Korkut Göze

Değişmez ikili

23 Aralık 2001
Beşiktaş, oyunun başlangıç bölümünde yakaladığı yüksek tempoyu hatasız bir pas yüzdesiyle bütünleştirerek maçın sonucuna yönelik umut ışıkları saçıyordu. Kazanma hırsı üst düzeydeydi... Her bir Beşiktaşlı taşıdığı sorumluluğu eksiksiz bir fizik kondisyon zenginliğiyle sahanın her bölgesine taşıyordu.

Sağ kanatta Khlestov, inanılmaz bir hücum hevesi sergiliyor, Baya'nın da bu alandaki etkinliğiyle Beşiktaş kovaladığı gole adım adım yaklaşıyordu.

Oysa, beklenmedik iki olay Beşiktaş'ın yüksek temposuna bir bıçak gibi batıyor ve dengeleri bir anda alt üst ediyordu. Biri, Fevzi'nin yediği kusurlu gol, diğeri de oyunun stresine kapılarak sahaya fırlayan birkaç seyircinin yarattığı çılgınlık...

Böylesine bir ortamdan Beşiktaş'ın nasıl sıyrılacağını endişe ile bekleyenler bir gerçeği unutuyorlardı. Sahadaki 11 Beşiktaşlı sadece kazanma duygularıyla donatılmıştı ve 3 puan için hilesiz bir savaşım örneği sergiliyordu.

GOLCÜ KİŞİLİK

Ali Eren
her topa kafasını sokuyor, Tayfur orta sahanın her bölgesini parselliyordu. Tümer farklı tekniğiyle, İbrahim de tükenmeyen enerjisiyle oyuna yüreğini koyuyordu.

Beşiktaş, sanki bir gönüllüler ordusunu andırıyordu. Böyle bir gecede İlhan Mansız'ın ortalarda etkisizce dolaşmasına kızanlar, bir başka gerçeği daha ıskalıyorlardı. Mansız bir golcüydü, beklenmedik bir anda ortaya çıkar ve skoru değiştirebilirdi. Böyle düşünenler yanılmadılar. Mansız, 48. dakikada skoru değiştirirken, golcü kişiliğinin en basit örneklerinden birini sunuyordu.

Benzeri sözleri Daum'un ikinci yarıda oyuna aldığı Ahmet Dursun'un attığı 3. gol için tekrarlayacağım.

Düşünüyorum ve hiç de yanılmadığımı hissedebiliyorum. Bundan böyle her maçını bir final havasında oynayacak Beşiktaş'ın hücum bölgesini İlhan Mansız-Ahmet Dursun ikilisine teslim etmek, tribünlere keyif, rakibe de korku verir.

Ben böyle yorumluyor ve bu ikiliyi hep birlikte görmek istiyorum. Bilemiyorum, Beşiktaş tribünleri ne düşünür?
Yazının Devamını Oku

Yalan mı?

18 Aralık 2001
Israrla yazıyorum... Avrupa'nın en renkli ve keyifli liglerinden birini izliyorsunuz sevgili futbolseverler. Haftanın maçlarına, olaylarına ve gollerine bakıyorum, her biri birbirinden etkiliyici ve farklıydı. Hiç saklamadan söyleyin. İzlediğiniz ligin heyecanından çocuklar gibi koltuğunuzdan fırlayıp, zaman zaman çığlıklar attınız...

Yalan mı?

Fanatiklere sesleniyorum... Düşüncelerinizde her ne kadar özgür olmasanız da Beşiktaş'ın İzmir'de yarattığı 6-0'lık skora imrenerek baktınız...

Yalan mı?

Her ne kadar F.Bahçe'nin yenilmesi için dualar da etseniz, 35'lik ihtiyar Andersson'un gol paslarını ve golünü takdirle izlediniz. Ve içinizden bizde de böyle bir ‘‘Kafacı’’ olsaydı diye mırıldandınız...

Yalan mı?

Denizli maçında Ankaragüçlü Augustine'nin ardı ardına attığı 3 nefis golün şaşkınlığını yaşarken, benim takımımda böyle bir forvet niye yok diye, gönül verdiğiniz kulübün yöneticilerine şöyle bir iç geçirdiniz...

Yalan mı?

