Levent Seğmen

Büfe denildiğinde tedirgin oluyorum

12 Mart 2010
YEREL yönetimlerde, derin ve kemikleşmiş ön yargıları beraberinde getiren kavramlar, sözcükler vardır.. Türkiye genelinde yerel yönetimler açısından ‘büfe’ kelimesi, hukuğun ahlaksızlığa yenik düştüğü nadir kavramlar içinde yer alır.. Tabudur hatta.. Yazılmaz, çizilmez..
Bir belediye büfeleri neye göre, kime verir, belediyeye ne katkı sağlar, üçüncü kişilere ne kazandırır, kente ne kaybettirir kimse bilmez..
Yerel seçim dönemlerinde, belediye meclis üyelikleri listeleri dolaşmaya başladığında, büfe ticareti ile ilgili dedikodular da dolaşmaya başlar..
Büfelerin, yerel siyasete bulaşan ticaretin arka bahçesi olduğu ileri sürülür..
Çayyolu’nda AKP’li yönetim iş başında iken, yoğun olarak konuşulan konu, içki satan büfelere yönelik baskılar idi..
Mahalle baskısının, kabuk değiştirmiş Çayyolu versiyonu..
Kabuk değiştirmiş versiyon diyorum, çünkü Çayyolu’nda sosyal yaşam, herhangi bir baskıya bugüne kadar yaşama şansı vermedi..
Çayyolu’nda yerel yönetim, son seçimde CHP’ye geçti.. Yoğun bir büfe seferberliğinden bahsediliyor.. Bir taraftan mutlu oluyorum, insanların sabahları yorulmadan ekmek ve gazete alabilecekleri kapı komşuları olacak diye..
Diğer taraftan tedirginim, her yeni büfe yerel yönetimlerde bir başka kirlenmeyi temsil ediyor diye.. Yenimahalle Belediye Başkanı’nı tanıyorum.. Delikanlı bir üslubu olduğunu biliyorum.. Keşke bir açıklama yapsa da, ‘büfe ön yargısını’ belediyeciliğin içinden söküp atsa..
Mesela, Çayyolu’na kırk yeni büfe açacağını açıklasa ve bütün büfeleri bir protokol ile sivil toplum kuruluşlarına ‘doğrudan’ tahsis ederek tarihi bir karara imza atsa..
Bir tarafta lunapark tartışması, onun hemen yanındaki arsada yükselen 23 katı görmeyen devekuşu politikası ve 23 katın yüzlerce büfeye bedel olan rantı.. Ne güzel olurdu Çayyolu’nda ‘LÖSEV Büfesi’, ‘Mehmetçik Vakfı Büfesi’, ‘Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Büfesi’, ‘Atatürkçü Düşünce Derneği Büfesi’, ‘Engelsiz Yaşam Derneği Büfesi’, ‘Uçan Süpürge Büfesi’ ve daha niceleri olsa.. Hatta olacaksa eğer müşterisi, ‘Deniz Feneri Büfesi’ bile..
Ne dersin Fethi Başkan..?
Çayyolu sakinleri ne der..?
Yazının Devamını Oku

Dumansız haksızlık

4 Mart 2010
KAPALI alanlarda sigara içme yasağının genişletilmiş hali ile uygulamaya konulmasının ardından mahallede, sokakta, sessiz sedasız bir fikir tartışması yaşanıyor..<br>Hem sigara kullananların, hem de sigara kullanmayanların anahtar cümlesi aynı: “Haklarımızı koruyun..” Sigara kullanmanın sağlığa zarar vermediğini söylemek elbette mümkün değil. Ancak bu tartışmada gözden kaçan, kaçırılan önemli nüanslar olduğunu düşünüyorum..
Birinci nüans sigara kullanmanın sağlığa gerçekten zarar verdiği, ancak sigara kullanmanın bir suç olmadığı gerçeği..
Oysa toplumda yaratılan genel hava, sigaranın zararlarına dikkat çekmekten çok, sigara kullanan vatandaşlara suçlu muamelesi yapılmasını tetikliyor..
İkinci ve bana göre hukuki açıdan ciddiyetle tartışılması gereken nüans, yasağın ticarete etkisi..
Sigara yasağından ekonomi açısından en çok etkilenen kesim, restoranlar, barlar, kafeler ve kahvehaneler oldu..
Bir süredir İzmir ve Antalya’ya iş gezilerine gidiyorum. Antalya’yı ele alalım..
Kış mevsimi boyunca, alınacak küçük önlemler ile tamamen açık, sigara yasağı olmayan dış mekanlarda gece ve gündüz saatlerce oturmak mümkün. Ankara’da ise tam tersi.. Kışın açık mekanlarda bırakın uzun uzun oturmayı, 10 dakikadan fazla kalsanız zatürree olursunuz..
Sigara yasağının yiyecek içecek sektörünü olumsuz etkilediği genel kabul gören bir gerçek ise, aynı şekilde yasağın ılıman iklime sahip iller ile karasal iklime sahip illerde bulunan ticari işletmeler açısından göz ardı edilemeyecek bir haksız rekabete yol açtığı da o kadar gerçek. Sigara kullanmayan insanlar, en doğru olanı yapıyorlar. Ancak sigara kullanan insanlar da, yüz kızartıcı bir suç işlemiyorlar.. Hele hele ticari işletmelerin hiç günahı yok..

