı.
Aslında, Menderes de o günlerde işin tam boyutunu bilmiyordu. Haziran başlarında Ankara’ya Brüksel’den bir haber gelmiş ve Yunanistan’ın 6 üyeden (Almanya, Fransa, İtalya, Belçika, Lüksemburg, Hollanda) ve adına ORTAK PAZAR denen bugünün Avrupa Birliğine tam üyelik için başvuruda bulunduğu belirtilmişti. Ankara panikledi. Böyle bir gelişmeye hazırlıklı değildi. Önceden haberi de olmamıştı. Süpriz yarattı.
Türk Dışışleri Bakanlığı derhal harekete geçti. Ardı ardına yapılan toplantılarda, derhal harekete geçilmesi ve Yunan başvurusunun aynının gerçekleştirilmesi isteniyordu. Gerekçeler hazırdı:
İçişleri Bakanı Atalay’ın dün yaptığı açıklama, bazılarında hayal kırıklığı yarattı. Zira genel olarak beklenen, Atalay’ın Kürt sorunu ve PKK konusunda bir yol haritasını açıklamasıydı. Oysa Bakan, sadece yapılan çalışmalarla ilgili bilgiler verdi ve planın içeriği hakkında konuşmadı. Zira çalışmaların devam ettiğinin işaretini verdi.
Ben bu açıklamayı dahi olumlu buldum.
Nedeni de, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin artık bir Kürt ve PKK sorunlarının varlığını kabul etmesi ve çözüm için kapsamlı bir çalışma başlatmasıdır.
Şimdiye kadar, bu sorunlar hem kabul edilir, hem de görmezden gelinirdi. Hele temele inen çözümler aranmaktan kaçınılırdı. “PKK terörüne karşı önlem almak için” çalışmalar yapılmakla yetinilirdi. Kürt sorunu ile PKK birbirinden ayrılmadan ele alınır ve sorunun işin sadece güvenlik yönüyle yetinilirdi.
Gazeteleri önüme koydum ve anlamaya çalıştım.
Haftalardan beri süren, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) ile hükümet arasında, ne denmesi gerektiğini dahi tam saptayamadığım, kavga mı gerilim mi ne olduğu anlaşılamayan büyük mücadele noktalandı. Belki bundan önce de aynı durumlar yaşanmıştır, ancak bize hiç yansımadı. Bu defa resmen Adalet Bakanlığı ile HSYK arasında kıyasıya bir pazarlık yapıldı.
Peki ne oldu ?
Kim ne kazandı, kim ne kaybetti ?
Bizde, para kazanan adam sevilmez. Mutlaka bir bit yeniği aranır. Başarılı bir iş yapamayacaksın, senden iyisi yok. Adın “namusluya” çıkar.
Cumartesi günü, Hırvatistan’ın incisi sayılan Dubrovnik’te 220 odalı müthiş bir otelin açılışındaydık. Sahibi, Fettah Tamimce. 38 yaşında, gencecik, güler yüzlü bir iş adamı.
Rixos’ların sahibi.
Türkiye’de 6, dünyada 7 Rixos var. (Kazakistan’da 2, Dubai, Viyana, Hırvatistan, Ukrayna ve Bahrein) Turizm ve inşaat şirketiyle birlikte yaklaşık 5 milyar dolarlık bir dev.
Sokakta dolaşırken, sade vatandaşlarımızdan birini çevirip “ Hakim-Savcı Kurulunda ne yaşanıyor?” diye sorsanız, doğru dürüst bir yanıt alamazsınız. Oysa, açıkça bir “zihniyet savaşı” yaşanıyor.
Peki, neyin kavgası yaşanıyor?
Kim siyaset yapıyor?
Bence, her iki tarafta siyasetin içinde.