Rize belediye başkanı Halil Bakırcı değerli bir kişidir.
Parti, Belediye Başkanlığını boş yere desteklememiştir. Belki de, başka şeyler söylemek istedi, ancak ağzından çıkanlar çok farklı oldu.
Bakırcı öylesine bir ağaç devirmiştir ki, bunun altından ne kendi, ne de partisi kalkabilir. Nitekim, partisinden gelen tepkiler de bunu ortaya koydu.
Son gelen haberlere göre, ihraç isteğiyle disiplin kuruluna yollanıyormuş.
Saat 20.00’de açıklama yapılacağı ilan edilmişti ve her Türk büyüğünün hastalığı sayın Anayasa Mahkemesi Başkanı’na da sirayet etmiş olacak ki, yarım saatlik bir rötarla kameraların karşısına geçebildi.
Anlattıkça dağıldım, açıklamayı derinleştirdikçe kaybettim. Sözlerini bitirdiğinde, eşimle birbirimize bakıştık. “Eeee ne oldu şimdi?”
Gazetecilerin soruları başladı. Sorularından, onların da hiçbir şey anlamadıkları ortaya çıktı. Ancak işin kötüsü, sorular ve aldıkları yanıtlar, durumu netleştirmek yerine, işi biraz daha karıştırdı.
Ardından, hukukçuların açıklamaları geldi. Kısa zamanda onlardan da ümidi kestim. Ya onlar da anlamamışlar veya çok iyi anlamışlar da, anlatamıyorlardı. Sonunda, baktım ki olmuyor, işin içinden çıkılmıyor. Görüş sorulan gazeteci ve siyasilere yapıştım. İlk akıllı ve anlaşılır açıklamayı, Taha Akyol yaptı. Neyin ne demek olduğunu anlatarak, işin rengini ortaya koydu.
Türk-İsrail ilişkileri gereksiz şekilde kötüye gidiyor.
Geri dönülmez bir noktaya gelmek üzereyiz.
Türkiye bu tutumuyla giderek yanlız kalmaya başlıyormuş gibi bir durumla karşı karşıya.
Obama-Netanyahu görüşmesi, beklendiği gibi gerçekleşti.
DOĞU’DA, BAYRAK GİBİ DALGALANIYOR...
Türkiye, Uluslararası kamuoyunun gözünde son birkaç aydır birden bire değişiverdi.
Tayyip Erdoğan, bir süre öncesine kadar başka bir liderdi, bugün giderek başka bir gözle görünüyor. Belki önceki Erdoğan, belki de şimdiki Erdoğan farklı şekilde görülüyor, farklı biçimde yorumlanıyor.
İşin o tarafını bilemiyoruz.
Hem içeride hem de dışarda, Türk dış politikasında eksen kayması olup olmadığı, eğer kayıyorsa bunun nereye doğru kaydığı tartışılıyor. İç ve dış basında hemen hergün yeni bir makale çıkıyor. Aynı konuda tartışma programları, kolloglar düzenleniyor.
Bunun iki nedeni var:
- Birincisi, AK Parti iktidarının, Washington’un tüm ısrarlarına rağmen, İran’ın nükleer politikalarından dolayı, BM Güvenlik Konseyi’ndeki yaptırım kararına red oyu vermesi.
- İkincisi, İsrail’in Gazze ambargosunu delmek için yola çıkan Mavi Marmara gemisi ve bunun ardından da Başbakan’ın İsrail aleyhtarı demeçleri.
Aslına bakacak olursanız, eğer Ak Parti’nin Milli Görüşçülük sabıkası olmasaydı ya da iktidarda başka bir hükümet olsaydı, belki bu kadar gürültü kopmayabilirdi. Ancak Başbakan’ın eski gömleğini yeniden giydiği kuşkusu ve arka arkaya gelen bu iki politika değişikliği, Batı’yı ayağa kaldırmaya yetti.
Ak Parti iktidarı şu anda damgalanmış durumda.
Rize Belediye Başkanı Bakırcı, suçu ne kadar medya’ya atarsa atsın, korkunç bir kafa yapısına ve son derece çarpık bir mantığa sahip olduğunu gösterdi.
Bugüne kadar, utanıp istifa etmesini bekledim. Beyefendi pişkin çıktı. Suçu, abileri gibi medya’ya atıp kurtulacağını sanıyor galiba...
Oysa, çok açık şekilde iki konudaki tavrını gösterdi:
• Kadınları, alınıp satılabilecek, ister kuma, ister ikinci eş edinip kullanılabilecek bir varlık olarak gördüğünü ortaya koydu.
• Türkiye’nin en önemli sorunu sayılan ve bizzat partisinin olağanüstü çabalar harcayıp, ciddiye aldığı ve çözüm ürettiği Kürt Sorununu, Kürt kökenli insanlarımızı küçük düşürecek bir formülle çözebileceğini, hem de alay eder gibi ortaya attı.
AKP grup başkan vekili Bekir Bozdağ, “Bu yaklaşım AK partiyi kesinlikle bağlamaz” diyor.
Tam aksine, bence kesinlikle partiyi bağlar.
Bakırcı, bir iş adamı veya başka bir kimlikte olsa, saçmalıklardan biri deyip geçilebilir. Ancak bu şahıs Ak Parti’li ve daha da önemlisi, Rize Belediye Başkanı.
Kemal Kılıçdaroğlu’nun çok ilginç bir liderlik anlayışı var. Kafasındakileri veya uygulamak istediği politikaları önce kamuoyunun önüne atıyor ve tartıştırıyor. Gelen tepkilere göre de, adımlarını netleştiriyor.
Eminim dikkatinizi çekmiştir. Baykal’ın genel yaklaşımlarından bazılarını değiştirme eğiliminde.
Bunlardan biri, TSK’ya yaklaşımı.
CHP, Baykal döneminde TSK’ya toz kondurmaz ve bu kurumun dengelerine hiç dokunmazdı.
Kılıçdaroğlu, Asker’in Milli Savunma Bakanlığına bağlanmasından tutun da, yazılı veya sözlü tüm muhtıralarına ve politikaya müdahelelerine karşı çıkıyor.
Türban’ın üniversitelerde serbest kalması, ikinci önemli değişikliği oldu. Baykal’ın meydan savaşı verdiği türban konusunda, daha esnek bir yaklaşımla ortaya çıktı. Üniversitelerde serbest kalabileceğini söyledi. Her ne kadar Radikal’in manşetine itiraz etse de, yaptığı açıklamadan, üniversitelerde türban konusuna daha önceye oranla çok daha esnek yaklaşacağı anlaşılıyor.
Doğrusunu yaptı.
CHP’ye daha geniş taban oluşturacak bir adım attı.
PKK, kısır bir döngü içinde yaşıyor.
Türkiye’de terör eylemlerini azaltınca gündemden düşüyor. Beklentilerine yanıt alamamaya başlıyor. Bu süreç uzayınca da, kadroları arasındaki sıkıntı başlıyor. Dağa çıkmış olanlar “ Biz buraya pikniğe mi geldik?” demeye başlıyorlar.
Terör olaylarını hızlandırınca ise, hem Türkiye’nin hem de yabancı ülkelerin tepkileri artıyor. ABD ve Avrupa’daki terörist vurgusu yükseliyor. Ankara’nın baskısı da artıyor. Tüm gözler Kandil’e dönüyor. Örgütü oradan sökmenin yolları aranmaya başlanıyor.
İşte bu çerçevede Türkiye, Kuzey Irak konusundaki baskısını yoğunlaştırıyor.