Ayrılığımız uzun sürdü.
Sağlık sorunları ortaya çıkınca, insanın gözü hiçbir şey görmüyor.
O ana kadar çok önem verdiğiniz konular küçülüveriyor.
Nefret ettiklerinize farklı şekilde bakmaya başlıyorsunuz. Size kan kusturan insanlar gözünüzde daha da küçülüp yok oluveriyorlar.Dostlarınız ve sevdikleriniz ise daha da büyüyorlar.
Hayat boyu peşinde koştuğunuz , kazanabilmek için çırpındığınız paranın anlamı yok oluveriyor.
İçinize kapanıyorsunuz ve tüm değer yargılarınızı sorgulamaya başlıyorsunuz. Sonunda da, kendinize dert edindiğiniz nice sorunun hiçte sandığınız kadar önemli olmadığını görüyorsunuz.
Kepenklerimi kapattım. Dışımdaki hiçbir şeyle ilgilenmedim. Ne gazete okudum, ne televizyon seyrettim. Gündemi hiçbir şekilde izlemedim.
Ben artık ne YSK’ ya kızıyorum, ne de birbirinden farklı kararlarından dolayı yargımızı eleştiriyorum.
Artık vazgeçtim.
Şu yaşadığımız karmaşayı hepiniz görüyorsunuz.
YSK seçimler öncesinde bir karar veriyor ve BDP’ li adayların seçime katılamayacağını belirtiyor. Ardından, tepkiler çıkınca, çok garip bir gerekçe yaratıp kararını geri alıyor.
Artık zor günler geldi, çattı.
İki yıldır bir şeyler olmasını bekliyoruz. Kürt açılımının çökmesinden sonra, seçim var diye yine bekledik.
Artık hiçbir geciktirme özrü kalmadı.
Ya barış için harekete geçeceğiz ya da şehit cenazelerinin artacağı yeni bir sürece gireceğiz.
DEVLETE KARŞI SUÇLAR MUTLAKA AFFEDİLMELİ...
Sanayi Bakanı Nihat Ergün geçen gün, Kürt sorunuyla ilgili, son derece önemli görüşler ortaya attı. “Devlete karşı işlenen suçlar affedilmeli” dedi.
Tabii hemen kazanlar kaynatılmaya başlandı.
Muhalefet ayaklandı, kendi partisinden Kuzu dahi "Bizim gündemimizde böyle birşey yok" diye hemen savunmaya geçti. Devlet de kendini koruma refleksiyle hareketlendi.
Her insanın bir unutulmama tutkusu vardır.
Hepimiz fani olduğumuzu bildiğimizden dolayı, ileride hatırlanmayı düşleriz. Yaşamımız boyunca, imkanı olanlar, hep kalıcı birşeyler bırakmaya çalışırlar. Kimi apartıman yaptırır ve adını yazdırır, öbürü cami diker ve adını koyar. Biraz daha öne çıkanlar, bağışlar yapıp sokaklara veya caddelere isimlerinin verilmesine çalışırlar.
Eminim sizlerin de böyle tutkularınız vardır.
Hiç imkanı olmayan, erkek torun peşinde koşar. Sırf soyadı devam etsin diye, çocuklarını sıkıştırır.
Ankara pek açık vermemeye çalışıyor, ancak durum giderek güçleşiyor. Zira Suriye’de değişim neredeyse imkansız. Orta Doğu’daki Türk büyükelçilerinin toplu halde Türkiye’ye davet edilip görüşlerinin alınması, daralmanın boyutlarını gösteriyor.
Başbakan’ın en büyük kaygısı, Suriye’de bir Alevi-Sunni çatışmasının çıkması, büyük kan dökülmesi ve yüzbinlerce Suriyelinin Türkiye’ye göçmesi...
Bunu engelleyebilmek için düşünülen iki senaryo da, kolay kolay uygulanabilir cinsten değil.
