Mehmet Ali Birand

Bu manzaraları çok özlemişiz…

11 Ekim 2011
Haftasonu iki resim toplumu çok etkiledi. Bunlardan biri, Başbakan’ın annesi için göz yaşı dökmesi. Diğeri de Kılıçdaroğlu’nun Erdoğan’ı tam kadro ziyaret edip taziyelerini bildirmesi. Liderlerimizin böylesine uygar tutumlar sergilemelerine hiç alışmamıştık. Meğer çok özlemişiz .

HİÇ AĞLAYAN BAŞBAKAN GÖRMEMİŞTİM…
 
Çok özlemişiz değil mi?
 
Uygarca yaklaşımları, hislerini saklamamayı çok özlemişiz.
 
Bu hafta sonu yayınlanan iki resim kamuoyunu çok etkiledi.

Yazının Devamını Oku

Suriye’ye askeri müdahale mi var?

8 Ekim 2011
Dışardan baktığınızda sanki Türkiye, Suriye yönetimini zorla değiştirmek için askeri güç kullanabilirmiş, hatta bunun hazırlıkları içindeymiş gibi bir izlenim edinebilirsiniz. Bir yandan sınır boyundaki askeri tatbikat öte yandan Başbakan’ın “Suriye’ye seyirci kalamayız” demesi ve yarın Hatay’daki kampları dolaştıktan sonra yeni yaptırımlara karar vereceğini söylemesi bu kuşkuları arttırdı. Gerçekten bir savaş olasılığından söz edilebilir mi?

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Perşembe akşamki 32.GÜN programında konuğum oldu.
 
Sizleri bilemem, ancak beni bir süredir  “Suriye ile savaşa mı gidiyoruz?” sorusu kuşkulandırıyordu. Nasıl olmasın ki; Başbakan “Suriye’de yaşananlara seyirci kalamayacağını” söylediği sırada, Suriye sınırında Türk Silahlı Kuvvetleri’nin tatbikatları başladı.
 
Davutoğlu ile söyleşiden edindiğim izlenim, bir savaş çıkması, askeri bir müdahalede bulunulması şeklinde değil. Ancak Esad’ın da artık orada kalamayacağı şeklinde. Türkiye’nin kaygısı, Suriye’de çıkacak olan bir iç sürtüşmenin yaygınlaşması ve büyük bir göç dalgasıyla karşı karşıya kalınması. Anladığım kadarıyla askeri önlemler de daha çok bu olası göç olayını engelleyebilmeye yönelik.
 
Davutoğlu’nun sözleri arasında en ilginci, “Sıfır sorun” konusunu tartışmaya başlayınca belirdi. “Nerede kaldı sizin sıfır sorununuz?” diye, biraz da iğneleyici bir soruya çok farklı bir yanıt verdi.

Yazının Devamını Oku

Türkiye artık cici çocuk olmayacak…

7 Ekim 2011
Türkiye uzun yıllar boyunca batı dünyasının en “Cici çocuklarından” biriydi. Ne denirse kabul eder ve hiç ters tepki göstermezdi. Uluslararası ilişkilerde, Amerikan Büyükelçisi hangi yönde oy verirse, bizim temsilcilerimiz de aynı oya katılırlardı. Bu dönemin artık kapandığı anlaşılıyor. Akdeniz'de bayrak gösteren, ilgi sahası yaygınlaşan, hakkını arayan bir ülke konumuna giriyor. Önemli olan bu oyunun sınırlarını iyi hesap edebilmek...

“CİCİ” ÇOCUKTUK,  KİMSE YÜZÜMÜZE BAKMAZDI...
 
Türkiye'nin dış ilişkilerini  yakından izleyenler  şimdi anlatacaklarımı çok iyi bilirler. Hele emekli büyükelçilerimiz bu politikalara  birebir tanıklık etmişlerdir. Yani sizlere hikaye anlatmayacağım . Sadece bir hatırlatma yapmakla yetineceğim.
 
Türkiye, özellikle soğuk savaş döneminde, 1950'lerden itibaren batının en “Cici çocuklarından” biriydi. NATO'nun sadık müttefiki olarak üstüne düşen her şeyi yerine getiren, soru sormayan bir ülkeydi.
 