Tümer'
in Göztepe maçında yarattığı futbol balesini izlerken, taraflı tarafsız herkese yaşattığı keyiften sizler de payınızı aldınız. Bu adamı nasıl kaçırdık diye hayıflandınız...

Yalan mı?

G.Birliği-Trabzon maçının son dakikasında hakem Orhan Erdemir'in Trabzonspor aleyhine çaldığı penaltı düdüğüne karşın, G.Birliği futbolcusu İdris'in, ‘‘Hayır, penaltı değildi. Ayağım kaydı yere düştüm’’ derken, böyle bir centilmenin benzerini kendi takımınızda da aradınız...

Yalan mı?

Rizesporlu Okan, İstanbulsporlu Mehmet Yozgatlı, Samsunsporlu Ertuğrul'un gollerini, Diyarbakırsporlu Bülent'in arkadaşlarına yarattığı gollük pozisyonlarını seyrederken, her ne kadar fanatik duygular taşısanız da, onlara hayranlık duydunuz...

Yalan mı?

Ve zaman zaman bu ligin futbolcularına, yöneticisine, teknik adamına ve hakemlerine kızıp çıldırsanız da ‘‘Yahu, herşeye karşın, karda kışta bu lig bizlere keyifli bir bayram yaşattı’’ diyerek, samimi ve sevimli bir itirafta bulundunuz...

Yalan mı?

Öyleyse, tekrarlıyorum, Türkiye'de, Avrupa'nın en renkli liglerinden biri oynanıyor. Ve sizler sevgili futbolseverler. Böyle bir ligi izliyorsunuz. Kıymetini bilin. Ve döverken de sevin...

BEŞİKTAŞ VE DAUM

Beşiktaş, Göztepe'ye 6 gol atınca, kendine yönelik yaklaşık 11 yıllık bir rekoru da egale etti. Yani, 1989-90 sezonunun ilk 16 haftasında attığı 42 golü, bu sezonun ilk 16 haftasında da atarak, ligin ilk yarısının bitimine bir hafta kala moral depoladı.

Evet, Beşiktaş'ın özelliği de bu. Kötü de oynasa, gol konumunda sıkıntılar yaşamıyor. Şimdi hemen gerilere dönüyorum ve 1989-90 sezonuna gidiyorum.

Teknik Direktör Gordon Milne. Ve müthiş bir kadro... Engin- Recep, Gökhan, Ulvi, Kadir- Rıza, Şifo, Walsh- Metin, Ali, Feyyaz.

İşte bu kadro, 11 yıl önce ligin ilk 16 haftasında 42 gol atmış. Şimdi Daum'un Beşiktaş'ı da ilk 16 hafta sonunda 42 gole ulaştı.

Ve Beşiktaş'ın bu rekoru egale ettiği Göztepe maçı öncesi İzmir'de otelde neler yaşandı?

Christoph Daum, Başkan Serdar Bilgili ile yönetici Mete Düren'i maçtan birkaç saat önce oteldeki taktik toplantısına davet etti. Ve Alman hoca, başkan ve yöneticisine adeta nefis bir brifing verdi.

Toplantıda Tümer'e nerede duracağını, Baya'nın neler yapacağını tek tek anlatırken, her fırsatta Ronaldo'ya da hücuma çıkmasını tekrarladı. Ve Beşiktaş'ın yarattığı farklı skora adeta kariyerini ve ustalığını taşırken, ligin 16. haftasında Beşiktaş'ı en çok gol atan takım çizgisine yükseltti.

Şimdi merakıma geliyorum. Daum, ne zaman çıkıp, tüm camiayı ayağa fırlatacak narayı atacak...

‘‘Bu yarışta Beşiktaş'ta var. G.Saray ve F.Bahçe kadar iddalıyız.’’

Belki de istediği transferlerin gerçekleşmesinden sonra... Hemen aldığım bir duyumu aktarayım... Bu haftaki Gaziantep maçı da kazasız atlatılırsa, Beşiktaş devre arasında Daum'un istekleri koşutunda bir transfer atağına giriyormuş.

