Genelkurmay Başkanlığında, PKK terörü ile ilgili çalışmalar açısından son derece ümitli bir bekleyiş ve çalışma var.
Kamuoyu pek farkına varamıyor, ancak Genelkurmay PKK’nın büyük bir uluslararası baskı altına girdiğine ve dağılma sürecini yaşadığına inanıyor.
Org. Başbuğ’un son konuşmasındaki sözleri dikkatlice incelendiği zaman, Genelkurmay Başkanının bu konudaki beklentisi ve hazırlıkları anlaşılabiliyor.
Başbuğ’un çizdiği manzara, bize yaptığı özel değerlendirmeler ve Genelkurmay çevrelerinden edindiğim bilgiler, TSK’nın terör örgütüne karşı hemen her yönden harekete geçtiğini, hatta bir zamanlar tepki verdiği konularda dahi tutum değiştirmeye başladığını gösteriyor. Bunların başında da, Kuzey Irak Kürdistan yönetimiyle temaslar geliyor.
Gazete haberlerine göre, RTÜK 33 TV kanalına ceza yağdıracakmış.
Gerekçesi de, Bostancı’da polisin hafta içindeki hücre evi baskınıyla ilgili yayın yasağına uyulmamasıymış.
Ceza, kişi veya kurumları yasaklara uymamaları durumunda verilir. Bir nevi caydırıcı unsurdur. Cezayı alanların, aynı durumla karşılaştıklarında, korkup, aynı suçu işlememeleri beklenir değil mi ?
Ancak, ya konulan yasak “uygulanamaz ve abartılı” bir yasak ise ne olacak ?
PKK’nın işi giderek zorlaşıyor. Zorlaştıkça da, suikastlerinin sayısı artıyor.
Bu durum, Cumhurbaşkanı Gül’ün son Bağdat ziyaretinde çok net şekilde anlaşıldı. Genlekurmay Başkanı da dünkü basın toplantısında “Türkiye, PKK’yı tasfiye etme fırsatı yakalamıştır. Bunu kaçırmamalıyız” dedi. Örgütün durumu gerçekten son derece güç. Durum böyle olunca da, gözü kara vuruyor. Dünkü Lice olayı da bunun tipik örneği. 9 şehide rağmen Genelkurmay Başkanı dün son derece kararlıydı.
Hemen her yönden baskı var.
Dışardaki orkestrayı Washington yönlendiriyor. Hemen yanıbaşında da Avrupa Birliği var.
Ancak, ne yapıp edip, bu davayı çivisinden çıkarmayı başardık. Bu başarı tek bir kesime ait de değil. Hepimiz büyük katkıda (!) bulunduk. Başta ,bu soruşturmayı gerçekleştirenler olmak üzere, iktidarı, muhalefeti ve tabii en etkilisi sayılan medya, son derece hayati bir olayı mahvettiler. Kim ne derse desin, ne kadar yeni önlemler alınırsa alınsın, bu dava yeniden rayına girmez. Yazık oldu.
Ergenekon, Türk yargı tarihinin en önemli davalarından biridir.
Cumhuriyetten bu yana, darbe yapmayı planlayanlar veya bir darbe için zemin hazırlayanların yargılanmasına ilk defa rastlanmaktadır. Şimdiye kadar darbeler, daima ülkenin çıkarı ve demokrasinin yaşaması için gerçekleştirilen haklı girişimlerdi.
Darbe süreçleri de, şöyle işlerdi:
Başkalarına kızmayalım, suçlamayalım.
Asıl sorumlu bizleriz.
Ermeni Soykırım iddialarını 94 yıldır görmezden gledik. Adamlar, arı gibi çalıştı, kendilerine petek yarattı koca bir kovan kurdular.
Biz ise sadece seyrettik. Başımızı kuma gömdük ve vaktimizi lafla geçirdik.
Eğer böylesine bir süreç başlatılmamış olsaydı, Türkiye hızla elindeki kozları kaybedecek ve Soykırım suçlaması kapısını çalacaktı.
Soykırım olmadığına inanalım, hatta bunu kendimize ispatlayalım, yine de uluslararası gerçekler bambaşka.
Ankara şimdi akıllı bir adım attı. Anlaşma paketinin içine Azerileri de kattı ve Karabağ sorunu ile, Ermenistan sınırının açılması ve ilişkilerin normalleştirilmesini koydu. İkisi birlikte yürüyecek. Paketin bir bölümü tamamlanırsa, öbür kısmının bitmesi beklenecek.
Bunun başarılı biçimde sonuçlanması ve kaş yapayım derken göz çıkarmadan sürdürülebilmesinin en önemli koşulu, atılacak adımlarda Azeri kardeşlerimizle birlikte hareket etmektir. Bakü ne kadar çok bilgilendirilebilir Aliyev yönetimine ne kadar şeffaf davranılabilirse, sonuç o kadar sorunsuz çıkacaktır.
Dün bu köşe’de yayınlanan yazı üzerine, Başbakanlık Baş danışmanı Ahmet Davutoğlu aradı ve bazı yanlış anlamaları düzeltmek istediğini söyledi.
Yazıda ben, özellikle Davutoğlu’nun, Obama ziyareti öncesindeki Washington gezisi sırasında, Amerikalı yetkililerin beklentilerini arttıran ve sanki Türkiye’nin kapıyı açmaya hazırmış izlenimi veren bir tutum sergilediğinin “söylendiğini” yazmıştım.
Hele Clinton ve Obama ziyaretlerinde de, Ankara’nın bu konuya çok sempatiyle baktığı görüntüsü de medya’ya yansımıştı.
Bu izlenimlere dayanarak “Acaba, Türk tarafı Obama yönetimine abartılı yaklaşımlarla fazla bir ümit mi verdi? Eğer böyle ise, yani Washington yönetimi kandırıldığı hissine kapılırsa bu yıl kongreden bir Soykırım kararı geçebilir” demiştim.
Ahmet Davutoğlu “Kesinlikle böyle birşey yok” dedi. Ne Washington’daki temaslarda, ne de Clinton ve Obama ziyaretlerinde “kapının açılacağı” yolunda hiçbir söz verilmediği gibi, yerine getirilemeyecek taahhütlerde de bulunulmadığını ısrarlı biçimde tekrarladı.
“Yanlış anlamalara yol açmaması için hemen sizi aradım” dedi.
Peki, Amerikalılar bizim bazı konuşmalarımız veya vücut dilimizden böyle bir sonuç çıkarmış olabilir ler mi?
Davutoğlu,
Avrupa Birliği’ni ayakta “alkışlamak” (!) gerekir.
Tam bir çuval inciri mahvetti. Bir şeyler yapayım, Kıbrıs sorununu çözeyim diye harekete geçti ve bugün geldiğimiz noktaya bakın…
Kıbrıs’taki son seçimlerden söz ediyorum.
Ulusal Birlik Partisi ve liderleri Derviş Eroğlu, büyük bir çaba harcamadan iktidara geri döndü. İktidardaki Cumhuriyetçi Türk Partisi ise kaybetti.