Ankara'nın hangi yönde oy kullanacağı, nasıl bir politika izleyeceği bilinirdi.  Uluslararası bir toplantıda Amerikan delegasyonu nereye oy veriyorsa, Türk delegasyonu da aynı oyu kullanırdı.

Yazının Devamını Oku

Alman vakıflarına yargısız infaz mı yapıyoruz?

6 Ekim 2011
Türkiye’deki dört Alman vakfı tekrar mercek altına alındı. Gerçek görevi “düşünce kuruluşu” olan bu vakıflarla, gerçekten istihbaratçılık yapanları galiba birbirine karıştırıyoruz. Yabancılardan kuşkulanma hastalığımız tekrar su yüzüne çıktı. Başbakan son derece ağır suçlamalarda bulundu. Ancak polis suskun. Eğer bir suç varsa harekete geçmeleri gerekmez mi?

Ak Parti iktidarının en güçlü yanı bazı kararları hiçbir kompleks duymadan almasıdır. Bunun en son örneklerinden biri de azınlık vakıflarının devlet tarafından haksız şekilde el konulmuş  mallarının geri verilmesi yolundaki kararıdır. Bu örnekleri çoğaltmak da çok kolaydır.
 
Şimdi bakıyorum, Başbakan Alman vakıflarına son derece önemli ve ağır suçlamalarda bulunuyor. Bunların çeşitli yollardan PKK’ya yardım ettiklerini söylüyor. İşin içine CHP belediyelerine  de yardım edildiği iddiası da girince, tabii ki olayın boyutları büyüdü. Vakıflarla, Türkiye’ye yatırım kredisi veren Alman kurumları birbirine karıştı.
 
Türkiye’de faaliyet gösteren dört önemli Alman vakfı var:
 
Konrad Adenauer-Friedrich Ebert- Friedrich Naumann- Heinrich Böll

Yazının Devamını Oku

Arapça öğrenen şeriatçı olmaz…

5 Ekim 2011
Haber Türk Gazetesi’nde Pazartesi günü yayınlanan bir haber duyarlı çevrelerde rahatsızlık yarattı. İlk okuduğumda ben de kendi kendime “Hoppala, bu da nereden çıktı?” dedim. Hemen aklıma Ak Parti iktidarının eksen değiştirme çabaları geldi. “Acaba bu önerinin altında başka bir şey var mı?” sorusunu sordum. Nedense koşullanmış bir kuşkuculuk var içimizde. Adeta içimize yerleşmiş ve bir türlü atamadığımız bir kuşku bu…

Konu 1997’den bu yana ilköğretimin 4. sınıfından itibaren seçmeli yabancı dil olarak verilen ikinci yabancı diller arasına “Çince, Fransızca, İngilizce, İspanyolca, İtalyanca, Japonca ve Rusça’dan” sonra Arapça’nın da alınması. Şimdi Milli Eğitim Bakanlığı’nda bir hazırlık başlatılmış. Buna göre önümüzdeki yıllarda Arapça’nın aşamalı şekilde 4.  sınıftan 8. sınıfa kadar seçmeli dil olarak okutulması planlanıyor.

Yabancı bir dil okutulmasıyla  laik sistemin tehlikeye girmesi arasında belki bir ilişki kurmakta zorlanabilirsiniz. Ancak  sözü edilen dil Arapça olunca nedense işin rengi değişiyor. Fransızca, Almanca veya İngilizce olsa kimse böyle bir tartışmaya girmezdi. Normal görülürdü.

Arapça’nın yaygınlaşmasından neden ürküyoruz ?

Oysa her yabancı dil öğrenen kişiye çok şey katar. O kişi bir ikinci kimlik kazanır. Geçmişin içimize soktuğu “Batı değerleri daha yararlıdır…Doğu değerleri geridir” anlayışı özellikle söz konusu dil Arapça olunca daha da canlanıyor.

Fransızca, Almanca veya İngilizce öğrenmek batılı değerlere bağlılık, Arapça ise gericilik, daha da önemlisi  İslamcılığı arttırıcı bir unsur olarak görülürdü. Hedefimiz batı, batının teknolojisi ve zenginliği idi. Arap olan şeyler bizi ilgilendirmezdi.