Duyduğumu söylüyorum. Daha doğrusu söyleyenlerin yalancısıyım. Ben de merak ediyorum...
Yazının Devamını Oku

Gökdelen

15 Aralık 2001
Seyirci, Fenerbahçe'ye nefis bir moral sofrası hazırlamıştı. Denizli yenilgisi unutulmuştu, sevgi, coşku ve alkışlarla karşılıyordu Fenerbahçe'yi. Her nedense, Fenerbahçe oyunun ilk 20 dakikalık bölümünde bu sofrada sanki bir yabancı gibi oturuyordu. İlk şutunu ancak 14'üncü dakikada atan ve ilk pozisyonunu 20'nci dakikada yaratan Fenerbahçe, bu arada bir de gol yiyordu. Tribündeki coşkulu taraftar ile sahadaki heyecansız Fenerbahçe arasında anlaşılmaz bir farklılık oluşuyordu. Ve sevginin öfkeye dönüşmeye başlayacağı dakikalardı... Sanki sihirli bir el Kennet Andersson'u sahaya itiyor ve 35'lik kurt dört dakikada oyundaki dengeleri alt üst ediyordu. Kennet Andersson, Bursa ceza sahasında, bir gecekondu mahallesinde yükselen gökdeleni andırıyordu. İki kez yükseldiği hava topunun birini Serhat'a ikram ediyor, diğerini de Ali Akdeniz'in önüne gol pası olarak yuvarlıyordu.

ETKİLİ ATAKLAR

İlk 20 dakikanın stresinden kurtuluyordu Fenerbahçe. Abdullah daha farklı oynuyor, Hakan Bayraktar pas trafiğine rahatlık sağlıyor ve Fenerbahçe, Bursa kalesine etkili ataklarla koşuyordu. Koşanların başında da Serhat geliyordu. Sahi, bu çocuk bir dakikasını bile boş geçirmiyor. Oyunu geniş ve zor bölgelerde kabulleniyor, rakiple boğuşmaktan kaçmıyor. Ve bazı pozisyonlardaki şaşkınlığı ve beceriksizliği de herhalde fazla koşmaktan kaynaklanıyor. Gücünü diğer bölgelerde tüketiyor, gol noktalarına ve ceza sahasına yorgun geliyor. Henüz 20 yaşında... Gelecek yıllar, oyun bölgelerini nasıl kullanması gerektiğini genç Serhat'a herkesten daha iyi öğretecek. Fenerbahçe'nin dün gece iyi oynadığını söyleyemeyeceğiz. Bunu Revivo, Rapaiç, Ogün ve Oktay gibi futbolcuların yokluğuna da bağlamayacağım. Çünkü, sahada oynayanlarla kenarda bekleyenlerden oluşacak bir kadronun yıldızları hiç aratmayacağı gerçeğine inananlardanım.

Öyleyse neydi dün gece Fenerbahçe'nin eksiği? Tempoda süreklilik yoktu, kanatlar gerektiği kullanılmıyordu. Ve en önemlisi oyunun kontrolünü zaman zaman rakibe kaptırıyordu. Yine de Fenerbahçe'yi kutluyorum. Zor ve stresli bir gece yaşayacakları belliydi. Bu geceden fire vermeden kurtulmayı başardıkları için sevinsinler.
Yazının Devamını Oku

Işığı gördüm

13 Aralık 2001
Beşiktaş, sahanın her bölgesine taşıdığı egemenliğini yüksek tempo ile besleyince, 90 dakikayı pozisyon zenginliği ile geçirdi. Daum'un kadrosunda taşlar yerli yerindeydi. G.Birliği maçında sağ kanatta gönülsüz ve keyifsiz oynayan Tayfur, dün gece sevdiği ve hoşlandığı bölgedeydi. Kaptan, orta alanın ortasında üretken ve verimli bir kişiliğe bürünüyor. Attığı nefis golü, yaldızlayıp bir kenara koyuyorum. Ve oynadığı oyunun, attığı gol kadar güzellikler taşıdığını da kelimelere dökmek istiyorum...

Gözlerim, iki haftadır İlhan Mansız'ı kovalıyor. F.Bahçe maçında yakın markajdaydı. G.Birliği maçında saha koşulları berbattı. Her biri, belki de Mansız'ı etkileyen faktörlerdi. Dün Yozgat maçının bütününde onda farkedilir bir performans düşüklüğü hissettim. Düşüncelerimi Vedat Okyar'a da söyledim. Sevimli bir yanıt aldım.

