12 Şubat 2002
Geçen haftayı diğer satırlara atıp, süratle derbiye koşuyorum. 16 Şubat 2002. Herkes gibi cumartesi gecesi yaşanacak heyecanın ön duygularını ve tepkilerini şimdiden hissedebiliyorum. O gece G.Saray, gerçek bir derbi oynayacak. F.Bahçe için de aynı şey değil mi?
Bana göre, biraz farklı...
O gece, F.Bahçe kaderinin oyununu oynayacak. Ligdeki kaderini çizecek.
Kazanırsa, şampiyonluk için yeni umutlarla kucaklaşacak. Gelecek haftalara daha sağlıklı adımlar atacak.
Daha neler olacak?
Bunun kaymağını Beşiktaş da yiyecek. Liderin kaptırdığı puanlar Beşiktaş'ın moralini yükseltecek. Yarışta G.Saray'ı hizaya çekecek.
Peki tersi olursa?
Taraftar, F.Bahçe'den elini ayağını çekecek. 55 bin kişilik statta bundan böyle boş tribünlere oynayacak. Rengi ruhsarı solacak.
Kim şanslı?
Geçen haftaya bakınca, favoriyi bulup çıkartmak gerçekten zor.
G.Saray nasıldı?
Kimliğinden uzaktı. Oklar Lucescu'ya çevrildi. Malatya karşısında 1-0'dan sonra G.Saray'ı topyekün savunmaya çekmesi, Rumen hocanın bayağı hırpalanmasına neden oldu.
Ne dediler Lucescu için?
Korkak...
Aynı korkaklığı Kadıköy'de de gösterir mi?
Bir şey hatırlatayım. Derbilerin senaryosu önceden yazılmaz. Kimin ne yapacağı önceden bilinmez. Derbilerin kendine özgü bir alemi vardır. Kimse değiştiremez.
Geçen hafta F.Bahçe, Yozgat'ta nasıldı?
Lorant'a göre, çok kötü...
Bu hafta için neler söyledi Lorant?
Bir şey söylemedi. Ancak, Yozgat maçı için söylediklerini, G.Saray maçı öncesi de tekrarlamasını bekliyorum...
Neler demişti Yozgat maçı öncesi?
Saldırın, agresif oynayın ve kazanın.
Ne derbi olacak değil mi?
Nasıl olursa olsun, her iki takımın adına, büyüklüğüne yakışsın.
Yine de derim ki...
Ne dersin?
Tanrı, bu maçın hakemine kolaylıklar versin.
ERMAN HOCA'YI DİNLEYİN
LAF hakemden açıldı, izninizle biraz daha sürdürmek istiyorum. Bir ara düşündüm... Derbiyi hangi hakem yönetebilir?.
Bu işi bir bilene sormalıydım. Telefonumu hiç beklemeden hemen sevgili Erman Toroğlu'na açtım.
Hocam sana göre, derbinin yönetimini kime verirler?
Vallahi iş, Ali Aydın'a doğru gidiyor.
- Serdar Tatlı olabilir mi?
Aslında Serdar da düşünülebilir. Ama biraz zor.
- Neden hocam?
Serdar sert mizaçlı hakemdir. Ne olur ne olmaz, maçı yarıda keser diye onu vermezler. Anlatabiliyor muyum... Kesti mi maçı, sonra ayıkla pirincin taşını...
- Başka bir isim olabilir mi?
Bana göre, maçı Metin Tokat'a vermeleri gerekir.
- Neden hocam?
İlk maçı Tokat yönetmedi mi. Sahaya atılan maddelere ve küfürlere bakarak diyorum ki, o maçın 30. dakikada tatil edilmesi gerekirdi. Ama keyfi yönetmelikler uygulandı. Şimdi aynı şartlarda bu maç Kadıköy'de oynansın. Oynansın ki, bir haksız rekabet ortamı yaratılmasın.
Ve Erman Toroğlu bunları söyledikten sonra hemen ekliyordu...
Metin Tokat kötü hakem mi... Asla değil. Üstelik iyi bir hakem. Ancak, ilk maçı hangi koşullarda yönettiyse, rövanşı da çıkıp aynı koşullarda oynatsın. Sadece bunu anlatmak istiyorum.
Erman hocanın söylediklerine hiçbir yorum katmadan aynen aktarıyorum. Ve yorumu de okurlara bırakıyorum.