EKONOT

ANKARA 9. İdare Mahkemesi, Büyükşehir Belediyesi’nin toplu ulaşım araçlarına yaptığı zammı iptal etti. Başkan Melih Gökçek diyor ki, “Bu kararın hangi mantıkla verildiğini Melih Gökçek olarak ben bile anlayamadım.”
Oysa İdare Mahkemesi kararın gerekçesini ‘Türkçe’ açıklamış ve anlamayacak bir şey yok. En azından ben anladım.. Gerekçe şöyle: “Toplu ulaşım olanaklarından, herkesin eşit, güvenli, konforlu ve en ucuz şekilde yararlanması. İdareye verilen yetkinin kamu yararı, hizmetin gerekleri, devletin sosyal niteliği, hakkaniyet, objektif ölçüler gibi temel hukuk ilkeleri dikkate alınarak belirlenmesi gerektiği. Zammın, ilgili dönemde gerçekleşen fiyat-maliyet artış oranlarını da aşar şekilde yapıldığı. Toplu taşım hizmetinin kamu hizmeti olduğu özelliği de göz önünde bulundurulmaksızın zam yapıldığı. Zam kararının hukuka, hakkaniyete, külfetlerin adil dağıtılması ilkesine ve kamu yararına aykırı olduğu.”
Yazının Devamını Oku

Eşeğimi istiyorum

18 Şubat 2010
- Nereye gidiyoruz hafta sonu..?<br>- Eşekli alışveriş merkezine gidelim..<br>- Nerede buluşalım..?<br>- Eşeğin hemen dibinde, saat 12:00’de..<br>- Eşeğin başının altında mı, kuyruğunun altında mı..? Yakında Ankara’da böyle diyaloglar duyacağız.
Çünkü üç beş gün önce açılan bir alışveriş merkezi’nin, Belediye Başkanı Melih Gökçek’e verdiği çok önemli bir söz var. Çevresindeki yapıların üç - dört katına varan kat yoğunluğu ‘iltiması’ geçilen bir alışveriş merkezinden söz ediyorum.
İsmini özellikle vermiyorum..
Söz verdikleri gibi devasa boyutta, eşeğe binmiş bir Nasrettin Hoca heykelini kapılarının önüne diktiklerinde, zaten hepimiz duygulu gözlerle bakacağız, göreceğiz..
Son yapılan yerel seçimlerden hemen önce de yazmıştım..
Şimdi hem seçimlerin üzerinden neredeyse bir yıl geçti, hem de o alışveriş merkezi inşaatını neredeyse tamamladı.
O dönemde kendi kontrolünde bir televizyon kanalına çıkan Melih Gökçek, söz konusu alışveriş merkezinin 0.20 emsal yoğunluğunun hangi gerekçe ile 14 kat arttırılarak1 2.73’e çıkarıldığını şu sözlerle açıklamıştı:
“Arkadaşlar geldi, Ankara için hayalim olan dev boyutta bir eşeğe binmiş Nasrettin Hoca heykelini alışveriş merkezinin önüne yapacaklarına söz verdiler. Helali hoş olsun.”
Melih Gökçek faka basacak mı, eşek heykeli sözü verilerek kandırılmış mı, hep birlikte göreceğiz.
Geçen yıl bu konuyu ele aldığımda kat yoğunluğunun bu düzeyde arttırılmasının yaklaşık 1.5 milyar liralık bir rant ortaya çıkardığını da yazmıştım.
Üzerinden yine bir yıla yakın zaman geçti, bir yalanlama gelmedi, kimsenin ‘gıkı’ çıkmadı.
Geçen yıl kaleme aldığım yazıda, bir başka rakam daha vermiştim.
Bu alışveriş merkezine eşeğe binmiş dev Nasrettin Hoca karşılığında sağlanan bu rant ile Ankara’nın köylerinden 500 bin tane canlı eşek satın alınabiliyor.
Yanlış anlaşılmasın, Nasrettin Hoca her zaman saygı ve sevgi ile andığım önemli bir kişilik..
Ama hayatta olup da, eşeğe binmiş heykelinin 500 bin canlı eşek ettiğini duysaydı, bunu dünyanın en güzel fıkrası zannedebilirdi.
İşin bir başka ve daha da acı yanı, kat yoğunluğu artırımına ’Nasrettin Hoca Kentsel Dönüşüm ve Gelişim Projesi’ adı altında hukuki meşruiyet kazandırılmaya çalışılması. Alışveriş merkezinin yapıldığı alan, Ankara’da hiçbir gecekondunun bulunmadığı, eskiyen bir kent dokusunun olmadığı bir alan ve kısaca 5393 sayılı Belediye Kanunu’nda bu tür projeler için öngörülen hiçbir şartı taşımıyor.
Artık olan oldu, koskoca bir yatırım bu zeminde yükseldi ve bitti..
Başkent, Büyükşehir Belediyesi sayesinde bir ‘hukuksuzluk abidesi’ne daha kavuştu.
Ankaralılar olarak hiç olmazsa söz verilen eşeğin peşine düşelim..
500 bin canlı eşeğe bedel eşek heykelinin hızla tamamlanmasını talep edelim..
Hoş geldin eşekli alışveriş merkezi..
Yazının Devamını Oku