‘‘Onun için kötü yazma. Böyle adamların ne zaman ne yapacağı belli olmaz. Beklenmedik bir anda tabelayı değiştirir.’’

Okyar
'ın lafını dinledim, bu kez pas geçtim. Mansız'ı bir daha böyle görürsem, şimdiden söylüyorum fena bindireceğim.

G.Birliği maçının ıslıklanan adamı Baya'nın kendisi sahada, kulakları tribündeydi. İşittiği azarın etkilerini onda görebiliyordum. Benzeri bir olayı yaşamaktan korkar gibiydi. Ama attığı kafa golüyle tüm sıkıntılarından sıyrıldı, kurtuldu.

HERHALDE YANILMIYORUM

Beşiktaş savunması artık farklı bir performans sergiliyor. Ronaldo-Ahmet ikilisi göbekte mükemmel bir uyumla oynuyor. Ali Eren'in performansı her geçen hafta yükseliyor. Bireysel hatalar kayboldu, özgüven, adam paylaşımı özlenen düzeye tırmanmaya başladı. Beşiktaş'ta bir farklılığı daha gözlemledim. Gerektiği dakikalarda ve özellikle tempoyu zorlarken, sahanın geniş alanlarında rakibe uyguladığı amansız baskıyla oyuna ağırlığını koyuyor ve egemenliğini kabul ettiriyor.

Şimdilik abartılmış duygularla seslenmek istemiyorum. Ancak, gördüklerim ve izlenimlerimden hemen farkedebiliyorum. Beşiktaş takım olabilme konusunda parlak ışıklar saçıyor. Herhalde yanılmıyorum...
Yazının Devamını Oku

3 isim

11 Aralık 2001
<B>HİÇBİR </B>teknik adam bir yenilgi sonrası onun kadar eleştiri almadı. Trabzonspor yenilgisi sanki bardağı taşıran son damlaydı. Ve kaleme sarılan <B>Denizli</B>'yi hırpalıyordu... Eleştiri frenine basmayıp, tam gaz gidenler insaf barikatını da yıkıp, Denizli'yi darmadağın ediyorlardı...

Maçın 90 dakikasını gözlerinde bir kez daha canlandıranlarsa, lafı dönüp dolaştırıp oyunun 9. dakikasına getiriyorladı...

‘Andersson, bomboş kaleye topu yuvarlasaydı, çok şey değişirdi.’’

Ancak, Denizli'yi hedefleyenler böyle bir savı bile kabullenmiyor ve lafı hemen yapıştırıyorlardı...

‘‘Öyleyse, iki adımdan topa vuramayan adamı niye takıma koydu?’’

Ve daha sonra kalemler yine Denizli'ye çevriliyor ve makineli tüfek gibi tepeden tırnağa tarıyordu...

Cesaretin simgesiydi. Korkuların adamı oldu.

Sanal maçları bıraksın, gerçeği görsün.

Kredisi bitti.

Büyük maçları kaybetmekte rekora koşuyor.

Kontenjan senatörleri ile bu iş yürümez.

Ali'leri de karıştırdı. Güneş varken, Akdeniz'i neden çıkarttı?

Ceyhun ve Jonhson kulübede oturtulur mu?

İki sezonda bir takım yaratamadı.

Trabzon'a kocaman bir hediye paketi sundu.

İşte Denizli'yi şuçlayan spotlar böyleydi.

Mustafa hocaya gelince, yenilgiyi ve eleştirileri kendine özgü üslubu ile yanıtlıyordu...

‘‘Geçen sezondan kalma bir filmi izler gibiyim. Ligin sonu yine farklı olmayacak, F.Bahçe şampiyon olacak.’’

Bu sözler yine bir Mustafa Denizli klasiği değil mi?

12 Mayıs'ı sabırla bekleyeceğim. Çünkü, bu filmin sonunu herkes gibi ben de merak ediyorum...

KOPTU KOPACAK!

Ve bir teknik adam daha... Geçen hafta F.Bahçe'yi, bu hafta da G.Birliği'ni dize getiren Beşiktaş'ın teknik direktörü Daum'un konuşmaları ortalığı bir anda birbirine kattı.