Yazının Devamını Oku 11 Şubat 2002
Güngören'deki iki perdelik oyunun, önce ilk yarısını aralıyorum. İlk 45 dakikadaki Beşiktaş'ı beğenmeyenler, ikinci yarıyı beklemeden bir karar vermesinler... Beşiktaş, düşündüğünü yapamıyordu. Tasarladığını, oyuna yansıtamıyordu. Berbat zemin, Beşiktaş'ın tüm teknik özelliklerini alıp götürmüştü...
Tümer'in yumuşak ayakları bile gerektiği gibi işlemiyordu. Baya da stilini değiştirmişti. Sanki, ayağındaki toptan bir an önce kurtulmak ister gibiydi.
Ve İstanbulspor her metrekaresini ezbere bildiği Güngören sahasında adeta Beşiktaş'ı silkeliyordu. İlk 10 dakikada Mehmet Yozgatlı'nın yakaladığı iki gollük pozisyon, Beşiktaş'a beklenmedik sorunlar açabilirdi.
Hadi, ilk pozisyonda Mehmet Yozgatlı'yı gözden kaçıran Ronaldo-Ahmet Yıldırım ikilisinin ortaklaşa hatalarını bir anlık şaşkınlığa bağlayalım. Peki, diğerinde, Ahmet Yıldırım'ın en riskli bölgede çalım sevdasından yine Yozgatlı'ya kaptırdığı pozisyonun günahını nasıl silelim...
DENGELERİ BOZDU
Şimdi ilk yarıya bir perde çekip, geçiyorum oyunun final bölümündeki Beşiktaş'a... Devre arasında Diyarbakır deplasmanını hatırlayarak, bozuk zeminin Diyarbakır'daki gibi Beşiktaş'a sürpriz hazırladığını düşünenler, İlhan Mansız gibi bir golcünün varlığını nasıl unutabilirlerdi.
Oysa, Mansız gibi bir golcü oyundaki tüm dengeleri bozabilirdi. Sıkıntıları, korkuları bir anda silebilirdi. Ve ardı ardına atacağı iki nefis golle Beşiktaş'ı gerçek kimliğine döndürebilirdi.
İşte Mansız bunu gerçekleştirdi. Ve ikinci yarıda taş gibi bir Beşiktaş sahne aldı. Bu sahnede başka kimleri mi beğendim. Elbette Ronaldo'yu. Khletsov'u, İbrahim'i, zaman zaman Tümer'i...
Bir pozisyon kafamı kurcaladı. Zdravkov'un, Ahmet Dursun'un önünden eliyle aldığı topa müdahalesi ceza sahası dışında değil miydi? Galiba ceza sahası dışındaydı. Öyleyse, bir kırmızı kart gerekmez miydi?
Yazının Devamını Oku 7 Şubat 2002
Yüksek tansiyonlu oyunda stres her geçen dakika biraz daha artıyordu. Beşiktaş'ın, önce bu tansiyonu düşürmesi gerekiyordu. Böyle bir ortamda Tümer ve Baya gibi teknik özelliklerle donatılmış isimler de ağır bir görev ve sorumluluğun altına giriyorlardı. Tempoyu onlar belirleyecekti... Beşiktaş, bu ikilinin ayakları ile oyunu yumuşatacak, hücum ve savunma girişimlerini dengeleyecekti.
Bu iki ustadan Tümer ilk yarıda biri İlhan'a, diğeri Tayfur'a iki top gönderdi, Beşiktaş skor avantajı yakaladı. Baya'nın oyundaki devamlılığı önemliydi... Bunu da maçın her dakikasına taşıdı Baya.
Beşiktaş'ın yediği frikik golünde, suç damgasını kime vurmalıydım... Hata neredeydi... Barajda mı, Myhre'de mi? Uzun süre düşündüm. Suçun fazlası kaledeydi... Çünkü, barajı Myhre ayarlamıştı ve okeyi vermişti.
Beşiktaş'ın oyun hevesi ve kazanma hırsı mükemmeldi. Sağda Ali Eren-Khlestov bloğu savunma yönünden eksiksiz bir savaşım örneği veriyorlardı.
DAUM'U BEKLEDİM
Ronaldo, görev alanının dışına pek çıkmadı. Nerede ve nasıl oynaması gerektiğini iyi biliyordu. Benzeri şeyleri İbrahim için de söyleyebilirim... Erman'ın bir hatasını yakalayamadım...