1. GÜVENLİ TAMPON BÖLGE: Türkiye şu ana kadar, uluslararası kurumları işin içine sokmadı ve göçmenlere kendi başına yardım veriyor. Ancak ilerde bu yükü taşıması imkansızlaşacak. Türkiye’nin kapasitesi 50 bin civarında. Eğer bu rakam yüzbinlere çıkarsa, o zaman Birleşmiş Milletler devreye sokulacak ve Suriye toprakları içinde güvenlikli bir tampon bölge oluşturulabilecek. Tabii bu, olayların ve göçün boyutuna göre şekillenecek. Böyle bir bölge için Türk Silahlı Kuvvetleri’nin kullanılması aslında riskli. Başka bir ülke topraklarına asker sokmak daima sorun yaratır. Söylemesi ve planlaması kolay, ancak gerçekleştirilmesi çok zor bir senaryo...
2. ESAD’A REFORM ÇAĞRISI: Söylemesi kolay, ancak gerçekleştirilmesi zor olan diğer bir konu da, Başbakan’ın Suriye Devlet Başkanı’na yaptığı “Reformlara devam et” çağrısıdır. Eminim Esad, Başbakan’ın sözlerini dinlerken kendi kendine “Kolaysa sen gel yap” diyordur.
Esad, Erdoğan’ın tavsiyelerine uyamaz. Artık öyle bir noktaya gelindi ki, demokratikleşme süreci demek, tüm Esad ailesinin iktidarı kaybetmesi demektir. Esad bunu göze alamaz. Tek kurtuluşu direnişin çok sürmemesi, fazla kan dökülmeden olayların bastırılabilmesi. Böylece, hem Esad ailesi iktidarda kalabilir, hem de Türkiye’yi son derece riskli bir girişimden kurtarabilir. Ben, buna pek ihtimal vermiyorum. Esad direnecektir ve er ya da geç Suriye’nin kontrolünü kaybedecektir. Gidiş o yönde...
* * *
BU ÇIKIŞ , BAYKAL’A HİÇ YAKIŞMADI...
Kimsenin bu seçimlerden şikayet etmeye hakkı yok.
Olaysız, şüphe uyandıracak yolsuzlukların yaşanmadığı bir seçim geçirdik. Daha da önemlisi, uzun süredir ilk defa Türk toplumu en geniş şekilde TBMM 'de temsil ediliyor olması. Bütün bu açılardan bakarsak, Türk demokrasisi büyük bir kazançla çıktı. Mazoşistliği bir yana bırakalım ve bir defalığına, bu yeni sürece ümitle bakalım.
Tabii bizlerin de, Başbakan Erdoğan’dan başlamak üzere, en alt düzeydeki yetkilisine kadar, tüm Ak Parti kadrolarından beklediğimiz önemli bir tutum var. Başbakan’ın balkondan söylediği gibi, gururlu ve ezici davranmamaları, bu zaferi tevazu ile benimsemeleri ve “Ben ne oldum “ dememeleri.
Ak Parti’nin asıl sınavı şimdi başlıyor.
Şimdi herkes efelik taslayacak ve “Ben demiştim” diyecek. Ben AKP’nin kazanacağından emindim, ancak yüzde 50 gibi müthiş bir sonuç elde edebileceğini sanmıyordum. 45-46 gibi bir sonuç olabileceğine inanmıştım. Bunda anketlerin de etkisi vardı tabii...
Sadece benim değil, medyanın egosu yüksek takımının da, ülkenin nabzını tutamadığına inandım. Kampanya sırasında öylesine yazılar okudum ki, bugün büyük bölümünün kalemlerini bırakıp, gazetelerinden istifa etmeleri gerekir.
Kim ne derse desin, Erdoğan istediğini elde etti.
Yok, herkese bahşiş dağıtmış, yok sertlik yapmış, yok BDP’ye ters davranmış, ne yapmışsa yapmış.
Ülkedeki iki kişiden birinin beğenisini kazanmış durumda.
Bravo doğrusu...