Mehmet Ali Birand

Farklı bir hukukçu: Osman Can

18 Haziran 2010
Günün adamı kuşkusuz Osman Can’dır. Anayasa Mahkemesi raportörü olup, Anayasa Mahkemesi’nin alacağı bir kararın yok sayılmasını öneren bir hukuk adamı. Üstelik, en liberalinden en muhafazakarına, iktidardan muhalefete kadar herkesin karşı çıktığı bir insan. Onu hep bölük pörçük demeçleriyle değerlendirdik. Dün akşamki 32.Gün’de tek başına, uzun uzun kendini ve görüşlerini açıkladı. Ben karşımda bambaşka bir Osman Can buldum. Ne dediğini çok iyi bilen, donanımlı, ancak gelenekçilerden farklı düşünen bir hukukçu...

Bundan kısa bir süre öncesine kadar, Anayasa Mahkemesi raportörü olan Osman Can’ın adını bilen yoktu.

           

İlk önce, Anayasa Mahkemesinin Türban Davası konusundaki hazırladığı raporla dikkatleri çekti, şimdi ise Anayasa paketinin görüşülmesi öncesindeki görüşleriyle, günün adamı konumuna girdi.

           

Neden Osman Can?

           

Nedeni çok basit. Zira Can, eğer Anayasa Mahkemesi, inceleyeceği  Anayasa paketindeki, yargıyla ilgili iki maddeyi (HSYK’nın ve Mahkemenin oluşumuyle ilgili olanlar) iptal ederse, iktidarın bu kararı görmezden gelmesi gerektiğini önererek şok etkisi yaptı. İşin ilginç yanı, hemen her kesimden de eleştiri aldı.

           

Yazının Devamını Oku

Gün, Ruhban Okulunu açma günü değil mi?

17 Haziran 2010
Türkiye, Batı basınında Eksen’ini farklı bir yöne kaydırıp kaydırmamakla sorgulanıyor. Böyle devam ederse, bir süre sonra suçlanmaya başlanacak. Böyle durumlarda ülkeler, bu tip izlenimleri silebilmek veya yanlışı düzeltebilmek için, uluslararası kamuoyunu şaşırtacak, herkesin alkışını alacakları adımlar atarlar. Herkesin dikkatini başka bir yöne çekerler. Kuşku bulutlarını dağıtırlar. Ne dersiniz, ruhban okulunun açılması bu etkiyi yapmaz mı?

Biz ne dersek diyelim, Batı medyasındaki tartışmanın önünü alamayız.

Hemen hergün yeni bir yazı veya yorum çıkıyor.

Israrla aynı sorulara yanıt aranıyor:

Türkiye’ye ne oluyor? Dış Politikasının yönünü, önceliklerini mi değiştiriyor?

Bu soruları soranları, istediğimiz kadar kötü niyetli olmakla suçlayalım, hatta Mossad ajanı olup olmadıklarını sorgulayalım, hiç birşey değişmiyor. Zaten bu tip suçlamalar daha çok bizleri etkiliyor. Ciddi ciddi, “Allah Allah, kim acaba bu Mossad’cılar?” diye, tartışmalar yapıyoruz.

Uluslararası medyanın umurunda bile değil. Onlar, gülüp geçiyorlar.

Ancak ne olursa olsun, uluslararası medyadaki bu tartışma giderek iz bırakıyor. Her geçen gün, tartışmaya katılanların sayısı artıyor. Bizim ikna yeteneğimiz mi yok veya ne dersek diyelim, onları inandırmamız imkansız mı, bilemiyorum.

Benim dikkatimi çeken nokta, bu tartışmaların henüz sorgulama aşamasında olması. Ak Parti iktidarı suçlanmıyor. Ancak, dikkatli olmak gerekir. Eğer bu gidiş değiştirilmez ve Uluslararası kamuoyu ikna edilemezse, ilerde bu damga üstümüzde kalır. Silebilmek çok daha güçleşir.