Ancak, Beşiktaş'ın özellikle ikinci yarıyla başlayan bir hatasını hemen fark ettim. Skoru korumak için hücumu bir kenara bırakıp, savunma ağırlıklı bir oyunu yeğlemesi, Beşiktaş'ın egemenliğini kırıyor ve işi zora sokuyordu.
Bu dakikalarda Daum'un kulübesinden fırlayacağı anı ısrarla bekledim. Ancak, ondan böyle bir uyarı ve davranış göremedim. Öyleyse, Ahmet Dursun-İlhan Mansız ikilisiyle oynamanın anlamı neydi, pek çözemedim.
Bu maç için ‘‘erken final’’ diyorlardı. Böyle düşünenlere bir noktada katılsam da yine de şüpheci tavrımı sürdüreceğim. Çünkü ‘‘top sahada yuvarlandıkça futbol denilen oyun her türlü sonuca ve sürprize açıktır.’’ Bu gerçeği hiç unutmayacağım. Ama, Beşiktaş'ın da kupaya iyice yaklaştığını söylemeden geçemeyeceğim.
Yazının Devamını Oku 3 Şubat 2002
Şaşkınlıkla izliyordum Beşiktaş'ı... Kötü oynayana rastlamıyordum. İyi ve hatasız oynayanın listesi de bir hayli kabarıktı. Bekleyin, birkaç isim söyleyeyim...Ali Eren özellikle savunmada mükemmeldi. Ahmet Yıldırım oyunun ilk 10 dakikalık bölümünde, üç uzun topla Beşiktaş'ı rakip ceza alanında pozisyona koştururken, değişik bir stil sergiliyordu. Tayfur, sahanın her bölgesini adımlıyor, İbrahim ve Bayram birer çalışkan öğrenciyi andırıyordu. İbrahim'in kafası önünde sol kulvardan gidip-geliyordu...
Yine bir şeyler eksikti Beşiktaş'ta... Tümer'den ne haber? Bir görünüp, sonra kayboluyordu. İlhan Mansız'ın önüne attığı nefis pas golle sonuçlansa, her şey bir anda değişebilirdi. İlhan topu dışarı atıyor ve Beşiktaş'ta da sıkıntılar başlıyordu...
Söylediğim gibi Beşiktaş'ta bir şeylerin eksikliği gözleniyordu. Hiç durmadan koşuyor, oyunu Samsun ceza alanı içinde geçiriyordu. Ancak, net pozisyonlar üretmekte hiçbir beceri sergileyemiyordu.
STRESE BOĞULDULAR
Ahmet Dursun ve İlhan Mansız, şöyle ağız tadıyla bir pası kovalamanın özlemini çekiyordu. Paslar önlerine değil arkalarına atılıyordu. Böyle bir baskı, beklenen golü getirmeliydi... Tümer, maçın final bölümünde daha etkili koşuyor ve oyunun yönetimine el koyuyordu.
Bir ara düşünmeye başladım. Acaba Ankara'da oynanan ilk maçın bir tekrarı mı sergileniyordu İnönü Stadı'nda. Golsüz geçen her dakika Beşiktaş'ı ve tribünleri strese boğuyordu.
Ve Beşiktaş inanılmaz bir inançla aradığı golün peşinden koşuyordu. Böylesine yüksek tempoyu sürdürmek için yürek gerekliydi... Beşiktaş, bunu da beceriyor, hiç kesmeden tempo yükseltiyordu.
70. dakikada oyuna giren Marinho'nun yumuşak ayakları Beşiktaş için bir umut olabilir miydi? Zaman daralmıştı... Artık, Beşiktaş'ı bir şans golü kurtarabilirdi. O golü de bulamadı Beşiktaş.
Beşiktaş'ı hiçbir maçta bu kadar koşarken görmedim. Ama pozisyon üretemeden, sadece koşmanın galibiyet için yeterli olamayacağı gerçeğini de dün gece bir kez daha yaşadım.
Yazının Devamını Oku 29 Ocak 2002
Ve Beşiktaş'ın 9 maçlık galibiyet serisi Diyarbakır'da noktalandı. <B>Christoph Daum, </B>maç sonrası sonuca ve oyuna değişik bir yorum getiriyordu... Böyle sahada iyi futbol oynamaya kalksak yenilirdik.