Türkiye, dünya dengeleri düşünüldüğünde artık bambaşka bir sürece girmiş durumda. Bu süreçte de yabancı dil bir zorunluktur.  Para kazanabilmek ve başka ülkelerin deneyimlerinden yararlanmak için kaçınılmazdır. Bu dönemde özellikle  Arapçayı küçümsemekten vaz geçmeli, öğrenen herkesin kendini Siyasi İslam’a kaptıracağı gibi bir kuşkuyu da üstümüzden atmamız gerekiyor.

Bütün bunlar bir yana, benim yabancı dil konusunda iki önemli  notum var:

1- Arapçanın yanı sıra, hatta Arapça kadar önem verilmesi gereken diğer “yükselen dillere” dikkat edilmesi gerekiyor. Bunların başında da Çince geliyor. Unutmayalım ki geleceğin yükselen ülkesi Çin’dir. Ardından da hemen yanı başımızdaki komşunun Rusçası geliyor.

Yazının Devamını Oku

Gül, Kürt sorunuyla Çankaya’ya damgasını vurdu…

4 Ekim 2011
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün TBMM açılışında yaptığı konuşma, neresinden bakılırsa bakılsın, sağduyu ve yerinde uyarılarla doluydu. Bugüne kadarki yaklaşımıyla Gül, Çankaya’ya damgasını vurdu.

2007 yılındaki Çankaya savaşlarını hatırlayın.
 
Gül’ün Köşk’e çıkmasıyla birlikte, eşinin türbanlı olmasından dolayı, Türkiye’nin bir ikinci İran olacağı ileri sürülmüştü. Bugün bir değerlendirme yaptığımızda acaba  aynı şeyleri söyleyebilir miyiz?
 
Ne Türkiye İran oldu ne de Köşk dincilerin merkezine dönüştü.
 
Birçoğumuz boşuna korkmuşuz. Hala boşu boşuna korkanlarımız var.

Yazının Devamını Oku

BDP’yi dövmekten artık vazgeçin…

1 Ekim 2011
BDP’yi hırpalamak, yerden yere vurmak neredeyse milli bir spor oldu. PKK’nın her cinayeti BDP’nin sırtına yükleniyor. Hoş BDP’liler de bu görüntüden kurtulmak için hiçbir şey yapmıyorlar ya! Neyse. Bugün yemin edip Meclis’teki yerlerini alacaklar ve Anayasa çalışmalarına katılacaklar. Yeni ve son derece önemli bir dönem başlıyor. Karşımızda da diyalog kurabileceğimiz, Kürtlerin gerçek temsilcileri olarak ortaya çıkan bir tek onlar var. Dövmek yerine sorunu çözmeye bakalım.

Bugün son derece önemli ve yepyeni bir dönem başlıyor.
 
Türkiye Büyük Millet Meclisi toplanıyor.
 
Bu olayı ben iki nedenle önemsiyorum.
 
İlki, bu Meclis’in yeni bir Anayasa yapacak olması. Diğeri de BDPlilerin  görevlerinin başına dönmeleri.

Yazının Devamını Oku

Başbuğ hem çok rahat hem de sıkıntılı…

30 Eylül 2011
32.Gün'ün yeni sezonuna Emekli Orgeneral ve Genelkurmay Eski Başkanı İlker Başbuğ söyleşisi ile başladık.

 Dün geceki Kanal D Ana Haber ve gece de 32.Gün'de izleyemedinizse, bu gece saat 23:00’te CNN TÜRK'te yeniden yayınlanacak. Ayrıca  www.mehmetalibirand.com.tr adresinden de izleyebilirsiniz. Tavsiye ederim. Zira PKK teröründen tutun; Andıç davası, Asker- Sivil ilişkilerine kadar  aklınıza gelebilecek her soru vardı. Tabii hepsine yanıt alamadım. Başlıca nedeni de  davaların hala devam etmesi. Başbuğ davaları etkilemek istemiyor.
 
Çekim öncesinde ve sonrasında uzun uzun konuştuk.
 
Davalarla ilgili olarak son derece rahat.
 
İddianame dikkatli şekilde okunduğunda hem "İnternet Andıcı"  hem de Balyoz davalarında sıkıntılı bir duruma düşmesinin söz konusu olmayacağı ileri sürülüyor .

Yazının Devamını Oku