İnanamıyorum.
PKK'nın ne yapmak istediğini anlayabilmek imkansız .
Mutlaka kendilerine göre birçok gerekçesi vardır, ancak uzun vadeli düşünüldüğünde , bu terör yaklaşımına bir anlam verilemez. Özellikle Kürt Hareketine ne getirip ne götüreceği hesap edildiğinde, tüm işaretler olumsuz çıkıyor.
Merak ediyorum, çoluk çocuk, sivil asker veya polis öldürerek, acaba gerçekten Kürt Hareketini ileri götüreceklerini mi sanıyorlar? Örneğin, Türk kamuoyunun artık bıkıp "verin gitsin" diyeceğini mi sanıyorlar ?
En sonda söyleyeceğimi hemen söylemem gerekiyor: BDP'nin yeri Türkiye Büyük Millet Meclisidir. Gerekçesi ne olursa olsun , halkın oyunu toplamış bir partinin dışarda kalması hiçbir yarar sağlamayacağı gibi, aksine partinin kaybına yol açar.
Herşeyin başında şu noktaya dikkat etmemiz gerekiyor :
BDP'li milletvekilleri, Kürt kökenli vatandaşlarımızın oylarıyla, Meclis'te görev yapmaları ve görüşlerini oraya taşımaları için seçildiler. Meclis'e girmeleri ve sokaklarda söylediklerini çok daha etkili şekilde kamuoyuyla paylaşmaları gerekiyor.
Dikkat edecek olursanız, bugün BDP sesini duyuramıyor.
Aslında öyle olaylar arka arkaya geldi ve bu olaylarla ilgili olarak hem Başbakan hem de diğer bazı bakanlar öylesine sık konuştu ve sert demeçler verdiler ki dışardan bakan herkeste bir kaygı doğdu. Türkiye'nin ilk defa askeri gücüne işaret etmesi de bu kaygı ve kuşkuları yaygınlaştı. Özellikle demeçlerde kullanılan dil ve üslup tırmanmayı arttırdı.
Bugün Türkiye, birçok başkentte "Bölgede sürtüşmeye hazır, hatta fırsat arayan bir ülke" gibi görülüyor.
Oysa hiç ilgisi yok.
Ankara'nın tahrik edilmedikçe veya çok zorunlu kalmadıkça silahlı kuvvetlerini kullanması söz konusu değil. Böyle bir imajın doğmasının bir nedeni olayların Türkiye'yi bu noktaya itmesi. Diğer bir neden de ileride doğabilecek daha tehlikeli durumları önleyebilmek için şimdiden etrafa gözdağı vermek istenmesidir. Ancak hemen herkesin üzerinde durduğu nokta, demeç bolluğu ve kullanılan sözlerle tırmanmanın sürdürülmesidir.
Bu tip gezilere çok katılan uzman arkadaşların dediklerine göre, zaman zaman çok sinirli ve elektrikli olurmuş. Bu defa yorgundu, ancak sinirli değildi. Tam aksine, rahattı. Doğrusu , yorgun olmasaydı yadırgardım. Zira tam bir hafta boyunca, sabahın 08.00' inden gece 23.00'e kadar toplantı- konuşma- çalışma ile geçti.
Müthiş bir tempo sergiledi.
1 saate yakın süren bu sohbetin en önemli bölümlerini sizin için özetledim :
PKK' nın hemen hemen hergün bir yeri vurması, şehitlerin sayısının artması, ister istemez New York’tan daha önemliydi.
"...Bence operasyonlarda ciddi kayıplara uğradıkları için, şimdi intikam peşinde koşuyorlar...Mart ayında hudut birliklerimiz devreye girecek. Orada sürekli kalacakları için daha etkili olacaklar. 5 bin kişi alındı, şu anda eğitiliyorlar...Şehirlerde de Özel Harekat devreye girecek." diye başladı ve uzun uzun beklentilerini anlattı. Bu arada, İran ile Pkk' ya karşı istihbarat alış verişi ve operasyonlarda işbirliği konularında da mutabık kaldıklarını belirtti.
