Bazen gazetelerdeki haberleri gördükçe,inanın yüreğim daralıyor.
Bizler neler yapmak istiyor, Türkiyeyi nasıl daha ileriye götürebileceğimizi düşünüyor ve bu yönde mücadele veriyoruz, öte yanda ise öylesine derin bir direnme ile karşılaşıyoruz ki, insanın tüm hayalleri yok oluyor.
Açılım diyoruz, değil mi ?
Kürt kökenli vatandaşlarımızı kucaklamaktan ve dökülen kanın artık durması gerektiğini söylüyoruz. Kanın durdurulması için de neler yapılması gerektiğini tartışıyoruz.
Yarın Almanya’da son derece önemli bir seçim var. Sadece Almanya değil, Türkiye açısından da, ortaya çıkacak olan sonuç çok şeyi değiştirecek.
Alman Başbakanı Merkel, büyük koalisyon ile yaşıyor. Yani Sosyal Demokratlarla birlikte iktidarı yürütüyor. Sıkıntısı da, Sosyal Demokrat partinin politikalarıyla ülkeyi istediği gibi yönetememesinden kaynaklanıyor.
Eğer, Merkel’in lideri olduğu Hristiyan Sosyal Demokratlar bekledikleri oranda oy alabilirlerse, artık Sosyal Demokratlara ihtiyaç duymayacaklar ve yeni koalisyonu Hür Demokrat Parti ile kurabileckeler. Bu olasılıkta da Merkel, Almanya’yı istediği gibi yönetebilecek. Ekonomiyi daha bileralleştirecek, yabancılara karşı daha katı önlemler alabilecek.
Tabii böylesine önemli değişikliklerden Türkiye de payını alacak.
Merkel
Yüksek Öğrenim Kurulu (YÖK) önümüzdeki günlerde önemli bir karar verecek. Dışardan bakıldığında, Üniversitelerin bürokratik iç düzenlemesiymiş gibi görünen, oysa son derece olumsuz yankılara yol açacak bir karar olacak.
Bu kararla, üniversitelerdeki Avrupa Birliği (AB kürsüleri) kapatılacak.
Bu fikir, Hukuk Fakülteleri yöneticilerinden çıkmış, AB Hukukunun Bağımsız Bilim Dalı olarak okutulmasına karşı çıkmışlar. Bugünkü uygulamada, AB Hukuku için ayrı kürsüler var. AB uzmanı yetiştiriyorlar.
Hukuk fakülteleri herhalde, bizim ülkede çokça görüldüğü gibi, ellerindeki fonların, yani gücün erimesi ve başka kürsülerle paylaşılması anlamına gelen bu uygulamaya karşı çıkıyorlar. AB Hukuku için ayrı kürsüye gerek olmadığını, örneğin Ceza hukuku veya İdari Ceza okutulurken, AB hukukunun bu bölümlere eklenmesiyle bu ihtiyacın giderilebileceğini ileri sürüyorlar.
Yarın Bayram başlıyor. Şimdiden tüm okurlarımı kutlar, sağlıklı nice bayramları birlikte geçirme dileklerimi sunmak isterim.
İşin protokol yanını bitirdikten sonra, sizlere bugün Başbakan’ın iftar yemeğinin perde arkasından söz etmek istiyorum. Haftasonu ve Bayram bir araya gelince, 4 günlük uzun tatil çıktı. Kimse ciddi konularla ilgilenmek istemez.
Başbakan ile uzun süredir karşılaşmamıştım.
Bilinçli olarak araya mesafe koyduğunu biliyordum. İftara davet gelince, gitmemezlik edemezdim. Ancak biraz çekimserdim. Başbakan’ın günü hiç belli olmaz. Eğer size kızdıysa gün olur yüzünüze bakmaz ve görmezden gelebilir.
Hepimiz merak içindeyiz.
Birşeylerin hazırlandığı apaçık ortada. Baksanıza, hem içerde hem de dışarda öylesine yoğun temaslar yapılıyor ki, birşeylerin hazırlandığı apaçık ortada.
Suriye, Irak ve Kuzey Irak ile ilişkiler öylesine iyileştiriliyor ki, adeta PKK’nın yararlandığı tüm coğrafya çembere alınıyor. Adeta bir ortak cephe kuruluyor. Suriye bu açıdan kilit ülke konumuna giriyor.
Asıl önemli olan, ekim başında ortaya çıkarılacağı söylenen paketin içeriği.
Henüz daha işin başındayız.
Henüz bu açılımın nasıl ve nereye gideceği de belli değil.
Ancak, ne olursa olsun, ister umut dolu olalım ister karamsar, bu ülke bir yere doğru gidiyor.
Özellikle Kürt Sorunu- Pkk ikileminde önemli değişimler yaşanıyor.
Nereden nereye geldiğimize baktığımızda, insan şaşırıyor.
Kısa bir süre öncesine kadar, herşeyi siyah-beyaz görürdük.
PKK terörist idi ve teröristleri yok eden Tsk’nın her harekatı alkışla karşılanırdı.
Kürt toplumunun beklentileri veya gereksinimlerine pek önem verilmez, sadece PKK’nın cinayetleriyle ilgilenirdi. Kan döküldükçe kızgınlığımız artar ve Kürt sorununu PKK ile mücadele olarak görürdük.
İki gündür sizlere Güneydoğu’nun havasını yansıtmaya çalışıyorum. Bugün, sadece bölge değil hem Türk kamuoyununun hem de Kürt kamuoyunun paylaştığı bir saptama ile devam etmek istiyorum.
Bu saptama çok önemli. Zira herşey bu saptamanın üzerine inşa edildi. O da, artık silahla bir yere varılamayacağı saptamasıdır.
Kürt kamuoyu, artık çocuklarının, akrabalarının ölmesini istemiyor. İstemiyor, ancak o çocukları dağa çıkmaktan da da alıkoyamıyor.
Türk kamuoyu da, silahların susmasından yana. Cenazelerde yaşananların bitmesi isteniyor.
Bazı okurlarım bu yazıyı okuyunca sinirlenebilirler.
Lütfen kızmayın ve gelin birlikte düşünelim.
Tartışmak istediğim konu, Kürt kökenli vatandaşlarımızı anlayıp anlamadığımız, onları anlamak isteyip istemediğimizle ilgili...
Gerçekten Kürtleri anlıyor muyuz ?
Bu insanların neler düşündüğünü merak ediyor muyuz ?
Yoksa onların ne düşündüklerini de kendi kendimize mi şekillendiriyoruz?
Bunca yıllık gözlemlerime dayanarak sunu söyleyebilirim:
Hayır, bizler özellikle Güneydoğu da yaşayan insanlarımızın neler düşündüğünü tam anlamıyla bilmiyoruz. Hatta pekte ilgilenmiyoruz.