7 Mart 2002
<B>BEŞİKTAŞ</B>, zorluk derecesi üst düzeyde bir maç oynadı. Vücut ve ayaklar kupa için savaşırken, akılların bir köşesinde Galatasaray derbisinin heyecanı saklıydı. Böylesine güç ve sıkı bir kupa gecesinde, Beşiktaş teknik-taktik ve fizik açıdan nasıl bir performans sergiledi, bir bakalım...
1-Daum, Yozgat maçının süper adamı ve golcüsü Ahmet Dursun'u oynatmadı. İlhan Mansız tek santrfordu ve Beşiktaş'ın oyun düzeni de 4-5-1 idi... Acaba, Daum yenilecek şok bir golden mi ürküyordu?
2-Daum'un, geride sağlam bir savunma duvarı örmesi normal karşılanabilir. Ancak, tek santrforla ilk yarıda rakip kalede, Baya'nın direkte patlayan şutundan başka hiçbir etkinlik üretemeyen Beşiktaş'ı, Yozgat maçındaki performansı ile kıyaslamak mümkün değildi.
3-Tempo, özellikle ilk yarıda düşüktü. Bu da, kontrollü oyundan kaynaklanıyordu. Tümer'in topla buluştuğu pozisyonlarda Beşiktaş'ın pas trafiği etkinlik kazanıyordu. Baya teknik yönden sınırlı da olsa, fizik açıdan Tümer'i rahatlatıyordu. Tayfur ise ön liberoda öncelikle savunmaya yönelik işlevleri hatasız uyguluyordu.
RİSKTEN KAÇTILAR
4-Beşiktaş, belki iyi oynamıyordu. Ancak, risk ve hatadan kaçarak rakibe fırsat vermiyordu. Myhre'nin kalesine gelen toplarda hiçbir tehlike ışığı görmüyordum. Ronaldo'nun katılımı ile bu iş daha da kolaylaşıyordu.
5-Evet, Beşiktaş tek santrforla oynuyordu. Ama maçın skorunu her an değiştirebilen İlhan Mansız gibi bir golcünün varlığına güveniyordu. Mansız'ın attığı gol fırsatçı kimliğinin bir örneğiydi. Ancak, Tümer'in yoktan yarattığı pozisyon, bilinen klasının bir ürünüydü.
6-Beşiktaş'ın ikinci yarıdaki tempo ve hücum hedefi ilk yarıya oranla çok yüksekti. Daum'un iki perdelik akıllı oyun kurgusu, G.Saray derbisi öncesi Beşiktaş'ı kupada finale koşturdu. Herhalde, G.Saray derbisinde de aynı filmi bir kez daha izleyeceğim.
Yazının Devamını Oku 5 Mart 2002
Bir ömür daha yaşasam aklıma getiremezdim. Beşiktaş'ın 11 puan gerilerden tırmanıp, G.Saray'ı yakalayacağını düşünemezdim. İşte, bu da futbolun cilvesi... Ele avuca sığmayan bir oyun!
Hadi, ben veya benim gibi düşünenler bir yana... Bu takımın hocası bile, puan farkının 11'lere vurduğu haftalarda çıkıp avaz avaz bağırıyor ve diyorsa...
Ancak, rüya görenler Beşiktaş'ın şampiyon olacağını söyleyebilir.
Üstelik, böyle bir bombayı Kadıköy'deki F.Bahçe galibiyetinden sonra patlatmışsa... Ve ‘‘şampiyonluktan söz edenin dilini keserim’’ demişse...
Oysa Daum, şanına şöhretine ve de tartışılmayacak kariyerine karşın bir şeyi unutuyordu. Mesleğinin teknik-taktik yönlerini ezbere bilse de, bir şeyi atlıyordu...
Bu oyun sabun gibidir. Ne ele gelir, ne de avuca. Hele hele, bizim ligde.
Bunları bir kenara itip, şimdilere dönelim. Üçü de geldi kafa kafaya. F.Bahçe, bir adım geride kalsa da, fark etmez. Bir çabuk adımda gelip yakalar ikisini de...
Peki, kim şampiyon olur?