Yazının Devamını Oku

Gerçek eksen kayması, öyle değil, böyle olur…

16 Haziran 2010
Gereksiz şekilde kendimizi korkutuyoruz. Havadan nem kapıyoruz. Eksen Kayması diyerek, yanlış kapıları taşlıyoruz. AK Parti’nin attığı her adımı kuşkuyla karşılıyoruz. Oysa, bugün yaşananlar, gerçek bir Eksen Kayması durumunda karşılaşacaklarımız yanında oyuncak kalır. Gelin ben size, Baba bir Eksen Kayması senaryosu çizeyim de, neyin ne olduğunu daha iyi anlayın.

Erdoğan iki adım attı, hepimiz ayaklandık.

Türkiye’nin Batı dünyasına sırtını dönüp, Doğu’ya doğru koşmaya başladığı sonucuna vardık.

Kimilerimiz korku içinde.

Bugün dış politikayla başlayan kaymanın, yarın içerde de laik sistemin kaymasıyla devam etmesinden kaygılı.

Oysa, gözden kaçırdığımız birşey var.

O da, gerçek Eksen Kaymasının nasıl olacağını tam anlamıyla bilemememizden kaynaklanıyor. Şimdi yaşadıklarımız, gerçek Eksen Kaymasının yanında çocuk oyuncağı kalır.

Bu kadar kuşku ve kaygı duymamızın bir nedeni, hiç alışık olmadığımız şeylerle karşılaşmaya başlamamız. Bilinmeyenin getirdiği korku. Bir de Başbakan’ın giderek artan sert dili. Sürekli şekilde, kısa süre öncesine kadar müttefik diye sırtımızda taşıdıklarımızı yerden yere vurması. Bu yaklaşımları eleştirenleri de, İsrail kankası ilan etmesi.

En basit eleştiri dahi, neredeyse Mossad casusu damgası yemeğe yetiyor.

Yazının Devamını Oku

Velev ki eksen kaydı…

15 Haziran 2010
En çok konuşulan konu “Eksen Kayması”. Ancak bunun ne anlama geldiğini bilmeyenler çoğunlukta. Herkes farklı birşey anlıyor. Başbakan “Eksen Kayması yok” diyor. Bunu ileri sürenleri suçluyor. Kim haklı? Başbakan mı, yoksa aksini söyleyenler mi? Göreceksiniz, birçok şey söylendiği kadar basit değil. Eğer bazı noktalarda sınırlar zorlanmaz, abartılı retorikten kaçınılırsa, Türkiye bu durumdan karlı da çıkabilir. Yeter ki, oyun iyi oynansın. Durum, bazılarının korktuğu gibi değil...

Önce kısaca, “Eksen Kayması nedir?”sorusuna yanıt arayalım.
 
Eksen Kayması, bazıları için, Washington’un politikalarına karşı çıkmak, Avrupa Birliği ile ortak götürülen politikalardan vaz geçmek, Batı dünyası ne diyorsa, onun tersini yapmak yani, Türkiye’ nin din devletine dönüştürülmesi yolunda atılan bir adım. Oysa bugün yaşananların hiçbiri, Türkiye’nin Batı’ya sırtını dönmeye hazırlandığı anlamına gelmiyor.
 
Peki, o zaman neden Uluslararası medya ve içerde de birçok çevre, Erdoğan-Davutoğlu ikilisinin,Türk dış politikasını temelinden değiştirmeye çalıştığını ileri sürüyor ?
 
Nedeni basit...

Yazının Devamını Oku

Şimdi adım atma sırası Hamas’da…

12 Haziran 2010
Filistin’de yayınlanan El Kudüs gazetesine göre İsrail Dışişleri Bakanı Leiberman, Gazze’ye uygulanan ambargonun hafifletilmesi için formülü verdi. Eğer Hamas, 2006 yılından beri elinde esir tuttuğu İsrail’li asker Gilad Şalit’i Kızılhaç’ın ziyaret etmesine izin verirse; İsrail Gazze’nin boynundaki kementi gevşetecek. Düşünün; bir de serbest bırakırsa neler olur?