‘‘Rüya görenler, Beşiktaş'ın şampiyonluğundan söz ediyorlar. Ama ben rüya görmüyorum. Gerçeklerle yaşıyorum. Bu takım mutlaka takviye edilmeli.’’

Her lafı ile fırtınalar koparan Christoph Daum, geçen hafta da böyle bir demeçle gündem yarattı...

‘‘Rüya görenler, Beşiktaş'ın şampiyonluğundan söz ediyorlar.’’

Bu da bir Christoph Daum klasiği değil mi?.

Kimine göre, takımını motive etmek için böyle konuşuyor. Kimine göre, gerçekleri söylüyor. Kimine göre futbolcularına güvenmiyor.

Ve kimi de diyor ki... Tazminatını almak için kovulmak istiyor.

Bu da vizyondaki bir başka film... Ve bu filmin sonunu değil, ne zaman kopacağını merak ediyorum...

LUCESCU MU KARAN MI?

Geçtiğimiz hafta Denizli'den sonra bir eleştiri balyozu da Lucescu'ya indi. Ankaragücü yenilgisi'nin faturası Lucescu'ya yüklenirken, Rumen hoca da bazı futbolcularını ima ederek yenilgiyi kaçan fırsatlara bağladı...

Kimdi Lucescu'nun laf arasına sıkıştırdığı futbolcular?

İlk isim elbette Ümit Karan'dı... Karan ayrıca, yazılı ve görsel basının da yüklendiği isimdi. Sonuçta, G.Saray'ın ipini Lucescu ile Ümit Karan'ın çektiği görüşü ağırlık kazanıyordu.

İşte, Lucescu ve Ümit Karan'a fırlatılan eleştiri okları. Önce Lucescu'ya...

Kenarda bostan korkuluğu gibi duruyor.

Elinde Türkiye'nin en zengin kadrosu var. Oyunu sadece seyretti.

Kimi zaman omuzlara alınacak bir futbol dehası.. Bazen de...

Ve Ümit Karan için yazılanlar...

Ümit'siz bir vaka...

Karan'ın Ank.Gücü'ne hediyesi.

Takımın kaderi ile oynadı.

Her geçen hafta, lige yeni bir heyecan getiriyor. Biliyor musunuz, Avrupa'nın en renkli liglerinden biri Türkiye'de oynanıyor. Bu ligin keyfini sürelim ve onu kavgalardan, küfürlerden ve olaylardan uzak tutalım...
Yazının Devamını Oku

En iyisi Ronaldo

8 Aralık 2001
<B>BERBAT </B>bir havaydı ve kaygan saha oyunu zorlaştırıyordu. Herkes riskten kaçıyordu... Risk alanlar da beceri ve teknik gibi farklı özelliklerini istenilen düzeyde kullanamıyordu. İlk yarıdaki Baya'yı bunların dışında tutuyorum... Her gittiği bölgeye pas rahatlığı ve pozisyon zenginliği taşıdı. Baya'yı ilk kez böylesine etkili ve verimli görüyordum. Ancak, ikinci yarıda yoruldu, oyundan düştü, silinip kayboldu.

İlhan Mansız-Ahmet Dursun ikilisi henüz beklenen kıvamda değildi. Birbirlerine yabancı gibi duruyorlardı. Zaman, onlar için en iyi ilaç... Ahmet Dursun'da uzun geçen sakatlık döneminin belirtileri hemen fark ediliyordu.

YERİNİ YADIRGADI

F.Bahçe maçının flaş adamı Tayfur, orta sahanın sağında görevliydi. Bu bölge ona göre değildi. Yerini yadırgıyor ve düşündüklerini uygulamaya sokamıyordu. Hadi, daha doğrusunu söyleyeyim, sevmediği yerde sanki oynamak istemiyordu.

Solda İbrahim'le Bayram hücum ve savunma bölgelerini dönüşümlü olarak hatasız kullandılar. Yasin, F.Bahçe maçının bir kopyasını oynadı. Karşısına aldığı her rakiple boğuştu, oyunu diri tamamladı. Savunma, ilk yarının başlarında bir pozisyon dışında rakibe fırsat vermedi. Özellikle adam paylaşımında geçen haftaların hataları yoktu.

Ronaldo için ayrı bir paragraf açıyorum. Berbat sahada sezgileri mükemmeldi. Arkadaşlarını ve rakip atakları çok iyi kontrol etti.