Daum'un söyledikleri doğruydu. Kötü zemin Beşiktaş'ın tüm teknik üstünlüğünü alıp götürmüştü. İki takım arasında Beşiktaş lehine oluşan değerlerin her biri kaybolmuştu.
Yine de, Beşiktaş böyle sahalara alışmalıydı, ya da bir çare bulmalıydı. Karakış ile birlikte gelen kar, bazı statların zeminini tarlaya çevirmişti. Ve Beşiktaş gelecek haftalarda bazı maçlarını benzeri sahalarda oynayacaktı.
Örnek mi, iki hafta sonra gideceği Güngören Stadı.
Bu hafta İstanbulspor-G.Birliği arasında oynanan maçı izleyenler gördüler. Golsüz biten karşılaşmada kaçan fırsatların herbirinde berbat zeminin etkileri saklıydı.
Öyleyse, sadece Beşiktaş değil, benzeri sahalara gidecek diğer takımlar da hesaplarını şimdiden yapsınlar.
Çünkü, kötü saha mazereti kaçan puanları geri getirmiyor!
KAHREDEN SLOGAN
EVET, hafta sonu Diyarbakır'daydım. Servis arkadaşlarım Vedat Okyar, İsmail Er ve Atılay Kayaoğlu ile birlikte Diyarbıkar-Beşiktaş maçında görevliydik.
Sıcak bir ilgiyle karşılandık, sınırsız bir konukseverlikle ağırlandık. Bütün bir gece konuştuk. Birbirimizi anladıktan sonra dostluğumuz daha da koyulaştı. Ve dostların yüreklerindeki gizli değerler ve sırlar tek tek kelimelere dökülmeye başladı.
Diyorlar ki...
Diyarbakır halkı futbolu seviyor. Maç günlerini iple çekiyoruz. Bu sevgi zaman zaman bizleri Diyarbakırspor'un peşine takıp, diğer kentlere kadar götürüyor...
İşte, sorun da burada başlıyordu... Kendilerini maçın stresine kaptıran ya da hakeme kızan rakip takım taraftarları öfkelerini Diyarbakırlı taraftarlardan alıyordu.
PKK dışarı... PKK dışarı...
Bu sözler onları kahrediyordu. ‘‘Lütfen yaz’’ dediler. Söylediklerinin satırına dokunmadan yazıyorum...
Bizlere böyle bağırmasınlar. Biz taraftarlar, takımımız Diyarbakırspor'a tezahürat yaptıktan sonra rakip taraftarlardan gelecek tepkiyi endişe ve korku ile bekliyoruz. Ve biraz sonra korktuğumuz başımıza geliyor. Rakip taraftarların tezahüratı başlıyor.
PKK dışarı... PKK dışarı...
Bu sözler sanki ciğerimize işliyor. Ciğerimizi yakıyor. Biz PKK değil, Diyarbakırspor taraftarıyız. Bu farkı ayırt etsinler. Bu yanlışı düzeltsinler. Bizlerin PKK ile ne ilgisi var. Kimliğimize hiç uymayan bu sloganı kullanmasınlar. Yeminle, bu slogan yüreğimizi yakıyor.
Hiç bir yorum yapmadan tüm taraftarların anlayaşına soruyorum...
TARTIŞILANLAR
G.SARAY, Ali Sami Yen Stadı'nda üst üste 11. galibiyetini alarak nefis bir seri yakaladı. Ve Beşiktaş ile arasındaki puan farkını tekrar 3'e yükseltti.
Ancak, Rizespor maçında Ali Uluyol'un verdiği penaltı kararı ve Oumar'a gösterdiği kırmızı kartın tartışmaları hala sürüyor. Ve buradan yola çıkanlar, bariz hakem hatalarının özellikle neden G.Saray maçlarına rastladığını gündeme getiriyorlar.
İşte bu sezon G.Saray maçlarında tartışılan hakem kararları...
Ligin 10. haftasında G.Saray-Trabzon maçında Mutlu Çelik'in G.Saray lehine verdiği 2 penaltı kararı ve Trabzonspor yedek kalecisi Bülent'e gösterdiği kırmızı kart...
Ligin 13. haftasında G.Saray-Samsun maçında hakem Murat Ilgaz'ın G.Saray lehine verdiği penaltı kararı.
