Paylaş
Bu tip gezilere çok katılan uzman arkadaşların dediklerine göre, zaman zaman çok sinirli ve elektrikli olurmuş. Bu defa yorgundu, ancak sinirli değildi. Tam aksine, rahattı. Doğrusu , yorgun olmasaydı yadırgardım. Zira tam bir hafta boyunca, sabahın 08.00' inden gece 23.00'e kadar toplantı- konuşma- çalışma ile geçti.
Müthiş bir tempo sergiledi.
1 saate yakın süren bu sohbetin en önemli bölümlerini sizin için özetledim :
PKK' nın hemen hemen hergün bir yeri vurması, şehitlerin sayısının artması, ister istemez New York’tan daha önemliydi.
"...Bence operasyonlarda ciddi kayıplara uğradıkları için, şimdi intikam peşinde koşuyorlar...Mart ayında hudut birliklerimiz devreye girecek. Orada sürekli kalacakları için daha etkili olacaklar. 5 bin kişi alındı, şu anda eğitiliyorlar...Şehirlerde de Özel Harekat devreye girecek." diye başladı ve uzun uzun beklentilerini anlattı. Bu arada, İran ile Pkk' ya karşı istihbarat alış verişi ve operasyonlarda işbirliği konularında da mutabık kaldıklarını belirtti.
Ben de dayanamadım. "Dikkat ediyorum, hep savaştan söz ediyoruz. Barış artık kalmadı galiba..." dedim.
Evet , artık müzakere etme, barış için ortam hazırlama dönemi bitmiş.
"...Müzakereler artık rafta. Pkk silah bırakan kadar bu mücadele sürecek" dedi.
Sonradan anladım ki, müzakerelerden kastettiği, Pkk ile Devlet arasındaki görüşmeler imiş. Artık bu tip temaslar yapılmayacakmış. Bu durumda Öcalan ile temasların da askıya alındığı anlaşılıyor.
Ancak Başbakan ardından da ekledi: "... BDP Meclis'e gelirse, onlarla siyasi müzakereler yaparız . Sonrasını onlar bilirler. Kimle paylaşırlarsa paylaşırlar..."
İlginç bir yaklaşım değişimi. Başbakan'ın BDP'yi artık sildiği izlenimi vardı. Oysa bu sözler tam aksi bir süreç başlatıyor.
SURİYE'YE YAPTIRIMLAR GELİYOR...
Sohbetin diğer ilginç ve yeni tarafı, Suriye'ye yaptırımların hazırlandığı haberiydi.
"...Şimdiye kadar hiçbir yaptırım kararımız yok. Sadece silah trafiğini kontrol edebilmek için hava sahasıyla ilgili önlemler aldık, o kadar. Yakında Hatay kampına gideceğim ve ondan sonra yaptırımlar başlayacak..." dedi. Ancak hiçbir ayrıntı vermedi.
Bu arada benim çok dikkatimi çeken bir diğer sözü, İran Cumhurbaşkanı Ahmedinecad ile yaptığı ve önemli bir bölümünün Suriye'deki duruma ayrılan görüşme konusunda "Esad iktidarının uzamasındaki tek etken İran kaldı. Anahtar Tahran'ın elinde. Son destek veren ülke konumunda. Onlar da tutumlarını değiştirmeye başladılar." dedi .
Kıbrıs, Suriye ve İsrail ile ilişkilerdeki sertleşmeyi sordum. Uluslararası kamuoyunda, Türkiyenin pazu gösterisine girdiği izleniminin arttığını , bundan rahatsız olup olmadığını sordum.
Hiç rahatsız değil.
"... Türkiye artık Akdeniz'de varlığını göstermesi gerekiyor ve gösterecek. Askeri gücümüzü arttıracağız. Ancak bizi bu konuda da da Kıbrıs ve İsrail zorluyor " demekle yetindi.
Başbakan böyle diyor, ancak Türkiye'nin hem içerde hem de dışardaki imajı giderek kuşku ve kaygı yaratıyor.
Şu bir haftalık gezi sonunda , kendi kendime " Acaba artık frene basma zamanı gelmedi mi ? gelmedi mi , diye sordum.
Bu konuya yarın değinmek istiyorum.
ERDOĞAN HERKESE FIRÇA ATTI VE ALKIŞ ALDI !
Doğrusunu söylemek gerekirse, Türkiye'de izlediğimiz Tayyip Erdoğan ile bir hafta boyunca New York' ta izlediğimiz Tayyip Erdoğan arasında hiç fark yoktu.