Kötü hava şartları hakem Erol Ersoy için de geçerliydi. Bu nedenle, uzun bir süre onu yazıma almamak için direndim. Ancak, Youla'nın Yasin'e attığı tabanı cezasız bırakınca, hemen eleştiri oklarımı Ersoy'a çevirdim. Ve yıldızını teke düşürdüm.
Yazının Devamını Oku

Nasıl yendi!

4 Aralık 2001
<B>KADIKÖY </B>dönüşü sağımdan solumdan çekiştirenler hep aynı soruya yanıt bekliyorlardı... Yahu, nasıl oldu bu iş?

Kimse, Beşiktaş'ın F.Bahçe'yi Kadıköy'de yendiğine inanamıyordu...

Haklıydılar, böyle bir kadro Fener'in Kadıköy'deki karizmasını bozamazdı. 24 haftalık yenilmezlik sıfatını silip atamazdı...

Ne diyorsun be kardeşim. Beşiktaş mahalle takımı mı. Niye yenemesin?

Ve gerilere dönüp, arşivden, Christoph Daum'un bu kadro için söylediği sözleri aramaya başladım...

Tarih 10 Ekim 2001... Ne diyor Daum?

‘‘Beşiktaş bu kadro ile UEFA'ya bile katılamaz.’’

Ve daha sonra gelip çatan G.Saray derbisi öncesi yine Daum'un Beşiktaş'ı yorumlayan sözleri...

Tarih 21 Ekim 2001... Daum diyor ki...

‘‘Beşiktaş'ta kariyerim tükeniyor. Bu takımda kalite eksikliği var.’’

Tarih 2 Aralık 2001...

Beşiktaş, Kadıköy'de bir büyük karizmayı yıkıyor ve F.Bahçe'nin 24 maçlık yenilmezliğini siliyordu.

Şimdi Beşiktaş'ın kazandığına hala inanamayanların saplantılarını daha iyi anlıyorum...

Kalitesi eksik, UEFA şansı bile taşımayan Beşiktaş, F.Bahçe'nin Kadıköy büyüsünü nasıl bozabilirdi. Nasıl F.Bahçe'yi yenebilirdi?

Niye bana soruyorsunuz?

Gidin bunun yanıtını Daum'da arayın...

NE ŞAMPİYONLUĞU

ŞİMDİ dönüyorum madalyonun diğer yönüne...

Yer Swiss Otel... Daum ile bir söyleşideyiz. Yanımda servis arkadaşım İsmail Er. Ve Daum'a soruyor...

‘‘Şampiyonluk için ne dersiniz?’’

Daum,
dikkatle dinlediği soruya şok bir yanıt veriyor.

‘‘Şampiyon olamayız.’’

Neden?

‘‘Ekonomik kriz Beşiktaş'ı da etkiledi. Biz elinde bonservisi olan ucuz futbolcu alıyoruz. Bu nedenle bu kadro ile bu yıl şampiyonluk zor.’’

Peki, gelecek sezon?

Daum yine kesin bir yanıt veriyor...

‘‘Belki iki yıl sonra.’’

Bunlar da madalyonun diğer yüzü. Elindeki kadronun şampiyonluk için yeterli olmadığını sezon öncesi açıkça söyleyen bir teknik adam. Düşündüğünü yalansız haykıran bir Christoph Daum...

Bunları da hatırlayınca, şaşırıyorum...

Kime kızayım?

KARİZMA MESELESİ

VE yine başa dönüyorum, derbi öncesi Beşiktaş'ta yaşananlara kısa bir hatırlatma getiriyorum...

Cuma sabahı idman öncesi kaptan Tayfur tüm arkadaşlarını topluyor ve F.Bahçe maçı için kısa ama etkili bir konuşma yapıyor...

Ne diyor Tayfur?

‘‘Hepimizin bir kariyeri var. F.Bahçe maçı bunu kanıtlamamız için en büyük fırsat. Dikkatli oynarsak yenemeyeceğimiz takım yok. F.Bahçe'yi niye yenemiyelim?’’

Bu da madalyonun bir başka yüzüydü. Demek ki, kariyer lafı Beşiktaşlı futbolcuların yüreğine nasıl işlemiş ki, kalkıp koca F.Bahçe'yi Kadıköy'de 40 bin seyirci önünde dize getirdiler...