Ligin 14. haftasında İstanbulspor maçında Zafer Önder İpek'in İstanbulsporlu Petkov ve Bushi'yi kırmızı kartla ardı ardına oyun dışı bırakması.
17. haftada Selçuk Dereli'nin Yozgat maçında Sergen'in tekmesini sadece sarı kartla geçiştirmesi ve G.Saray lehine çaldığı penaltı kararı.
Bunları tartışanlar yine de bir gerçeği söylemeden geçemiyorlar...
G.Saray kollektif futbolun en gerçekçi temsilcisi. Noksansız bir özgüven ve motivasyon. Yüksek tempo, kazanma hırsı ve azmi... Lucescu ise, başarının sırrını şöyle yorumluyor...
Benim en büyük silahım, takımımda yarattığım rekabet.
Yazının Devamını Oku 28 Ocak 2002
Beşiktaş'ın ilk yarı performansı için yazacak kelimeler arıyorum... Düşündükçe, aklıma gelen rakamlardan sıkılıyorum. İlk kornerini ancak 20. dakikada atan, rakibi korkutacak hiçbir atak girişimi geliştiremeyen ve Şenol'un kalesine tek şut gönderemeyen bir Beşiktaş...
Herkes gibi devre arasında bunun nedenlerini aradım. Berbat bir zeminin Beşiktaş'ın teknik üstünlüğünün yarısını alıp götürdüğünü kabulleniyorum.
Top kontrolünün zorlaştığı sahada, Beşiktaş'ın riskli oyundan kaçışını da hoşgörülü karşılıyorum.
Ancak, düşük tempo ve hareketsiz oyunu ile 45 dakika rakibin egemenliğine sadece kalesini koruyarak karşılık veren bir Beşiktaş portresini de, hiç beğenmiyorum. Ve yine ilk yarıda Ronaldo'nun dışında 3 yıldızlık bir başka Beşiktaşlı da bulamıyorum.
ÜRKEK DÜZEN
Oysa, böyle bir gecede Tümer farklı özelliklerini devreye sokabilirdi. Daha aktif düşünerek, Beşiktaş'ın hücum duygularını yüreklendirebilirdi. Daum, 70. dakikada sağ kanada aldığı Tamer'de belki de hücuma yönelik bir kükreyişin kıvılcımlarını arıyordu. Ancak, o da öncelikle hatasız bir oyunu yeğlediği için bu kanada istenilen hücum zenginliğini getiremiyordu.
Beşiktaş dün hiçbir özelliğini ateşleyemedi, sahaya yansıtamadı. Ve rakibi korkutacak hiçbir girişimi gerçekleştiremedi. Çok düşündüm, işin içinden çıkamadım. Beşiktaş'ın temposu ve oyun kurgusu, sanki tek puan üzerine planlanmış, tasarlanmış ürkek bir düzenin sahaya yansımasıydı. Her şeye karşın, savaşan ve rakibi sindiren, hilesiz bir özveriyle oynayan Beşiktaş'ı maçın son dakikasına kadar ısrarla bekledim. Boşuna beklemişim, seyrettiğim takım, tanıdığım Beşiktaş'a hiç benzemiyordu.
Yazının Devamını Oku 25 Ocak 2002
Oyunun ilk 14 dakikalık bölümünü bir kenara itiyorum ve koşar adımlarla <B>Tümer</B>'in golüne geliyorum. Kelimelere sığdıramayacağım bu müthiş golü Tümer'i andığım her fırsatta hatırlayacağım. Özgüven-kararlılık ve vuruş tekniğinin birlikte sergilendiği kişiye özel bir goldü. Tadını, herkes gibi bir süre damaklarımda hissedeceğim.
Geçiyorum golün dışındaki dakikalara... Oyunun genelinde kişiliğinden farklı bir Beşiktaş izliyordum... Sanki, tüm özelliklerini yitirmişti. Bursaspor'a boş alanlar bırakıyor ve topla oynama rahatlığı sunuyordu. Beşiktaş orta sahası çabuk ve ayağa oynayan Bursaspor'u kontrolde sıkıntılar yaşıyordu.