Daum, böyle bir soruyu şubat ayında şöyle yanıtlamıştı...
Bunu gidip Mart'a sorun!
Yani, her şeyin Mart ayında belli olacağını söylemek istiyordu Alman hoca...
Yalan da değil.
Bu hafta sonu oynanacak G.Saray-Beşiktaş derbisini kazanacak takımın yakalacağı avantajı bir düşünün.
Ya berabere biterse?
Aman Allahım... böyle bir sonuç sonrası F.Bahçe de, Antalya'dan üç puanla dönerse...
İşte o zaman öp Lorant'ın elini.
Neden mi?
F.Bahçe'nin, Antalya maçından sonra lider olacağını söylemedi mi?
Kime söyledi?
Asbaşkan Osman Yalçın'a...
Ne zaman söyledi?
F.Bahçe-G.Saray maçından hemen sonra Samandıra'daki konuşmada...
O zaman işler iyice karıştı.
Niye ?
Sinan Engin de en umutsuz günlerde Beşiktaş'ın önce lider, sonra şampiyon olacağını söylüyordu. İşte geldi yakaladı G.Saray'ı...
Şu şarkıya ne çok uyuyor bizim ligimiz.
Hangi şarkıya?
Neler oluyor gülüm neler!
YAPMA HOCAM
G.SARAY'da neler oluyor?
Herkes şaşkın. Hele Lucescu...
Niye?
İzmir'de sarı-kırmızı renklere bürünmüş Göztepeli taraftarları görünce, G.Saray seyircisi zannetmiş ve sevinmiş. Sonra anlamış ki, onlar Göztepeli...
Nasıl anlamış?
Sahaya çıktıktan sonra o tribünün önünden geçerken, atılan pet şişeden. Evet, şimdi geliyorum maça. Bu oyunun sonucu, zirvedeki sıralamayı değiştirirken, bir ismi de ön plana çıkartıyordu...
Göztepeli Göksel.
Müthiş bir performansla oynadı, sürati ile herkesi şaşırttı, G.Saray'ın sol kanadını yerle bir etti ve haftanın futbolcusu seçildi.
Ve maçın bir başka ilginç adamı daha vardı.
Kimdi?
G.Saraylı kaleci Bora.
Yanlış söylüyorsun. G.Saray değil, Göztepe kalecisi Bora.
Hayır, doğru söylüyorum. Göztepe'de oynuyor ama koyu G.Saraylı!
Şu ligde neler oluyor neler!
DEPLASMANLAR
Ve bir hatırlatma. Şimdiye kadar 3 büyükler deplasmanda oynadıkları maçlarda kaç puan kaybetti.? İşte ilginç sıralama...
Beşiktaş 9, F.Bahçe 20, G.Saray 22...
Yazının Devamını Oku 3 Mart 2002
Beşiktaş için kolay bir maç olmayacağını hissedebiliyordum... Ve yaşayacağı zorlukları yine maç öncesi aşağı yukarı kestirebiliyordum. Öncelikle Beşiktaş için risk derecesi yüksek bir oyundu. Üç as futbolcusu İlhan Mansız, Tümer Metin ve Tayfur Havutçu'nun taşıdığı sarı kart stresi Beşiktaş'ın oyun kurgusunu her an bozabilirdi.
İşte böyle bir gecede Beşiktaş'ta görebildiğim yanlışları ve artıları hemen eleştiri masasına yatırıyorum...
1) Beşiktaş'ın yediği erken gol, profesyonel kalıplar içine sığmayan sorumsuz ve laubali bir davranışın ürünüydü. Tamer Tuna, çizgi kenarında bastırmadığı rakibine 35 metre topla koşma fırsatı verirken, Beşiktaş savunması da yerleşim yanlışlığı ve ağır davranışı ile adeta kolay bir gole davetiye çıkartıyordu.
2) Yenilen gol sonrası, akla hemen Ronaldo geliyordu. Brezilyalı futbolcunun, Beşiktaş savunma kurgusundaki önemi, golden birkaç dakika sonra Yozgat'ın yakaladığı üçüncü bir fırsatta tüm açıklığı ile gözlenebiliyordu. Yozgat'ın beraberlik golü ise, Ronaldo'suz savunmanın toplu hatasından kaynaklanan bir başka kolay goldü. Burada da öncelikle Ahmet Yıldırım'ı ve kalesini terkeden Myhre'yi suçluyorum.