Sevdiğini yüceltti , arkasında durdu.
Sinirlendiği liderleri fırçaladı.
Çok net konuştu. Lafını esirgemedi. Sözlerini de kıvırtmadı. Diplomatik nezaket gösterilerine girmedi. Stratejik gerçekler veya hemen herkesin yaptığı gibi çıkar hesapları yapmadı. İnsan unsurunu ön plana çıkardı.
İki ülke Erdoğan'ın fırçasından kurtuldu. Daha doğrusu, iki halkı ön plana çıkardı ve onların adeta avukatlığını yaptı. Biri Somali, diğeri de Gazze halkıydı.
Fırça yiyenlerin ve neden fırça yediklerinin listesini şöyle tuttum:
İSRAİL Başbakanı Netanyahu'nun, bu fırçalara alışmış olması gerekiyor. New York' ta da payına düşeni aldı. Hemen her konuşmasında Netanyahu' nun kulaklarını çınlattı. Yalan söylediğini dahi örnek verip anlattı.
ABD Devlet Başkanı Obama hem ikili görüşmede, hem BM Genel Kurul, hem de SETA konuşmasında fırçalandı. "Geçen yıl burada Filistin Devleti göreceğinizi söylemiştiniz, şimdi nasıl vetolarsınız? Tutumunuzu değiştirmelisiniz"
Birleşmiş Milletleri, genel kurul konuşmasında yüzlerine karşı yerden yere vurdu. Filistin ve Somali konusundaki tutumunun tam anlamıyla, utanç duyulacak bir aciz gösterisi olduğunu söyledi.
Güvenlik Konseyinin 5 daimi delegesinin veto hakkının büyük bir haksızlık olduğunu, dünyayı istedikleri gibi yönetmeye çalıştıklarını, bunun kabul edilemeyeceğini SETA konuşmasında uzun uzun açıkladı.
İran Cumhurbaşkanı Ahmedinecad, Suriye'ye özellikle de Esad'a destek verdiğinden dolayı "daha yumuşak "bir fırça yedi. Bu tutum devam ettiği taktirde bölgede çok tehlikeli bir Sunni-Alevi çatışmasıyla karşı karşıya kalınacağı yolunda uyardı.
Irak Cumhurbaşkanı Talabani de nasibini aldı tabii. Talabani, İkili görüşmede, Türk uçaklarının hava saldırılarından şikayet edince, Başbakan, PKK'nın Kandil'de kaldıkça ve Kuzey Irak'ta faaliyetini sürdürdükçe bombardımanın da devam edeceğini söyledi. Başka bir tutum beklenmemesi gerektiğini vurguladı.
Fransız Devlet Başkanı Sarkozy ve İngiltere Başbakanı Cameron ise , biraz üstü kapalı şekilde eleştiri aldı. Libya'nın petrolünü paylaşma yarışı, Somali başta olmak üzere Afrikadaki kolonyalist yarışından dolayı fırçalandılar.
TÜRKiYENİN KAFA TUTMASI
HALK ÇOK HOŞUNA GİDİYOR...
Belki dış politika uzmanları, muhalefet ve elit çevreler bu fırçalamaları eleştirebilirler, ancak emin olun Türk toplumunun önemli bir bölümü çok memnun. Çok hoşuna gidiyor. Herhalde, yıllarca ezilmiş olmanın ruh haliyle Erdoğan'ın etrafa çatması, kafa tutması ve fırçalaması insanlarımızı gururlandırıyor.
Sadece vatandaş düzeyindekiler değil, Erdoğan'ın politikalarıyla uyuşmayan, kimi muhalif yaklaşımlı kesitlerin de hoşuna gidiyor. Türkiye'nin kafa tutması, Uluslararası alanda Türkiyeden söz edilmesi, Başbakanının gezilerde alkışlanması memnuniyet yaratıyor.
Tabii bu yaklaşımın bir de sınırı vardır.
Kafa tutmak, fırçalamak hoşumuza gidebilir, ancak nerede durulması gerektiği bilmek koşuluyla. Bu soruyu Dışişleri Bakanı Davutoğlu'na sordum: "Bazı ülkeleri tehdit dahi ediyoruz. Nerede duracağımızı , demeçlerin sınırlarını biliyor muyuz ? "
"Hiç tereddütünüz olmasın" diye yanıtladı.
Hadi hayırlısı...
Paylaş