Yerel yönetimde standart özlemi

11 Şubat 2010
HAFTA başında kamu hizmetlerinde ‘belge ve standart’ döneminin başladığına dair haberler geniş yankı uyandırdı. Düzenlemeye göre devlet dairesinde işi olup da başvuruda bulunan bir vatandaşın, hangi belgeleri sunmak zorunda olduğu açıklanacak ve vatandaşın işinin tamamlanacağı maksimum süre belirtilecek. Örneğin tapuda satış ve ipotek başvuruları 15 dakika, işlemler ise 2 saatte sonuçlandırılacak. Bu süre içinde sonuçlandırılmayan işlemler için vatandaşın şikayeti ile söz konusu resmi kurum için inceleme ya da soruşturmaya giden bir takım yaptırımlar gündeme gelecek.
Yani devlet dairesi vatandaşa diyecek ki, “Sen bana bu belgelerle gelirsen, senin işlemini şu kadar süre içinde tamamlayacağıma söz veriyorum.”
Hipermarket zinciri TANSAŞ’ın uzun süre önce başlattığı ‘kasa açtırma’ uygulamasına benziyor bir yönüyle.. Kural şöyle:
“Tansaş’ta kapalı bir kasadan dolayı diğer kasalarda sıra oluşursa mağaza yöneticisine bildirir ve kapalı kasayı 3 dakika içinde hizmete açtırırsınız. Kapalı olan kasa açılmaz ise, alışveriş sepetinizdeki ürünlerin 20 TL’ye kadarki kısmı size hediye edilir.” Kamu hizmetleri açısından hem bir vatandaş, hem bir kentli olarak mutlu edecek bir uygulama, hatta geç kalınmış bir adım.. Şimdilik bu uygulama sadece belirli sayıda hizmet alanında haya geçirilecek. Milli Eğitim Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı, Maliye Bakanlığı’nın bazı birimleri ile SGK ve Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü, kapısını çalan vatandaşa ‘söz’ verecek.
* * *
Benim bir hayalim ve bir talebim var..
Önce hayalimi paylaşayım. Umarım bir gün Sağlık Bakanlığı da, hastanelere hasta olarak başvuran insanlarımıza da bu tür sözler verebilecek bir noktaya gelir. Yanlış anlaşılmasın, hastaneleri ya da yönetimlerini değil, devletin hastanelere ihtiyaçları olan fiziksel imkanlar ile personel imkanlarını bir türlü verememesini eleştiriyorum. Hastanelerde bir aspirin reçetesi almak, zaman zaman 4-5 saatlik işkencelere dönüşebiliyor. Talebime gelince..
Yerel yönetimin, otobüs ve dolmuş duraklarındaki kuyrukları, toplu taşıma araçları ile balık istifi saatler süren işkenceleri görmesini talep ediyorum. Söz vermelerine falan da gerek yok.
16 yıldır her seçim döneminde toplu taşıma ile ilgili aldığımız tek söz ‘metro tamamlanacak’ oldu, o da 16 yıldır tutulmadı. Söz vermek yerine, toplu taşımanın ticaret değil hizmet olduğunu algılasınlar, yeter.. Vatandaş durakta 15 dakikadan fazla beklemek, otobüsün içinde 1,5 saat sürünmek istemiyor..
Standart özlüyor..
Yazının Devamını Oku

