Paylaş
Başbakan Erdoğan’ın İsrail’in peşini bırakmaya niyeti yok. Gazze ambargosu kalkana kadar Netanyahu hükümetini kovalayacak.
Bu akşam New York’a hareket ediyor. Geçen hafta Orta Doğu’daki gövde gösterisini bu defa Birleşmiş Milletler’de sürdürecek.
Bir hafta süreyle hem BM Genel Kurul toplantılarına katılacak hem de başta Obama olmak üzere, İran Cumhurbaşkanı Ahmedinecad ve henüz kesinleşmemiş isimlerle görüşecek.
BM toplantılarının temel konusu: Filistin Devleti’nin, uluslararası kamuoyu tarafından resmen kabul edilmesi.
Yani, İsrail bir hafta boyunca yine gündemin ilk sırasında oturacak. Erdoğan’ın her görüşmesi veya konuşmasında da yine İsrail ön plana çıkacak.
ERDOĞAN’IN İKİ TEMEL MESAJI VAR
Başbakan’ın İsrail ile ilgili olarak kamuoyuna yansıyan yaklaşımının iki temel nedeni var:
1. GAZZE ambargosunun yumuşatılması veya tümüyle kaldırılması. Türkiye tüm politikalarını, Netanyahu-Lieberman koalisyonunu bu ambargodan vazgeçirmeye yönelik uyguluyor. Baskıyı sürdürüyor. Filistin Devleti’nin BM Genel Kurulu’nda resmen tanınmasının bayraktarlığını da bu nedenle devam ettiriyor. Hatta Arapları zorlama pahasına ağırlığını koyuyor.
2. MAVİ MARMARA gemisi baskınında, uluslararası sularda 9 Türk vatandaşının öldürülmesi de ikinci neden. Nasıl ABD, hatta İsrail kendi vatandaşlarına sahip çıkıyor ve uğranılan bir haksızlığın hesabını soruyorlarsa, Türkiye de bu olayın peşini bırakmak istemiyor. Bundan dolayı da İsrail’in “Tazminat vermesi ve özür dilemesi” koşullarında ısrar ediyor.
ANKARA BU OLAYI KABULLENEMİYOR...
Ankara’da sert rüzgarlar esiyor. Hükümet, 9 Türk vatandaşının öldürülmesini içine sindiremiyor. “Sessiz kaldığımız taktirde, bunu iç kamuoyuna anlatamazdık. Ayrıca, sessiz kalınca İsrail tüm Akdeniz’de, kendine ait olmayan uluslararası sularda dahi istediğini yapabilir duruma girerdi” diyen bir dışişleri yetkilisi, şu önemli noktaya da dikkat çekti: “Türkiye’ye dokunan eninde sonunda cezalanacağını bilmeli”
Ankara’daki hava işte bu...
Bakalım New York’ta neler yaşayacağız.
TÜRKİYE ÇIRILÇIPLAK...
Bırakın vatandaşların konuşmalarının dinlenmesini, ülkenin her yanı, her resmi kurumu resmen eleğe dönmüş durumda. Sözünü ettiğim kurumlarda hemen hergün en önemli bilgiler paylaşılıyor, hayati derecede gizli kalması gereken konuşmalar yapılıyor. Ancak bir bakıyorsunuz bu konuşmalar veya bilgiler bir süre sonra internete düşüyor.
İşte bundan dolayı, Türkiye çırılçıplak diyorum.
Genelkurmay’daki bir toplantıdan tutun da İçişleri Bakanlığı dahil olmak üzere hemen her kurum dış dinlemeye açık yaşıyor.
Nedeni de basit: Ülkemizin elektronik dış dinlemeleri durduracak bir ağı yok. Ulusal çapta korunması veya istihbaratçıların deyimiyle teknik anlamda “kontr espiyonaj” çalışması yok. Hemen her ülkenin ulusal çapta kendini koruma sistemi vardır. Kendilerini, dışardan uzatılan kulaklara karşı korurlar. Sistemlerini de kendi kendilerine geliştirirler.
Türkiye nedense bugüne kadar bu konuyu ciddiye almamıştır.
Askeri veya sivil, duyarlı kurumları ve binaları apaçık dinlemeye açıktır. Portatif bazı sinyal karıştırıcılarla korunulmaktadır ki bu son derece yetersizdir.
Böyle bir sistem yabancı bir ülkeden de satın alınamaz. Ulusal çapta üretmek zorunluğu vardır.
Türkiye de böyle bir sistemi geliştirebilecek güçtedir. Uzaya uydu atmaya hazırlanan bir ülkenin, böyle bir sistemi kendi başına geliştirememesi söz konusu olamaz.
Artık eleğe döndüğümüzü görelim ve harekete geçelim.
LİBYA' DAKİ ASIL KAVGA TÜRKİYE DEĞİL, PETROL PAYLAŞIMI
Libya'da son hafta yaşananlar için yanlış bir yorum yapıyoruz.
Türk medyası ve TV'lerde konuşan büyük kafalar, Fransız Devlet Başkanı Sarkozy ile İngiltere Başbakanı Cameron'un, Türk Başbakanı Erdoğan'ın Libya'ya gideceğini duyunca panikledikleri ve ondan önce orada görünebilmek amacıyla Libya'ya koşuşturdukları yorumunu yapıyor.
İlgisi dahi yok. Belki dıştan bakınca böyle bir izlenim doğmuş olabilir. Ancak için gerçeği bambaşka. Bu aslında Fransa, İngiltere ve İtalya arasındaki bir yarıştan kaynaklanıyor.
Petrol çıkarma yarışı. Yani asıl paranın kazanıldığı kaynak.
Libya petrolünü çıkarma ve pazarlama konusundaki en büyük payı İngiliz BP şirketi aldı. İkinci durumda İtalyan ENİ var. Fransa’nın payı, bu iki devin yanında çok küçük kalıyor.
Sarkozy' nin derdi işte bu. Payını artırmak.
Türkiye petrol çıkarma alanında yok. İnşaat'ta var. İnşaat ise Fransa veya İngiltere’yi petrol paylaşması kadar ilgilendirmiyor.
İşte yarışın asıl nedeni bu...
Paylaş