Ben de dayanamadım. "Dikkat ediyorum, hep savaştan söz ediyoruz. Barış artık kalmadı galiba..." dedim.
Evet , artık müzakere etme, barış için ortam hazırlama dönemi bitmiş.
"...Müzakereler artık rafta. Pkk silah bırakan kadar bu mücadele sürecek" dedi.
BM BAŞKANI ERDOĞAN’I KÜRSÜYE ÇAĞIRINCA HEPİMİZİN DİLİ KURUDU....NEW YORK
Bizim açımızdan Perşembe gününün en önemli olayı Başbakan'ın Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu’nda yapacağı konuşmaydı. Aynı gün 15-20 devlet ve hükümet başkanı da konuşacaktı. Ne de olsa herkeste, saklansa dahi bir heyecan vardı.
Kolay mı? Koskoca Genel Kurul salonuna hitap edecekti. Sıralarda onlarca devlet ve hükümet başkanı oturuyor olacak, BM TV konuşmayı anında tüm dünyaya yayacaktı.
Biz Türküz. Böyle şeyleri çok ciddiye alır ve bir onur meselesi yaparız. Kürsüye Türkiye adına çıkacak olan kişiyle gurur duymak isteriz.
Başbakan Erdoğan, son konuşmalarında "Habur Açılımı artık bitmiştir" derken işte bu yeni yaklaşımı kastediyor.
Öncelikle Pkk'nın etkisiz duruma sokulması planlanıyor. Bunun için de hem TSK hem de Polis’in yeni metodlarla bu mücadeleyi sürdürmesi planlanıyor.
Washington'dan alınan yeşil ışık Ankara'nın moralini yükseltmiş durumda.
Kandil’e yönelik askeri baskının artması, Türkiye'ye geçiş yollarının daha sıkı şekilde kontrol altına alınması ve istihbaratın daha etkili paylaşılması gündemin başında gelen adımlar.
Erdoğan Orta Doğu'nun sıcak sokaklarındaki sıcak karşılamalar, alkışlar, öpüşmeler, sırt sıvazlamalardan sonra; kendini New York'un genelde soğuk diplomasisi, mesafeli tokalaşmaları ve yağmurlu havasının içinde bulacak.
Bir hafta süresince son derece hızlı bir diplomatik trafik yaşanacak.
Ele alınacak olan konuları şöyle sıralayabilirim:
- İsrail krizi...
- Güney Kıbrıs'ın, İsrail ile Akdeniz' de doğalgaz arama krizi...
Başbakan Erdoğan’ın İsrail’in peşini bırakmaya niyeti yok. Gazze ambargosu kalkana kadar Netanyahu hükümetini kovalayacak.
Bu akşam New York’a hareket ediyor. Geçen hafta Orta Doğu’daki gövde gösterisini bu defa Birleşmiş Milletler’de sürdürecek.
Bir hafta süreyle hem BM Genel Kurul toplantılarına katılacak hem de başta Obama olmak üzere, İran Cumhurbaşkanı Ahmedinecad ve henüz kesinleşmemiş isimlerle görüşecek.
BM toplantılarının temel konusu: Filistin Devleti’nin, uluslararası kamuoyu tarafından resmen kabul edilmesi.
Yani, İsrail bir hafta boyunca yine gündemin ilk sırasında oturacak. Erdoğan’ın her görüşmesi veya konuşmasında da yine İsrail ön plana çıkacak.
ERDOĞAN’IN İKİ TEMEL MESAJI VAR
Başbakan’ın İsrail ile ilgili olarak kamuoyuna yansıyan yaklaşımının iki temel nedeni var:
1. GAZZE ambargosunun yumuşatılması veya tümüyle kaldırılması. Türkiye tüm politikalarını, Netanyahu-Lieberman koalisyonunu bu ambargodan vazgeçirmeye yönelik uyguluyor. Baskıyı sürdürüyor. Filistin Devleti’nin BM Genel Kurulu’nda resmen tanınmasının bayraktarlığını da bu nedenle devam ettiriyor. Hatta Arapları zorlama pahasına ağırlığını koyuyor.