İĞNELEMELER

HAFTAYA damgasını vuran sözlerden bazılarını aynen köşeme alıyorum.

Aykut KOCAMAN

‘‘Hakemler sadece hakem olsunlar yeter. Hep güçlüden yana tavır almasınlar. Ve bizim gibi takımları meze olarak kullanmasınlar.’’

Adnan SEZGİN

‘‘G.Saray maçında kazandığımız penaltı, penaltı değildi. Bülent'in topu dışarı atması gerekirdi. Yapmadığı için ona ceza verebiliriz.’’

Tayfun GÜNDOĞAR

‘‘Uzun zamandır tiyatroya gitmemiştim. G.Saray-İstanbulspor maçında izlediğim hakem bana bu eksiğimi giderdi.’’

Şahap AKÇADAĞ

‘‘Muhittin Boşat, kalecimize yumruk atan futbolcuyu görmedi. Görmesi için mutlaka kan dökülmesi mi gerekiyor.’’
Yazının Devamını Oku

Hayat güzel

3 Aralık 2001
Beşiktaş'ın sahadaki en akıllı ve etkili adamı <B>Tümer</B>, 34. dakikada maçın en anlamsız yanlışını yapıyor ve kırmızı kartla oyundan atılıyordu. Sevgili Tümer, Beşiktaş için kader niteliği taşıyan bir derbide, böylesine bir çılgınlığa yönelmenin akılsızlığına üreteceğin her mazereti elimin tersiyle iterim. Ve bilmeni isterim ki, bundan böyle ağzınla kuş tutsan, senin için her kalem oynatışımda, yediğin haltı hatırlayarak övgülerimde cimri davranacağım...

Dönüyorum Beşiktaş'a. Tümer'in atılmasından sonra oyunun kontrolünü Baya'nın sahiplenmesi gerekirdi. Nihat'ın sakatlığı nedeniyle son anda takıma giren Baya'yı başkaları beğenebilir. Benim pek kanım ısınmadı. Dar bir alanda oynayarak etkinliğini sınırlı tuttu. Daha doğrusu sorumluluktan kaçtı, Beşiktaş için oynamadı.

FİZİK SAVAŞI

Bu alanda Tayfur ile Yasin oyuna yüreğini koyan iki savaşcıydı. Orta sahanın ağır yükünü hiç kaytarmadan taşıdılar. Aynı düşünceleri İbrahim ve Ali Eren için de taşıyorum. Sade oynadılar ve sınırsız bir fizik savaşım verdiler. İlhan Mansız'ı hala yazımın dışında tutmamın elbette bir nedeni olacaktı. Oyunun ilk dakikasından maçın bitimine dek gözüm hep bu golcüdeydi. Beşiktaş'ın oyun kurgusuna göre tek forvet oynuyordu ve Tümer'in çıkışı ile birlikte rakip alanda bir yalnız adamdı. Üstelik Mustafa Doğan'ın koyu markajı nefes aldırmıyordu İlhan Mansız'a...

Yine de her an maçın skor veya sonucunu değiştirebileceğini düşünerek, yazımda ona ayırdığım paragrafı hep açık tuttum. Ama nereden bilebilirdim, F.Bahçe'nin Kadıköy'deki yenilmezliğine bir savunma oyuncusu Ronaldo'nun son vereceğini. Evet, Ronaldo, ilki ofsayt iki golle oyuna damgasını vururken, savunmadaki hatasız oyunu ile Beşiktaş'taki en etkili doksan dakikasını yaşadı. Beşiktaş'ın dün tabelaya astığı skorun anlamını biliyorum. Bu sonuç, Beşiktaş'ın ligde yaşadığını gösteren en canlı belgeydi. Ve yine bu sonuç, Beşiktaş'ın şampiyonluk umutlarının tekrar filizlenmesine su veren bir kaynaktı. Şimdi soruyorum, dünkü galibiyetin mimarı, her fırsatta futbolcularının kalitesini horlayan Christoph Daum mu yoksa, bir onur savaşı veren 14 siyah beyaz formalı delikanlı mı? Pardon, Tümer'i onların dışına itiyorum...
Yazının Devamını Oku