3) Sağ kanatta Tamer'in hücum hevesi ve becerisi göz okşuyordu. Ancak, geriye dönüşlerde isteksiz ve ağırdı. Üstelik biraz da sorumsuz...
DAUM'UN İNADI
4) Beşiktaş kazanma hırsı ve oyun temposu üst düzeyde idi. Gördüm ki, Baya'nın oynadığı maçlarda Tümer'in davranış rahatlığı ve etkinliği bir kat daha artıyor. Dün gece top en çok onun ayağına yakışıyordu. Oyundaki sürekliliği bir başka olumlu yönüydü Tümer'in...
5) Ve anladım ki, Daum, Ahmet Dursun'dan vazgeçemez... Ahmet Dursun, ceza alanı içindeki etkin ve golcü kimliği ile her maç öncesi Daum'un düşlerini süsleyecek...
6) Bilemiyorum, Christoph Daum, G.Saray derbisinde de Myhre ile oynama riskini göze alacak mı? Alırsa, kötü bir sonuçta nasıl bir mazeretin arkasına saklanacak? Daum'un kariyerine herkes gibi saygı duyuyorum. Ancak, Asper konusundaki inadına da şaşıyorum... Beşiktaş'ın aldığı 3 puan çok önemliydi. Ancak daha da önemlisi sarı kart sınırındaki üç as futbolcusunun dün geceyi kazasız atlatmasıydı.
Yazının Devamını Oku 26 Şubat 2002
<B>LİGİ </B>seyrediyorum... Önümde bir fincan kahve, karşımda kocaman bir ekran. Avrupa'nın en coşkulu, renkli ve de keyifli ligi ile kol kolayım. G.Saray-G.Birliği oynuyor. Ömer, Berkant'a basıyor tabanı. Berkant kıvranıyor, Bülent Uzun sarı kartını çıkartıyor.
- Hocam kırmızıyı kime saklıyorsun?
Mondragon topu tutuyor. Sonra, top-el karışımı Cafer'in suratına çakıyor kroşeyi. Herkes penaltı ve kırmızı kart bekliyor.
- Nerde hocamda o yürek!
Lucescu kafasının bozulduğu her pozisyonda sahaya girip, Bülent Uzun'u azarlıyor. Kimse sormuyor hocama...
- Hey, Kandıralı nereye?
G.Birliği takımında 19 yaşında bir çocuk, nefis hareketler yapıyor. Adı Okan. Buram buram kalite kokuyor.
- Ah, biraz da bencil olmasa.
G.Saray kalesinde Mondragon harikalar yaratıyor. İki direk arasında salıncak kurmuş gidip geliyor.
Peki, Rüştü, Denizli'de neler yapıyor?
- Yine Fener'i kurtarıyor.
Denizlispor'un isyanı nedir?
- Revivo'nun golünden önce, İlyas'ın neden olduğu serbet atışta, topu eliyle değil, göğsü ile indirdiğine inanıyorlar.
Geçiyorum Körfez'e. Beşiktaş nasıldı?
- Kazansa da kötü.
Ya İlhan Mansız?
- Harika.
İki nefis gol attı. İlkini, ancak Maradona veya Pele atabilirdi.
- Peki, Kocaelispor'un şikayeti ne?
‘‘Erol Ersoy, bir penaltımızı vermedi’’ diyorlar.
- Doğru mu söylüyorlar?
Allah için doğru söylüyorlar.
Trabzonspor'dan ne haber?
- Çok kötü.
Nesi kötü?
- Savunması... Ankaragücü her gelişinde golü atıp gitti.
VE A.GÜCÜ MUCİZESİ
ONLARA ayrı bir paragraf ayırıyorum. Ve 3 büyüklerden sonra Trabzonspor'u da dize getirdikleri için kutluyorum.
Kim yarattı bu mucizeyi?
- Ersun Yanal.
Nasıl yarattı?