Sevginin ekonomisi

4 Şubat 2010
SEVGİLİLER Günü yaklaşıyor.. Firmaların bu güne özel düzenledikleri kampanyalara, etkinliklere dair basın bültenleri çoktan gelmeye başladı..
Esnafın gözü kapıdan içeri girip alışveriş yapacak sevgilide, sevgilinin aklı ise 14 Şubat’ta kendisine uzatılacak paketin içindeki hediyede..
Sosyal paylaşım sitesi Facebook’ta, Sevgililer Günü ile ilgili yüzlerce grup kurulmuş.
Bunlardan bir kısmı hararetle bu günü desteklerken, bir kısmı anlamsız olduğunu ilan edip ‘direniş’e geçmiş.
Hatta Sevgililer Günü’nün tatil ilan edilmesi için kurulan gruplar bile var.
* * *
Neden olmasın..!
Ülke olarak tatil cennetiyiz..
Bu yıl da Sevgililer Günü’nde, romantizmi eşyaya endeksleyen sektörlerde bir kıpırdanma yaşanacak. Birbirini seven insanlar el ele, göz göze, diz dize olacak.
Ancak madalyonun bir de öbür yüzü var..
Türkiye geneli istatistikleri yan yana koyduğumda ortaya çıkan sonuç, son 10 yıl içinde 1 milyonun üzerinde evliliğin boşanma ile sona erdiğini gösteriyor..
Geçen yılın sonunda Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in bir soru önergesine verdiği cevaba göre, sadece 2002-2007 arasındaki beş yıllık dönemde boşanan çift sayısı 965 bin 812 olmuş.
* * *
Boşanma istatistiklerine göre ise yoğunluk, büyükşehirlerde..
Yani ‘büyük ekonomilerde’ ve en fazla boşanma da evliliğin birinci yılı ile beşinci yılı arasında gerçekleşiyor.
14 Şubat anlamlı olsun ya da olmasın, sevginin de bir ekonomisi olduğunu ortaya koyması açısından önemli..
Ve ben ‘sevginin ekonomisi’ne, tek taraflı bakılmaması gerektiğini düşünüyorum.
Boşanma nedenlerinin başında, ‘şiddetli geçimsizlik’ gelirken, ‘ekonomik geçimsizlik’ ön plana çıkan bir faktör gibi gösterilmiyor.
Ama ben yine de merak ediyorum.
Ekonomik geçimsizlik, sevgiyi bitiren hangi nedenleri gizli gizli besliyor..?
Abidin Dino’nun çizdiği ‘mutluluğun resmi’ gerçeği ne kadar yansıtıyor..?
Yazının Devamını Oku

Acılı kebap ekonomisi

28 Ocak 2010
ANKARA’nın bir tarafında kasası tam takır mahalle esnafı, diğer tarafında mantar gibi türeyen AVM’ler duruyor..

Gayrımenkul ve yatırım danışmanlığı yapan Jones Lang LaSalle firmasının geçtiğimiz yıl sonunda açıkladığı ‘Ankara Gayrimenkul Piyasaları Raporu’nun satır aralarında, Ankara’daki AVM ‘tuhaflığı’na dair önemli ipuçları bulunuyor.
Bu rapora göre, AVM’lerde dönen para açısından İstanbul lider durumda..
Ancak kişi başına düşen AVM metrekaresi açısından durum böyle değil. Bin kişiye düşen 190 metrekarelik alanla
* * *
Ankara Türkiye’nin lideri..
İstanbul’un nüfusu, hemen hemen Ankara’nın üç katı fazla.. Düz bir mantıkla, Ankara’da sayıları 30’a yaklaşan AVM’lerin aslında 10 civarında olması gerekiyor. Jones Lang LaSalle’in raporunda yüksek AVM sayısı, “Ankara’nın, Türkiye ortalamasının yüzde 20 üzerindeki kişi başına düşen gelir seviyesi ve iş güvencesi olan kamu sektörü çalışanlarından kaynaklanan istikrarlı talep” ile açıklanıyor. Yani Ankaralı memurda AVM’lerde harcayacak bol bol para bulunuyor.
Merak ettiğim, acaba Ankara’nın İstanbul’u üçe katladığı başka hangi sektörler ya da pazarlar var..?