Filistin’de yayınlanan El Kudüs gazetesine göre İsrail Dışişleri Bakanı Leiberman, Gazze’ye uygulanan ambargonun hafifletilmesi için formülü verdi. Eğer Hamas, 2006 yılından beri elinde esir tuttuğu İsrail’li asker Gilad Şalit’i Kızılhaç’ın ziyaret etmesine izin verirse; İsrail Gazze’nin boynundaki kementi gevşetecek.

Düşünün; bir de serbest bırakırsa neler olur?

Ancak bu çok kolay olacak gibi görünmüyor

Zira Hamas Şalit’e karşı bin kadar Filistinli tutuklunun serbest bırakılmasını ve ambargonun kaldırılmasını istiyor.

İsrail ise Yahudi devletinin varlığını reddeden Hamas ile görüşmeyi bile kabul etmiyor.

Dahası Hamas ile İsrail arasında “kan davası” var.

İsrail Gazze’deki operasyonunda 1.300 kişiyi öldürdü.

Peki bu “kan davası” nasıl bitecek? Ambargo nasıl kalkacak? Acaba Şalit’in salıverilmesi bu konuda ilk adım olabilir mi?

Yazının Devamını Oku

Erdoğan sözünü tuttu, peki yarın ne olacak?

11 Haziran 2010
Başbakan Erdoğan, uluslararası diplomaside çok az görülen mertçe bir tutum sergiledi ve İran’a verdiği sözü tuttu. Lübnan’ın dahi çekimser kaldığı oylamada red oyu kullandı. Washington, Brezilya ile Türkiye’nin tutumlarına karşı dramatik bir tepki göstermedi. Adeta anlayışla karşılar, görmezden gelir gibi davrandı. Acaba bu tutum bundan sonra da sürecek mi? Türkiye’den neler beklenecek?

Türkiye’nin bugünkü İran ve İsrail politikaları tümüyle, Erdoğan-Davutoğlu ikisine aittir. Kimseler rol çalmaya  kalkmamalı. Ortada riskler de var, prestij de. Kazanan da, kaybeden de bu iki kişi olacaktır.
 
Erdoğan, uluslararası ilişkilerde kolay kolay görülmeyen bir tutum sergiledi.
 
İran’a söz verdi ve tüm baskılara rağmen, sözünü tuttu.
 
BM Güvenlik Konseyindeki oyunu, Brezilya ile birlikte kolaylıkla çekimser’e dönüştürebilir ve bundan dolayı da alkış alırdı.

Yazının Devamını Oku

PKK, İsrail olayından memnun…

10 Haziran 2010
Son günlerde PKK kaynaklarından gelen haberlere bakılacak olursa, Ankara’nın İsrail ile ilişkilerinin gerginleşmesi, örgütün politikalarını oluşturan yönetim kadrosunda pek bir memnuniyetle karşılanmıyor. İsrail’in, üstü kapalı dahi olsa, örgüte şu veya bu şekilde destek vermesi bekleniyor.

Son günlerde, PKK kaynaklarından çok ilginç haberler geliyor. Örgütün politikalarını oluşturan, yönetici kadrosunda bulunanlar çok memnunlar. Kendilerine güvenleri artmış. Konjonktürün  örgütten yana değişmeye başladığına inanıyorlar.

Kimi açık kaynaklardan kimi de PKK’ya yakın çevrelerden edindiğim bilgiler, birkaç haftadan beri  örgütün değerlendirmelerinde önemli değişikliklerin yaşandığını gösteriyor.

Bu değişimin kaynağı da, Ankara-Telaviv  gerginliği. Bundan sonra ne olursa olsun, uzunca bir süre Türkiye-İsrail  sürtüşmesinin devam edeceğine  inanılıyor. Bunun da, PKK’ya önemli avantajlar sağlayacağı ve Ankara’ya yaklaşımını etkileyeceği söyleniyor.

Nedir bu avantajlar?