- Ankaragücü'ne başarının sırrını anlattı. Çok çalışmadan hiçbir şey olmaz dedi. Futbolcusu ile nefis bir diyolog kurdu. Disiplini öğretti.
Başka neler yaptı?
- Ankaragücü'ne hücum emri verdi. Üç büyüklerin dışında her takıma hücum ağırlıklı oynadı. Ankaragücü'nün futboluna şovu soktu. Şimdi Ankara'da bu takımın hastaları var. F.Bahçeli, G.Saraylı veya Beşiktaşlı. Gidip Ankaragücü'nün maçlarını izliyorlar ve keyif alıyorlar.
Ne güzel. Bir Türk antrenörü bayrak açmış, zirveye koşuyor...
- Tebrikler sevgili Ersun Yanal...
Geçiyorum, madalyonun diğer yüzüne. Bu takım neden zirvede değil?
- Hemen söyleyeyim. İlk yarıda öylesine berbat bir dönem yaşadılar ki. 3. haftada F.Bahçe'ye 4-1 yenildiler. Sonra çorap söküğü gibi gerisi geldi. G.Birliği, Göztepe ve Beşiktaş yenilgileri, deplasmanda Trabzon beraberliği ve ardından yine Diyarbakır ve Bursa mağlubiyetleri.
Anlaşılan bir tufaya geldiler. Toparlanana kadar da atı alan Üsküdar'ı geçti. Yoksa, bu ligin coğrafyası değişirdi!
Bunları yazarken elime bir not geçti. Malatyaspor 1987-88 sezonunda G.Saray'ı 3-1, Beşiktaş'ı 5-3, F.Bahçe'yi 1-0 ve Trabzon'u 3-2 yenmiş. Ankaragücü ise, Malatya gibi 44 yıllık lig tarihinde 4 büyüğü yenme başarısını yakalayan ikinci takım.
Öyleyse, bir kez daha kutluyorum Yanal ve talebelerini.
Bakalım, gelecek haftalarda neler yaşayacağız. Christoph Daum, şöyle diyordu...
Mart ayında şampiyonun rengi belli olur!
Şunun şurasında marta ne kaldı. Demek ki, final günleri de geldi çattı. Hadi, iyi işler...
Yazının Devamını Oku 23 Şubat 2002
İlhan Mansız'a sıralayacağım övgüleri diğer satırlara bırakarak, oyunun geneline bir göz atıyorum... Beşiktaş'ın, kimliğine yakışan tempoyu yakalayacağı dakikaları ısrarla bekledim. Sahanın hiçbir bölgesinde düşündüğünü uygulayamıyordu Beşiktaş...
Bunun nedenleri net çizgilerle görülüyordu. Beşiktaş'ın pas trafiğini düzenleyecek ve hücuma etkinlik sağlayacak Tümer-Baya ikilisi, rakibin yakın markajından sinerek pasif bir kişiliğe bürünüyorlardı.
Kanatların etkinliği ve hücum becerisi de sınırlıydı. Sağda Tamer, solda İbrahim ve Bayram'ın taşıdığı toplar, Beşiktaş'ı aradığı pozisyona koşturacak seviyede değildi.
İyi oynayan ya da skoru değiştirebilecek bir kahraman arıyordum Beşiktaş'ta... Ali Eren müthiş bir performansla oynuyordu. Ancak, birileri çıkıp skoru değiştirmeliydi. İyi oynamasa da, Beşiktaş'ı korku ve endişelerinden kurtaracak birileri gerekliydi.
GECENİN GÜZELLİĞİ
İlhan Mansız mı? Böyle zor gecelerin kahramanı elbette İlhan Mansız olabilirdi. Beşiktaş'ı mutluluğa ancak Mansız uçurabilirdi. Attığı iki gol de birbirinden güzeldi. Anlatırken bile keyif alıyorum. İlk golde topu göğsüyle yumuşatması, sonra rakipten kurtulup voleyle tamamlaması, bir film şeridine sıralanmış nefis karelerdi. İkinci gol, özgüven ve kararlılığın bir ürünüydü. Yaklaşık 25 metreden savurduğu mükemmel şut, bir füzeyi andırıyordu. Bu golde Baya'nın, İlhan Mansız'ı topla buluşturması da karenin bir başka güzelliğiydi.
