YÖK’ün katsayı ile ilgili son kararı, yıllardan beri üzerinde tartışılan bir konuyu bitirdi. Meslek liselerinde okuyanların önünü kapatan katsayı sayısı, sadece ve sadece İmam Hatip Lisesi (İHL) memurlarının bürokrasinin belirli noktalarına gelememeleri, örneğin kaymakamlıktan başlayan sürece katılamamaları için yaratılmıştı. İmam Hatiplileri kontrolde tutalım derken, diğer Meslek Okulu mensupları da cezalandırıldı. Ben bu açıdan baktığımda, katsayı kararının doğru bir adım olduğuna inanıyorum.
Ancak, şimdi de laik kesimlerde bir korku yaşanıyor.
Acaba, yeni alınan bu karar ile İHL’lerinin artık önü açıldı mı ? Bundan böyle bu liselerden çıkanlar kolaylıkla bürokraside yükselip Devleti kontrol altına alacaklar mı ?
Bugün Türkiye’nin Başbakanı İmam Hatip Lisesi mezunu.
Bazı yorumcular yanlış bir yaklaşımla, Ak Parti (AKP) ile Fethullah Gülen Hareketini aynı potaya koyuyorlar. Ayrıca herşeyin altında Gülen hareketinin parmağı aranıyor. Erdoğan-Gülen koalisyonunun Türkiye’yi başka yerlere götürdüğü ileri sürülüyor.
Doğrudur, bir çok konuda Erdoğan ile Gülen aynı görüşlere sahipler. Genelde aynı değerlerde buluşuyorlar. Ayrıca AKP’nin iktidara gelişinde Gülen cemaatinin büyük desteği olduğu da ortada. Özetle, Erdoğan-Gülen koalisyonu, zaman zaman gerginlikler, görüş ayrılıkları olmasına rağmen bugüne kadar devam etti.
Acaba kim kimi kullanıyor?
Başka bir hesaplamayla, bu ortaklık en çok kimin işine geliyor?
Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun dün Ankara’da gazetecilerle yaptığı basın toplantısında iki nokta çok dikkatimi çekti.
Bunların en başında geleni, Öcalan’ın 15 Ağustos’ta yapacağı açıklama ile ilgili bölümüydü.
Davutoğlu, doğrusuna dikkat çekmiş. Kürt Sorunu ve PKK terörü konusunda çözüm merkezinin Ankara olduğunu açıklamış.
Başkası düşünülemezdi. Eğer bir yere varılacak ise, hükümet ve Milli Güvenlik Kurulu çerçevesinde alınacak kararlarla gerçekleşecektir. Ağırlık, Ankara’da olmalı ve Ankara’dan çıkacak sinyaller gidişi yönlendirmeli.
Kürt Sorunu- PKK terörü ikilemiyle ilgili son derece önemli bir yol ayırımına geliyoruz.
Haftalardır “tarihi fırsat” deniyor, ancak Ankara’dan hiç ses çıkmıyor. Bunun yerine, gündemi asker-sivil gerginliği ve Ergenekon kavgası işgal ediyor.
Ankara sustukça, adım atmadıkça da, inisiyatif yavaş yavaş İmralı’ya geçecekmiş gibi görünüyor.
ÖCALAN, ÇÖZÜM PLANINI HAZIRLIYOR, KAMUOYU İLE PAYLAŞIYOR. SANKİ ANKARA İLE ORTAK HAREKET ETMEK İSTİYORMUŞ GİBİ BİR HAVA YAYILIYOR.
Türk-Alman ilişkilerini en çok zehirleyen ve Almanya’nın Türk kamuoyundaki imajını zedeleyen konuların başında Başbakan Merkel’in, “İmtiyazlı Ortaklık” projesi geliyor.
Bu projenin kamuoyundaki algılanması, “Merkel’in Türkiye’yi koşulları yerine getirmiş olsa dahi, tam üye görmek istemediği ve bunu engelleyebilmek için de ikinci sınıf üyelik anlamına gelen, İmtiyazlı Ortaklık projesini savunduğu” şeklindeydi.
Doğru veya yanlış, algılama böyledir.
Şimdi, temel bir soruyu sorarak yolumuza devam edelim:
Son aylarda Avrupa Birliği ile ilişkilerin bir türlü hareketlenmemesi, yeni açılımların konuşulmasına yol açıyor. Bunların başında da, AB Konseyi’nden bir “tam üyelik tarihi” istenmesi geliyor.
Bu uygulamanın örnekleri beşinci genişleme sürecinde yaşandı. Aday ülkelerin tümü için müzakere sürecinde üyelik hedef tarihleri belirlendi. Bizimle aynı tarihte müzakereye başlayan Hırvatistan’a da bir tarih verildi.
Acaba aynı yaklaşım Türkiye için de istenemez mi ?
Türkiye için bu zorlamayı öneren çevrelerin görüşlerini şöyle özetleyebilirim:
Başbakan Erdoğan’ın eski günlerini özlüyorum...
Hani kılıcını eline alıp, yılların kemikleşmiş tabularını yıktığı, karşısına çıkan Haçlı ordularıyla kıyasıya savaşırmış gibi, kimseden çekinmeden HAYIRCILARIN arasına daldığı yıllar var ya, işte o dönemdeki Erdoğan’ı arıyorum.
O cesur adam gitti, şimdi kendine özgü dengeler oluşturan ve onları idare etmeye çalışan bir Başbakan geldi.
Eğer o eski lider, bugünlerde hala o eski alışkanlıklarını sürdürüyor olsaydı, emin olun Türkiye 2014’te AB ile müzakereleri tamamlar ve 2020’de de en geç tam üyelik koltuğuna otururdu.
Bazı olaylar vardır, sadece siyasi veya ekonomik yansımalarıyla tartışılır. Kazanılacak para veya elde edilecek siyasi güç hesap edilir.
Ankara’da dün imzalanan Nabucco projesi, son yıllarda Türkiye’ye en önemli siyasi ve ekonomik avantajlar sağlayacaktır. Nabucco, uzun yıllar boyunca da ülkemize önemli artı değer getirecek.
Bu anlaşmanın neden bu kadar değerli olduğunu kısaca anlatmak istiyorum.
Herşey, 2006 yılında Rusya’nın Ukrayna’ya verdiği gazı kesmesiyle başladı. Moskova, yıllardan beri Ukrayna’nın borç taktığını, zaten komik denecek kadar düşük bir fiyatla gaz almasına rağmen, hiç para ödemediğini ileri sürüp , kışın tam ortasında vanayı kısıverince, Rusya’dan gaz alan tüm ülkeler- özellikle de, ihtiyacının büyük bölümünü Rusya’dan karşılayan Avrupa- panikleyiverdi.Zira Ukrayna’ya giden vana’nın kısılması, Avrupa’nın da gaz alımının azalması anlamına geliyordu.