Paylaş
Bazı okurlarım bu yazıyı okuyunca sinirlenebilirler.
Lütfen kızmayın ve gelin birlikte düşünelim.
Tartışmak istediğim konu, Kürt kökenli vatandaşlarımızı anlayıp anlamadığımız, onları anlamak isteyip istemediğimizle ilgili...
Gerçekten Kürtleri anlıyor muyuz ?
Bu insanların neler düşündüğünü merak ediyor muyuz ?
Yoksa onların ne düşündüklerini de kendi kendimize mi şekillendiriyoruz?
Bunca yıllık gözlemlerime dayanarak sunu söyleyebilirim:
Hayır, bizler özellikle Güneydoğu da yaşayan insanlarımızın neler düşündüğünü tam anlamıyla bilmiyoruz. Hatta pekte ilgilenmiyoruz.
Sadece bizim gibi konuşanları, resmi ideolojiyi destekleyen görüşleri dinliyoruz. Onun dışındakileri duymak dahi istemiyoruz. Hemen "PKK yanlısı" damgası vuruyoruz. Düşman gibi görüyoruz. Militan oldukları sonucuna varıp, kulaklarımızı kapatıyoruz.
Yetmiyor, hakaret ediyoruz.
Daha da yetmiyor savcıları harekete geçiriyoruz ve cezalandırıyoruz.
İşte bundan dolayı, bir türlü birbirimizi anlayamıyoruz.
Oysa özellikle su sıralarda, bu sorunu çözmek istiyorsak, bu görüşleri dinlememiz, anlamaya çalışmamız gerekmez mi ?
Duyduklarımızı kabul etmek zorunda değiliz. Duyduklarımızı savcıya şikayet etmek yerine, reddedebilir, hatta karşı görüşümüzü ortaya koyabilir, tartışabiliriz.
İşte bundan dolayı, Güneydoğu halkının yaklaşımını, sinirlenmeden, kızmadan, hemen reddetmeden ve suçlamadan öğrendiğimiz taktirde daha sağlıklı hareket edeceğimize inanıyorum.
Kulaklarımızı kapatmayıp açtığımız oranda, insanlarımızın hislerini anlamaya çalıştığımız oranda işimiz daha kolaylaşacak.
Son haftalarda durum birazcık dahi olsa değişirmiş gibi geliyor.
CNN TÜRK-Milliyet- Radikal işbirliğiyle Cengiz Çandar-Hasan Cemal ikilisinin yaptıkları Güneydoğu turu, Vatan'dan Ruşen Çakır'ın izlenimleri ve diğer gazeteci veya köşe yazarlarının son haftalardaki bölgenin nabzını tutan yazıları, TV programları bazı şeyleri değiştirmeye başladı. Şimdiye kadar söylemekten korkulan, duymak dahi istemediğimiz sözler giderek konuşulur oldu. Bu gazetecilerin sayesinde kamuoyu Güneydoğu halkının duygularını, görüşlerini paylaşmaya başladılar. Kimileri hala tepkili ve “vatana ihanet şarkısı” söylüyor olabilirler, önemli olan bölgenin ne düşündüğüdür.
Bu arkadaşlarımızın aktardıklarını ve benim bizzat görüştüğüm kişilerin yansıttıklarını bir araya topladım. En önemli bölümlerini süzgeçten geçirdim. Binlerce kelime ve cümle arasında kaybolanları sizler için özetledim...
* * *
GÜNEYDOĞU' NUN TEK ÖNCELİĞİ ATEŞİN KESİLMESİ...
Güneydoğu'dan yansıyan izlenimlerin içinde en önemli gördüğüm nokta, gelişmeleri farklı pencerelerden görmemiz. Bizim için doğru olan, onlar için bambaşka.
Örneğin, bizler Kürt Açılımının kimselerle görüşmeden, kendi kendimize yürütülmesi gerektiğine inanıyoruz. Ne İmralı, ne PKK'dan gelen mesajlar, ne de DTP'nin söylemleri ciddiye alınmalı, gibi bir yaklaşımımız var. Oysa Güneydoğu'nun algılaması çok farklı. İşler bizim gördüğümüz veya görmek istediğimiz gibi gelişmiyor.
Bölgeyi dolaşan, konuyu yakından izleyen tüm yazar çizer ve gözlemcilerin ortak bulguları şöyle:
- Açılımın Kürtler açısından bir üçgeni var. İMRALI-PKK-DTP üçgeninin dikkate alınması gerekiyor. Bu üçgeni görmezden gelerek bir yere varılamayacağını kabul etmekten başka çare yok. Bu, PKK veya İMRALI ile görüşmek veya pazarlık etme anlamına gelmese dahi, PKK ve İMRALI'nın dedikleri mutlaka dinlenmeli. Bu bir gerçek ve görmezden gelinemez.
- Genel kontrol PKK'nin elinde. İster silah ister siyaset açısından, örgüt, önceliği kimseye bırakma niyetinde değil. Hatta o kadar ki, DTP'liler zaman zaman farklı bir adım atmaya kalksa hemen tepki alıyorlar ve "Ne oluyoruz, dağda ölen ve bu mücadele için canını veren bizleriz. Biz ne diyorsak onun dışına çıkmayın" mesaji geliyor. Bundan dolayı DTP ön plana çıkmak istemiyor. Ya risk almak istemiyor veya PKK veya İmralı tarafından yeşil ışık yakılmasını bekliyorlar.
- Güneydoğu halkı için herşeyden önce silahların susması geliyor. Tek öncelik, PKK'nın çekilmesi, TSK'nın da operasyonları durdurması. PKK çekilirken dahi arkalarından koşup operasyon yapılmaması. 1999'daki gibi önemli zaiyat verilmemesi. Ateş kesilmesinde bu kadar büyük duyarlık gösterilmesinin nedeni, ölen veya öldürülenlerle kendilerini yakın görmeleri. Ya kendi çocukları ya aile efradı veya mahallenin gençleri. Bundan dolayı, yeni adımlar atılmaya başlanmadan önce, silahların susması ve cenaze törenlerinin bitmesi isteniyor.
Herşeye rağmen, bölgeden gelen yankılar veya izlenimlerin en önemli yanı, umutların kaybedilmemiş olması.
İnsanlar hala umutlu.
Zaman zaman hayal kırıklıkları oluyor, ancak henüz "Bu iş olmayacak" noktasına gelinmemis.
Üstünde çok durulan ve gereksiz gerilim yaratan en önemli unsurlardan biri olarak "Devletin kullandığı dil" ön plana çıkıyor.
Bizler farkında değiliz.
Belki de, bu söyleme öylesine alıştık ki, karşımızdakilerin alınıp alınmadıklarını dikkate dahi almıyoruz. Devletin resmi sloganı medyanın dili olmuş.
Bu konuyu da yarın ki yazımda ele alacağım...
Paylaş