Beşiktaş için yazacak başka şeyler bulamıyorum. Eğer, bu sütunları doldurmak için kelime veya cümleleler sıralama gereğini hissetsem, her satırı İlhan Mansız'a ayırırım. Çünkü, dün gecenin rengi, kahramanı ve tartışmasız adamı İlhan Mansız'dı.
Yazının Devamını Oku 19 Şubat 2002
Asırlık F.Bahçe-G.Saray rekabetine yeni bir isim buldular... <B>Dünya Derbisi </B>diyorlar ezeli rekabete. Yani, her şeyi ile ülke sınırlarını aşıp, dünya ile kucaklaşan bir derbi... Heyecan ve coşkusuna bir lafım yok. Stresi bir salgın gibi herkesi sarıp sarmalıyor. Konuşan her canlı önce derbiyi gündeme getiriyor, sonra gün boyu dilinden düşürmüyor.
Buraya kadar her şey ne de sevimli...
Şimdi madalyonun diğer yüzünü çeviriyorum. Bir de öteki suratını görelim, şu dünya derbisinin...
Hangi statta oynanırsa oynansın, rakip taraftarlar bu ezeli rekabeti ancak tel kafesler içinde izleyebiliyorsa...
Küfür, slogana ve güzel tezahürata egemen olabiliyorsa. Ve doksan dakikayı kaplıyorsa...
Taraftarlar arasında olası bir çatışmayı önlemek için geçiş sırasında köprüler trafiğe kapatılıyorsa...
Dört bin resmi, bin sivil toplam 5 bin emniyet görevlisi bu maçın selameti için göreve çağrılıyorsa...
Binlerce kişi elindeki bilete rağmen içeri giremeyip, stat kapılarında sürünüyor ve hırpalanıyorsa...
Stada giden her sokak arasında taraftar ile polis soğuk ve sıcak savaşın en canlı örneklerini yaşıyorsa...
Maçın hakemi oyunun teknik-taktik yönünü aşıp, görsel ve yazılı basında manşetlere tırmanabiliyorsa...
İyi niyetin tükendiği oyunda, mücadele kıyasıya tekmeleşmeye dönüşüyor, sarı ve kırmızı kartlar birbirini kovalıyorsa...
Fair-Play düşüncesinin ezeli rekabete yakışacak en anlamlı kavram olabileceğini kimse aklına bile getiremiyorsa...
Ve kentin en üst düzey resmi yetkilisi, yani, sayın valisi bile bu maça binbir güçlükle girebiliyorsa...
Bunun neresi dünya derbisi.
Saklayın böyle derbiyi dünya görmesin!
SİZ DE ARAŞTIRIN!
VE G.Saray yenilgisinden sonra İnönü Stadı'nı dolduran 30 bin Beşiktaşlı... Tek düşünceye kilitlenmiş 30 bin fanatik...
Beşiktaş, Ankaragücü'nü yenecek ve liderliğe tırmanacak.
Sonra hep bir ağızdan şarkılar söylenecek...
Beşiktaş, sen bizim her şeyimizsin.
Olmadı, hevesler bir başka maça kaldı.
Neden mi?
Önce Myhre berbat bir gol yedi, herkesi strese soktu.
Kim ne derse desin, Myhre'nin kaleciliği konusunda şüphelerim vardı. Şimdi kafamdaki soru daha da koyulaştı. Her neyse...
Daum, hangi maçta Beşiktaş'ın klasik 4'lü savunma bloğunu bozsa, başına iş açıyor. Ankaragücü maçında da bunu yaptı.
Hücumda İlhan Mansız ile Ahmet Dursun arasındaki uyum her geçen gün yoğunlaşacağına, bir uçurum gibi açılıyor.
Beşiktaş'ın kanat özelliği taşıyan futbolcusu yoktu. Oynayanların defansif yönleri daha ağır basıyordu. Kanatlar hiç işlemedi.
Ve Daum her yenilgiden sonra olduğu gibi yine aynı cümleyi kullanarak, maçı şöyle yorumladı...
