Dünkü yazımı hatırlayacaksınız.
Burnuma gelen kokulardan söz etmiştim.
Herhangi bir somut bilgiye dayanmıyordu. “Acaba, Washington ile Ankara arasında bir pazarlık olabilir mi?” diye sormuştum. Örneğin, Türkiye’nin İran ve İsrail’e yönelik tutumunu değiştirmesi, buna karşılık ABD’ nin de PKK konusunda daha sert tutum alması gibi bir durum yaşanıp yaşanmadığına dikkat çekmiştim.
Bilgisine güvendiğim, Obama yönetimine yakın ve Beyaz Saray’ın işleyişini çok iyi bilen bir Amerikalı yetkili aradı.
Burnuma garip kokular geliyor.
Üstelik, neden olmasın?
Eğer Washington, İran konusunda Türkiye’nin tutum değiştirmesini istiyorsa ve bunu gerçekleştirmek için Ankara’ya birkaç ders vermeyi planlıyorsa. Bu planlar içinde PKK’ya destek ve Ermeni Soykırım iddialarına Kongre’nin kapılarını açmak varsa...
Türkiye neden ön almasın?
Çok karamsar bir havadaydık, ancak iki gelişme bütün ümitleri canlandırıverdi. Şimdiye kadar muhalefet partileri, AKP’nin her dediğine, her yaptığına karşı çıkarlardı. Doğru şöyler olduğunu bilseler dahi, beyaza siyah derlerdi.
Bu yaklaşımın en ters etkisi, PKK terörü konusunda kendini gösterirdi. Zira ortak bir devlet politikası oluşturulamaz, ülkeyi yöneten güçler arasında bir uzlaşı gerçekleşemezdi.
Perşembe günü yaşananlar herkesi heyecanlandırdı.
Biri ve ön önemlisi, CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun açıkça iktidara el uzatması ve ortak bir strateji oluşturulması konusunda işbirliği teklifinde bulunmasıydı.
PKK terörü gündemimizi öylesine kararttı ki, etrafımızda ne olup bittiğini dahi göremez noktaya geldik. Oysa, şundan bir hafta öncesine kadar, Türkiye’nin eksen kaymasını tartışıyor, İsrail ve ABD ile ilişkilerindeki gerilimi izliyorduk.
Bizim radarlarımızdan çıktığı bu süre içinde, İsrail’in tutumunda önemli değişiklikler yaşandı. Aslına bakacak olursak, Ankara’nın büyük keyifle izlemesi ve gurur duyması gereken gelişmelerdi bunlar. Ancak, kimseler oralı olmadı.
İsrail, uluslararası kamuoyundaki Gazze tepkisini çok iyi okudu.
Türkiye’den kalkan Mavi Marmara bu konuda uyuyan bir devi uyandırmıştı. Gerçekten de, Gazze ambargosu adeta unutulmaya yüz tutmuştu ki, Türkiye insanları uyandırdı. İsrail birden bire büyük bir baskı altında kaldı. Avrupa Parlamentosundan, Birleşmiş Milletlere kadar müthiş bir eleştiri kampanyası açıldı.
Sayın Başbakan eminim bu yazıya çok kızacak veya etrafındakiler ona öyle şeyler söyleyecekler ki, müthiş sinirlenecek. Oysa dostça bir saptama yapmak, etrafındakilerin dahi konuştukları ancak korkudan söyleyemedikleri bir gerçeğe dikkatini çekmek istiyorum. Hani “Yapıcı eleştiriye canım feda” diyorlar ya, işte öyle bir yaklaşımı denemeye çalışacağım.
Bunca uzun bir girizgah ve niyet beyanından sonra, bırakın da söyleyeceğimi söyleyeyim: Başbakan’ın üslubundan şikayetçiyiz.
Konuşmaları son dönemlerde çok sertleşti ve daha önemlisi çok kırıcı olmaya başladı.
Konuşmalarında her değindiği noktayı paylaşmıyorum. Ancak, söyledikleri arasında son derece doğru noktalara değindiğini, bu görüşlerini paylaştığımı belirtmeliyim. Zaten bunları da açıkça yazıyorum.
Şu sıralarda hepimiz çok kızgınız.
Kızgın iken sağlıklı karar verilemez. Oysa özellikle şimdi, soğukkanlı davranmaya en fazla ihtiyaç duyduğumuz bir dönemden geçiyoruz.
PKK, Türkiye’nin Uluslararası Konjonktürdeki sıkışıklıklarını değerlendirmiş, içerdeki durumu da çok elverişli görmüş olacak ki, kendini yakma pahasına ortaya atılıverdi.
Kendini yakma pahasına diyorum, zira hiçbir şey elde edemeyeceklerini çok iyi biliyorlar. Onlar için, ellerindeki militanları heba etmenin bir cezası yok ki. Kimseye hesap vermiyorlar. Tek amaçları, Türkiye’nin canını yakmak, kamuoyu sinirlendirmek ve bizi fevri davranmaya zorlamak... Doğrusu, şu birkaç gündür yaşananları izleyince, az da olsa başarı kazandıklarını söyleyebiliriz.
Nihayet yüzleri gülmeye başladı.
Uzunca bir süre korku içindeydiler. İktidar, Demokratik Açılım yapmış ve kamuoyunda müthiş bir heyecan olmuştu.
Kürt kamuoyu ilk defa, gerçek “barışın” gelebileceğini görmüştü. Tam anlamıyla inanmamışlardı, ancak müthiş bir ümit doğmuştu.
Eğer tutarsa, artık çocuklar dağa çıkmayacaktı ve hergün ölüm haberi gelmeyecekti.
Anayasa Mahkemesinin, Anayasa değişiklik paketini iptal etmesi durumunda bu kararın “yok sayılmasını” öneren ve bundan dolayı da hemen her kanattan eleştiri alan Osman Can, istifaya hazırlanıyor.
Önce 32.Gün programında benim ve Rıdvan Akar’ın sorularını yanıtlayan Osman Can, çok açık şekilde, Anayasa Mahkemesinin Anayasa paketindeki yargı ile ilgili maddeleri iptal etmesi durumunda “istifa edeceğini” açıkladı.
Bence Can, Anayasa Mahkemesinin kararını beklemeden dahi istifa etmeyi düşünüyor. Özel konuşmalarımızdan çıkardığım sonuç bu. Anayasa Mahkemesinin kararını bekleyip beklemeyeceği henüz belli değil. Sonra da bir üniversitede ders vermeye başlayacak. Yani kendi yol haritasını çizmiş ve nereye gideceğini kafasında kararlaştırmış.
Doğrusu, haklı bir yaklaşım.