Yazının Devamını Oku

Elim sende oynadım

21 Ocak 2010
HAFTA başında Kızılay metro istasyonunun içindeki ING Bank gişelerinden doğalgaz almak istedim. Karşılıklı olarak ING Bank’ın burada çok sayıda satış bankosu bulunuyor. Her birinde yaklaşık 20 kişilik kuyruklar..
Türk olmanın verdiği reflekslerle, bir süre izleyip hangi kuyruğun bir kişi daha eksik sayıda olduğunu kestirmeye çalıştım. Bir karar veremeyince, rastgele bir tanesinde sıraya geçtim.
* * *
Bir süre sonra yanıma yaklaşan bir genç, tüm ING Bank bankolarının tam ortasında duran PTT şubesini gösterdi ve “Beklemenize gerek yok. Orada da doğalgaz satıyor, üstelik sıra da
yok” dedi.
Usulca gösterdiği PTT şubesine baktım. Gerçekten sıra yoktu. Ama orada doğalgaz satılıyorsa, etrafındaki banka gişelerinde 100’den fazla insanın sıra bekliyor olması da çok anlamlı gelmedi.
* * *
Yine de içimden gelen ses, o gence güvenmemi söyledi.
Sıramı terk ettim ve PTT şubesine yöneldim. Sırada tek bir kişi bile yoktu. Doğalgaz kartını ve parayı uzattım, 10 saniye sonra dolan kartım elimdeydi.
İnanamadım..
Bir an öylece durup, sıra bekleyen yüzlerce insana baktım.
‘Elim sende oyunu’nu devam ettirmeliydim. En uzun sıranın en sonundaki genç çifti gözüme kestirdim. İki cümle ile durumu anlattım. Onlar da bir anda sıralarını terk edip, mutluluk içinde PTT şubesine yöneldiler.
Demek mi yanıbaşımızda olup da fark edemediğimiz şeyleri paylaşmak, bir anlamda ‘elim sende’ demek gerekiyormuş.
Kentli nezaketi içinde..
Yazının Devamını Oku

Başlarken

7 Ocak 2010
BUNDAN böyle Perşembe günleri bu köşede, kent ekonomisinin yaşamımıza doğrudan düşen izlerini yakalamaya çalışacağız. Ankara’nın sanayisi, ticareti, esnafı, yöneten kurumları ve yönetilen paraya dair haberleri, değerlendirmeleri aktaracağız. ‘Şeytan ayrıntıda gizlidir’ diyen ünlü Alman sözünü, Ankara ekonomisi açısından düşünüp, ayrıntıda gizli kalmış konuları bulmak için çaba sarf edeceğiz.
Sizin de bu konularda çalışmalarınız, ekonomik ve ticari faaliyetleriniz, düşünceleriniz varsa paylaşmanız için (Lsegmen@hurriyet.com.tr) adresine gönderebilirsiniz.

