Paylaş
İçişleri Bakanı Atalay’ın dün yaptığı açıklama, bazılarında hayal kırıklığı yarattı. Zira genel olarak beklenen, Atalay’ın Kürt sorunu ve PKK konusunda bir yol haritasını açıklamasıydı. Oysa Bakan, sadece yapılan çalışmalarla ilgili bilgiler verdi ve planın içeriği hakkında konuşmadı. Zira çalışmaların devam ettiğinin işaretini verdi.
Ben bu açıklamayı dahi olumlu buldum.
Nedeni de, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin artık bir Kürt ve PKK sorunlarının varlığını kabul etmesi ve çözüm için kapsamlı bir çalışma başlatmasıdır.
Şimdiye kadar, bu sorunlar hem kabul edilir, hem de görmezden gelinirdi. Hele temele inen çözümler aranmaktan kaçınılırdı. “PKK terörüne karşı önlem almak için” çalışmalar yapılmakla yetinilirdi. Kürt sorunu ile PKK birbirinden ayrılmadan ele alınır ve sorunun işin sadece güvenlik yönüyle yetinilirdi.
İşte şimdi ilk defa Kürt sorunu ile PKK birbirinden ayrılıyor ve yine ilk defa, Türkiye’nin geleceğini etkileyecek olan bu sorun ile ilgili bir plan ortaya çıkarılacak.
Bu olumlu adım, ister istemezsonuç konusunda beklentileri de yükseltti.
Acaba ortaya konacak olan çözüm planı, hem Türk kamuoyunu, hem de Kürt kökenli vatandaşlarımızı tatmin edebilecek mi ?
Hiçbir çözüm kimseyi yüzde yüz memnun etmez. Her iki tarafında ödün vermesi ve orta yolda buluşmaya çalışması gerekir.
Çok tartışacağız.
Restler çekilecek.
“Olmaz bu iş” denecek ve sonunda bir noktaya varılacak.
Yola çıkılmış olması dahi yeter.
* * *
NE ASKERİMİZ, NE DE DEMOKRASİMİZ BENZİYOR...
Türkiye, kendine özgü bir ülke. Uluslararası yaşamdaki örneklerle karşılaştırmak imkansız. Hiç bir kalıba sokulamıyor.
Prof. Hikmet Özdemir ile konuşurken farkına vardım. “Bizim Kemalist örneğimiz hiçbirine uymuyor” dedi.
Asker tarafından yönetilen ülkelerin demokrasiye geçiş sürecini tartışıyorduk. Verdiği örnekler çok çarpıcıydı.
Yunanistan’da gerçek demokrasi, Albaylar Cuntasından sonra kuruldu. 1974’te Karamanlis’in gelişi ve köklü bir demokrasiye geçiş, ülkenin AB’ye tam üyeliği sayesinde oturdu.
İspanya’da uzun bir Franko, Portekiz’de Salazar dönemlerinden sonra demokrasiye geçiş kolay olmadı. Her birinde başarısız dahi olsa, darbe girişimleri yaşandı ve demokrasileri yine AB’yetam üyelikleriyle güvenceyealınabildi.
AB’nin bulunmadığı, Şili-Arjantin gibi örneklerde de hep, Askeri rejimlerden sonra demokrasilerin yerleştiğini gördük. Her birinde diktatörler cezalandırıldı.
Türkiye’ye baktığınızda durum çok farklı.
Acaba, uzun askeri rejim altında yaşamadığımızdan mıdır bilinmez, bizde Sivil İktidar-Asker ilişkileri bir türlü olması gerektiği gibi olamıyor.
Asker, günlük yaşamdan elini çekmiyor.
Sivil, gerçek birdemokrasiyi oturtamıyor.
TSK’nin diğerlerine benzemeyen yönü Kemalizmden kaynaklanıyor. Kemalist ilkelerden uzaklaşıldığı veyademokrasiye balans ayarı yapma gerekçesiyle, kısa aralarla (3 defa) müdahele edip, ardından kışlasına çekildi, ancak hiçbir zamantamamen sahneyi bırakmadı. İktidarda uzun süre kalıp, toplumları bıktırmadı. Böylece, yönetimler üstündeki gözetimini son yıllara kadarsürdürdü.
Baksanıza, diğerleri gibi bırakın mahkemelere verilmesi veya öldürülmesi, 12 Eylül askeri yönetiminin başkanı hala alkışlanıyor ve yargılama söz konusu olunca, “Referandum yapılsın, halk isterse intihar ederim” diyor...
Herşeyimizle farklıyız.
1960’lardan bu yana, bir türlü bitmeyen bir geçiş dönem, demokrasi sınavı yaşıyoruz. Ancak biz Askerle birlikte bir sistem oturtabileceğiz. Askeri döverek, yerlerde sürüklendirerek değil. Onları, başka türlü olamayacağına ikna ederek bu sürecitamamlayacağız.
Askerin kendini, Sivil otoriteden üstün görmediği, siyasi yaşamakarışmadğı, Sivil otoritenin’de, TSK’nın içine elini sokmadığı bir yeni sürece girmeliyiz.
Bu, er veya geç olacaktır.
Önemlisi, kansız olmasıdır.
Paylaş