Aslına bakacak olursak, İsrail’in PKK’ya destek verip vermeyeceği bilinmediği gibi, bu yönde hiçbir  işarette yok. Ancak PKK, “mış” gibi yapıyor. İsrail  destek vermese, reddetse dahi, Türkiye’deki  birçok çevre, böyle bir desteğe inanacağı için, bu durumun PKK’ya moral, Türkiye’ye de sıkıntı yükleyeceği ileri sürülüyor.

İsrail isterse, PKK’ya önemli avantajlar sağlayabilir. Özellikle ileri teknolojiye dayalı, Türk Silahlı Kuvvetlerini yanıltıcı aygıtlar verebilir.  Ancak Telaviv’in bu noktaya kadar gidip gitmeyeceği  bilinmiyor.

PKK’ya yakın çevreler, İsrail’in desteği olmasa dahi, bu ülkenin Türkiye’ye sırt dönmesinin Washington’u da mutlaka etkileyeceğine inanıyorlar. İşte örgütün en büyük ümidi de bu...

Washington’un istihbarat paylaşımını, bırakın iptal etmesini, 24 saate çıkarmasının dahi, PKK’ya büyük avantajlar getireceği üzerinde duruluyor.

Yazının Devamını Oku

Erdoğan ve İHH kazandı, kaybedenler ise…

9 Haziran 2010
Türk-İsrail sürtüşmesinin bir bilançosunu yaptım. Olay henüz çok sıcak, bir muhasebe yapmak için çok erken. Bundan dolayı, bugüne kadarki durumun bilançosunu çıkardım. Olay iki isim etrafında döndü. Biri Erdoğan, diğeri de Netanyahu. Ancak tutumlarıyla, duruşlarıyla başka kişi, kurum ve devletler de ön plana çıktılar. Kimlerin kazandığını, kimlerin kaybettiğini merak ediyorsanız, gelin birlikte değerlendirelim.

Aslında, İsrail’in Gazze’ye uyguladığı ambargonun kırılması için organize edilen Uluslararası Konvoy’un faturası Türkiye’ye çıktı.. Askeri saldırının bir Türk gemisine yapılmış olmasından dolayı, olayın damgası bizde kaldı. Sanki sadece Türkiye ile İsrail arasında bir sürtüşme olmuş gibi bir hava doğdu.
 
Bugün bir muhasebe yapmak istedim.

Bütün bu gelişmelerden, Türkiye’nin ne kazanıp ne kaybettiğini de hesaba katmak isterdim. Bu aşamada, Türkiye’nin yıldızı da Erdoğan gibi parlıyormuş görünüyor. Ancak, aman dikkat. Bu tip kısa vadeli değerlendirmeler çok yanıltıcı olabilir. Bugün kazanılanlar yarın kaybedilebilir. Türkiye omuzlarda dolaştırılırken, farklı durumlara da düşebilir.
 
Kişiler ve kurumlar açısından bakıp,  kimin ne kazanıp ne kaybettiğini araştırdım. Bu alanda da durum yarın değişebilir, ancak bugüne kadarki zaman dilimini göz önünde tutarak bir bilanço yapar, bugünün resmini çekersek ilginç  bir manzara ile karşı karşıya kalıyoruz.

KAZANANLAR

- Erdoğan kazananlar listesinin başında geliyor. Hemen arkasında da Davutoğlu var. Bu politikanın Erdoğan-Davutoğlu ikilisinin genel ve göz yummaları sayesinde yürütüldüğü, her ikisinin de açıklamaları, duyarlıkları ve vücut dilleriyle apaçık ortada. Başbakan, Gazze ambargosuna başından beri öylesine tepkili ki, bu konvoyu engellememesi, İsrail ile ilişkileri sarsma pahasına onayını vermesi, sorumluluğu da taşımak istediğini gösteriyor. Davutoğlu da aynı şekilde ön planda rol alıyor. Erdoğan,  Arap ve birçok müslüman ülke halkının kalbini kazandı. Türkiye’ye karşı sokaklarda sempatiyi arttırdı. Erdoğan,  içerde de popülaritesini arttırdı. Anketler, oy oranının 5 puan yükseldiğini gösteriyor.

Yazının Devamını Oku