Delik deşik yolların bir de maliyeti var

KIŞ kara yüzünü gösterdi gösterecek..
Kar yağışı bastırdığında, bizler trafikle mücalede edeceğiz, belediye ekipleri tuz atarak yolları açmak için karla mücalede edecek..
Belediyelerden haber bültenleri yağıyor, ‘kışa hazırız’ diye.. Pek çoğumuz kar yağışının kenti esir aldığı gecenin sabahında, evlerimizden adım atar atmaz kendimizi yerde bulacağız..
Yıllardır, delik-deşik sokaklarımızın, caddelerimizin bir ‘müteahhit kollaması’ olduğunu düşünürdüm. Müteahhitler beşinci sınıf asfalt dökmeliydi ki, yılda 5 kez yeniden dökebilsinler ve bol bol para kazanabilsinler..
Bunun, adına sadece Türkiye’de ‘ticaret’ denilen bir sistem olduğunu düşünürdüm..
Geçtiğimiz bahar aylarında, Kanada’da yaşayan arkadaşım Serperi Sevgür ile Ankara sokaklarında seyrederken, arabamın devasa çukurlara her girdiğinde verdiğim tepkiye, beklemediğim bir karşılık aldım. Serperi, “Bu ne ki.. Sen bir de Kanada’yı gör, yollar bin beter..” diyerek yaşadığı ülkeden yakındı.
Bir an duraladım.. Sonra Serperi uzun uzun anlattı. Türkiye’den çok daha sert kış mevsimlerini geçiren Kanada’da da bunun tek çaresi yolları tuzlamakmış.. Bu nedenle yollar devasa çukurlarla dolu olurmuş..
Bir kez daha düşündüm.. Ankara’da kış aylarında tuzlama nedeniyle delik deşik olan yollar ile kar ve tuza gerek kalmadan delinen, çöken yollar birbirinden ayrılıyor.
Ben hala ‘müteahhit kollaması’na inanıyorum ve Ankara’nın asfaltlana asfaltlana ‘bitirilemeyen’ kent olduğuna inanıyorum..
Çünkü bizim ortada tuz yokken çöken sokaklarımız, caddelerimiz var.
Keşke, Ankara’nın son 20 yılda asfalta yatırdığı toplam parayı öğrenme şansımız olsaydı..
Paramıza basılan tuz ile tanışma fırsatımız olurdu..

Ankara çiçeklerle daha güzel ama bilmemiz gerekenler var

ANKARA Çiçekçiler Odası, bildim bileli hastane ziyaretlerindeki çiçek yasağı ile ile ilgili çalışmalar yapar.. Aklına her geldiğinde soluğu Anıtkabir’de alıp Özel Defter’e ‘şikayet manzumeleri’ yazan dernekler gibi, çiçekçiler de bu yasağın gazı ile olsa gerek, her yıl 10 Kasım’da hastanalerde satılamayan çiçeklerle Anıtkabir’i süsler.
Anıtkabir’in gerekirse yılın 365 günü çiçeklere bezenmesine itirazım yok..
Bir meslek odasının, üyelerinin ticari faaliyetlerini geliştirmek için yaptığı çalışmalara da itiraz edemem, sonuçta bu odaların asli vazifesi..
İtirazım Ankara Çiçekçiler Odası’nın çiçeğe ve ‘çiçek kültürü’ne kafa yormak yerine, özel günlerde ve zor günlerde çiçek satışlarını arttırmak üzerine yoğunlaşmış olması..
Geçtiğimiz günlerde, çiçekçilerin bu mücadelesine Devlet Bakanı Zafer Çağlayan’ın verdiği desteği ve bu yasağın kalktığını Ankara Hürriyet’in sayfalarında okudunuz..
Artık üniversite hastaneleri dışında, hasta ziyaretlerinde çiçek yasağı olmayacak..
Desteklenecek bir gelişme.. Ama keşke Çiçekçiler Odası, Ankara’da her yıl park, bahçe ve refüjlere kaç çiçek ekiliyor, ekilen yüzbinlerce çiçek kaç tane çiçekçiye kazandırıyor, Ankara’da çiçek üreten kaç sera var, kısaca ‘çiçeğin ekonomisi’ Ankara’ya ne kazandırıyor, ne kaybettiriyor, bunlara yoğunlaşabilse..
Özellikle yerel yönetimlerin çiçek konusundaki ticari çalışmalarına dair gerçekçi ekonomik analizler ortaya koyabilse..
Ben bir çiçek aldığımda bana en fazla 20 liraya maloluyor..
Merakım kenti kuşatan çicek ve bitkilerin, kent bütçesine kaça malolduğu ve pastayı kimlerin paylaştığı..

EKONOT

TURMAKS İnşaat, Akyurt’ta kurduğu fabrika ile atık plastikten rögar kapağı üretimine geçti. Temel amaç, demir rögar kapaklarının sıkça çalınıyor olmasının önüne geçmek. Geçtiğimiz yıllarda Erdem Holding bünyesindeki Kompozit Kimya’da da benzer bir üretimin gerçekleştirildiğini hatırlıyorum. İnşaat ve altyapı alanlarında yeni ve ileri teknoloji ürünlerin kullanılması, dünyanın her yerinde tercih edilen bir gelişme göstergesidir. Ancak bir not düşmek gerekiyor. Rögar kapaklarının kalite ve teknolojisi ne olursa olsun, belediyelerimize o kapakları doğru dürüst yerleştirecek bir işcilik ve becerinin de kazandırılması gerekiyor.
Yazının Devamını Oku