Türk toplumunun kafası son derece karışık.
Aslında, kafaların karışması da son derece normal. Zira farklı kafalardan öylesine farklı sesler çıkıyor ki, kime inanmak gerekiyor, belli değil.
İktidar atılan adımlarla iftihar ediyor...
Muhalefet partileri, ülkenin felakete götürüldüğünü söylüyor...
Yine çok tehlikeli bir yazı yazdım.
Bir bölümünüz bana çok kızacak, beni İsrail hayranlığı ile suçlayacak, Filistinlilere ihanet etmekle suçlayacak. Oysa ben, İsrail’in Filistin’lilere karşı yaptıklarını hiçbir şekilde hoş görmüyorum. Tam aksine, yazılarım ortadadır, yıllardır sert şekilde eleştiriyorum.
Bugün sizinle paylaşmak istediğim ise , bambaşka bir konu.
Geçen hafta patlayan ve yankıları hala süren Ayrılık dizisini tartışmak istiyorum.
Öcalan, PKK’ nın gerçek patronunun kim olduğunu bir defa daha gösterdi. “PKK benden sorulur ve benim dediğim olur. Son sözü ben söylerim” demiş oldu.
DTP, Kürt açılımı konuşulurken kendilerinin değil asıl muhatap olarak Abdullah Öcalan’ın alınması gerektiğini söylerken herkes tarafında eleştirilmişti. Öcalan da sanki partinin bu yaklaşımının çok doğru olduğunu göstermek ister gibi davrandı. Bir mesajıyla Kürt açılımına önemli bir destek vermiş oldu...Bilene bilmeyene de , kimin kim olduğunu net şekilde anlattı.
Kürt açılımının tek hedefinin, PKK’yı dağdan indirmek olduğunu biliyoruz. İşte bu çerçevede Türkiye’ye gönderilen PKK’lıların getirdikleri mesaj son derece önemli. Eğer geldiklerine pişman edilmezlerse, o zaman diğerleri de cesaretlenecekler.
Bu durum Başbakan’ın elini güçlendirecek.Başlattığı yaklaşımın bir yere doğru ilerlediği ve sonuç alınabileceği izlenimini arttıracak, muhalefetin, özellikle de MHP’nin Kürt açılımına karşı tepkilerini de havada bırakacak nitelikte.
Perşembe gecesi 32.GÜN programı (Kanal D) tam anlamıyla bir Dış Politika doruğu şeklinde geçti. Tam 30 yıldan beri Türkiye’nin Dış politrikasını fiilen yönlendirmiş, yönetmiş 6 bakan bir araya geldi ve AKP iktidarının dış politika karnesine not verdiler.
Dikkatinizi çekerim, bu 6 bakan arasında, İsrail’e karşı en sert tepkiyi göstermiş ve bakanlığı döneminde, İsrail’deki Türk büyükelçiliğinin düzeyini Büyükelçiden müsteşarlığa indirmiş İlter Türkmen, genel yaklaşımıyla İsrail’i en çok eleştiren Mümtaz Soysal ve Şükrü Sina Gürel de vardı ve onlar da, Mesut Yılmaz ve Yaşar Yakış ile birlikte Erdoğan’ın İsrail politikasını eleştirdiler.
6 Bakan’ın sözlerinin ortak noktasını şu şekilde özetleyebilirim:
“...Türkiye’nin en güçlü yanı, dış politikasındaki tutarlık ve devamlılıktır. İsrail ile ilişkilerimiz son derece önemlidir. Bu ilişkilerin sağlıklı şekilde sürdürülmesi, uzun vadede Türkiye’nin çıkarıdır...Şu anda yapılmakta olan, iç politikaya göz kırpan ve Türkiyenin çıkarlarına ters düşen bir yaklaşımdır...Dış politikalar, halkın istediği yönde uygulanır diye bir kural yoktur...”
PKK ve Kürt Milliyetçilerin bir bölümü büyük bir yanılgı içindeler.
Hala 1980- 90 döneminde kalmışlar.
Hala o dönemin değerleriyle hareket ediyorlar.
Uluslararası koşulların değiştiğinin, aynı zamanda Türk Devleti ve Türk Kamuoyunun büyük bir değişime girdiğinin ya farkında değiller veya kabullenmek istemiyorlar.
Bazı gelişmeleri çok kolaydan alıyoruz. Ermeni açılımı, işte bu açıdan son derece tipik bir örnek.
Yüzyıllık bir düşmanlık geride bırakılmak isteniyor. Yüz yıldır insanların içine yerleşmiş bazı inançlara rağmen, barış aranıyor.
Bu, öylesine önemli, öylesine cesaret gerektiren bir adım ki, hafife alınmaması gerekiyor. Üstelik, bu gidiş başarıya ulaşırsa, hem Türkiye, hem de Ermeniler kazanacaklar.
Herşeyden önce, Sarkisyan ile Gül’ü alkışlamamız gerekiyor. Başlama vuruşunu birlikte yaptılar ve top yuvarlanıyor.
Ermenistan Cumhurbaşkanı Sarkisyan’ın bugünkü milli maça gelmesi, kim ne derse desin son derece önemlidir.Eğer gelmemiş olsaydı, Zürih’te imzalanan protokol büyük yara alırdı. Daha ilk adım atılmışken, işlerliğinin kalmadığı, Ermeniler tarafından reddedildiği sonucu çıkardı. Bizler istediğimiz kadar, böyle bir gelişmenin büyük bir çelişki olacağını , Sarkisyan’ın kendi önayak olduğu bir süreci torpillediğni söyleyelim, yine de süreç torpillenmiş olurdu.
Ermenistan Cumhurbaşkanı, son derece cesur bir adım attı ve adımlarını da devam ettireceğininb işaretini veriyor. Sarkisyan ilerde tarihçiler tarafından “Altın İmzanın sahibi” olarak anılacaktır.
Bu gelişmelerde Azerbaycan’ın durumuna da değinmemiz gerekiyor.
Bakü, son yaşananlardan, özellikle de Zürih’te yaşananlardan, memnun olması gerekir. Zira Ankara Azerileri satmadı. Kriz çıkaran, imza sonrasındaki konuşmalar konusunda son derece dikkatli davrandı. Verdiği sözlere sadık kaldı.
Cumartesi günü Zürih’te tarıhı bir imza atıldı.
Bunun ne kadar önemli ve ne kadar tarihi olduğunu emin olun şu anda yeterince algılayamıyoruz. Günlük tartışmalar içinde kendimizi kaybediyoruz. “Canım bakalım işleyecek mi, yarın göreceğiz. Ermeniler reddedecek ve süreç duracak.” Kısır iç politika tartışmaları arasında kendimizi kaybediyoruz.
Oysa çok yanılıyoruz.
Bırakın aradan bir süre geçsin, bakın o zaman ne kadar önemli olduğunu çok daha iyi anlayacağız.