Oysa, Ümit-Tayfur ikilisi bu alanda daha etkili oynamalı ve rakibin hücum egemenliğini kırmalıydı. Kanatlardaki Khlestov ile İbrahim'in katkıları daha çok savunmaya yönelikti. Yine de Beşiktaş'ın ilk yarıda penaltının dışında Bursaspor'a üç net gollük pozisyon vermesi, gelecek dakikalar için endişe ve korkuları da beraberinde getiriyordu.
Beşiktaş atakları sadece Tümer'in ayağından çıkan pas ve toplarda etkinlik ve güzellik kazanıyordu.
EN.KISIR.90 DAKİKA
Forvette Ahmet Dursun-İlhan Mansız ikilisi oyunun hiçbir bölümünde rakibi sarsacak ve zorlayacak bir hücum girişimi gerçekleştiremiyordu. Beşiktaş, pozisyon yönünden belki de sezonun en kısır 90 dakikasını yaşıyordu. Tüm değerlerini kaybetmişti. Hani, o savaşçı kişiliği... Nerede özveri ve yardımlaşma... Nerede rakibi boğan ve oyundan bıktıran amansız baskı ve pres... Ve nerelerde 90 dakikaya yayılan o müthiş fizik kondisyon.
Beşiktaş dün gece beklentilerin ötesinde bir performans sergiledi. Tribünlerdeki o müthiş uğultuyu, tezahüratı coşku ve desteği maçın her anında aradı. Bulamayınca da zorlandı ve sıkıntılar yaşadı. Ahmet Dursun'un golü ise bu sıkıntılı gecede Beşiktaş'a sunulan en etkili ilaçtı.
Yazının Devamını Oku 21 Ocak 2002
Maçın üstündeki adam hakem <B>Serdar Tatlı</B>'ydı... Yakaladığı her çirkinliği cezalandırdı, gerektiğinde kartlarını bir silah gibi kullanıp, tatlı bir korku saldı... Avni Aker'in ürkütücü atmosferinde çift santrfor oynamak yürek işiydi. Daum, böyle bir davranışı cesaretle uygulayarak İlhan Mansız-Ahmet Dursun ikilisi ile Trabzonspor'un üzerine yürüdü... Hani, ‘‘Erkekliğin yarısı da kaçmaktır’’ derler. Daum, bu ikiliyi zaman zaman geriye çekerek orta alanda kalabalık bir savaşçı ordusu oluşturuyor ve cesaret kadar, mantık gibi önemli bir faktörü de oyuna yansıtıyordu...
Böylesine sağlıklı bir oyun kurgusunda, Beşiktaş hücum ve savunma alanlarında hiçbir zorlukla karşılaşmadan rahat bir 90 dakika yaşıyordu. Üstelik, Beşiktaş'ın iki kanadında yer alan Khlestov ile İbrahim de hücuma yönelik girişimleriyle, pozisyon sayısında rakibe tartışılmaz bir üstünlük sağlıyordu.
BENCİLLİK VE ŞIMARIKLIK
Oyunun 57. dakikasında Beşiktaş'ın yakaladığı 3 farklı skorun ardında işte bu gerçekler yatıyordu. Beşiktaş'ın gollerinin herbiri birbirinden güzeldi. Tümer'in frikik golü ince bir vuruş tekniğinin harika ürünüydü. Ahmet Dursun'un röveşata golü de estetik ve şovun birlikte sergilendiği nefis bir görüntüydü.
Beşiktaş'ı dikkatle izledim ve kötü oynayan hiçbir futbolcu yakalayamadım. Erman'a hep kötü yazanlardan biriydim. Dün geceyi izledikten sonra ona ufak bir özür satırı gönderiyorum...
Asper, maç öncesi Beşiktaş'ın üzerine çöken bir korku kabusuydu. Ancak, gösterdiği mükemmel performans ile 4 yıldızlık bir oyun oynadı.
Beşiktaş'ın dün Avni Aker'deki en belirgin yanlışı 3-0'lık skordan sonra bazı pozisyonlarda yaşadığı bencillik ve şımarıklıktı... Beşiktaş, Trabzon galibiyetiyle gelecek haftalara net bir mesaj gönderiyor ve şampiyonluğun en büyük adaylarından birisi olduğunu kanıtlıyordu. Trabzonspor seyircisinin gösterdiği tepkiyi ve olayları duygusal bir davranış olarak görüyorum. Ve bu davranışın temelinde de takımlarının aldığı başarısız sonuçlara karşı bir isyan duygusunun yattığını biliyorum.
Yazının Devamını Oku