Oyunu çevirecek, üstün kaliteli futbolculardan yoksunuz.
Oysa, F.Bahçe-G.Saray derbisi öncesi başta Daum, hiçbir futbolcu Ankaragücü yenilgisini aklının ucundan bile geçirmiyordu.
Bir TV röportajında diyorlardı ki...
F.Bahçe, G.Saray'ı yenerse, Beşiktaş liderliğe yükselir.
Ankaragücü'ne yenileceklerini akıllarından bile geçirmiyordu Beşiktaşlı futbolcular.
Belki de doğru düşünüyorlardı. 1969 yılından bu yana Ankaragücü, Beşiktaş'ı İstanbul'da yenemiyordu. Tam 33 yıl sonra, gelip devireceği kimin aklına gelirdi? Ve dönüyorum başa...
Nedense, Beşiktaş'ta üstün kaliteli futbolcu noksanlığı hep yenilgilerden sonra akla geliyor. Acaba, tek neden kaliteli futbolcu eksikliği mi?
Sevgili Beşiktaşlılar, boş bir zamanınızda, bunun nedenini bir de siz araştırın! Bazı ipuçları bulabilirsiniz.
Yazının Devamını Oku 18 Şubat 2002
<B>OYUNUN </B>her dakikasında Beşiktaş'ı gözlerimle kovaladım. Beşiktaş'ı zora sokan yanlışları ve sıkıntıları ısrarla yakalamaya çalıştım... 1- Christoph Daum'un savunmada dörtlü bloğu bozduğu, yani 3-5-2'ye yöneldiği maçlarda Beşiktaş'ın defans kurgusu sağlığını, güvenirliğini yitiriyor. Dün gece bunun örneklerini gördüm...
2- Baya'nın oynamadığı maçlarda orta alan sorumluluğunun paylaşımında Tümer Metin yalnız kalıyor. Yaratıcı pas üretmek gibi farklı özellikler gerektiren zor bir görevin ağırlığını sadece Tümer'in taşıması, Beşiktaş'ın hücum ve organizasyon etkinliğini azaltıyor.
3- Hücumda İlhan Mansız ile Ahmet Dursun ikilisi ısrarla kendilerine atılacak paslardan pozisyon kovalamak gibi kolay bir düşüncenin yanlışlığıyla oynuyorlar. Oysa, bu ikili yardımlaşma ve birbirlerine pozisyon yaratma gibi bir davranışın olgunluğunu artık kavramalı...
4- Görebildiğim kadar, Beşiktaş şu anda fizik kondisyon açıdan Türkiye Ligleri'nin en sağlıklı ve gürbüz ekibi. Oyunun büyük bir bölümünü yüksek tempo oynayacak güce sahip. Ancak, pas hatalarının çoğaldığı maçlarda Beşiktaş'ın tempo avantajı hemen kayboluyor.
A.GÜCÜ'NE ARMAĞAN
5- Dün gece Myhre'nin yediği ilk gol, şımarık ve sorumsuz davranışın bir ürünüydü. Oyunu iyi izlemedi ve aşırtma bir vuruşa yakalandı. Bu gol, Ankaragücü'ne sunulan bir armağandı.
6- Oyunun final bölümünde Christoph Daum iki değişiklikle Beşiktaş'a taze kan arıyordu. Kişisel görüşüm, Bayram daha önce sol kulvara alınabilir ve Beşiktaş'ın bu kanadına hücum etkinliği getirilebilirdi. Ümit'i Stavrum ile değiştirmek için 75 dakika beklemek gerekir miydi? Bilemiyorum, bu Daum'un tercihiydi...
İşte bu sıkıntılar Beşiktaş'ı hiç de beklemediği bir yenilgiye sürüklüyordu. Oysa, tüm koşullar Beşiktaş'a çalışmıştı... Bir gece önceki G.Saray yenilgisi ve dün gece İnönü Stadı'na koşan 30.000 seyirci Beşiktaş için bulunmaz bir moral gücüydü. Ancak yukarıda sıraladığım yanlışlar Beşiktaş'ın 3 puanını alıp götürdü.
Yazının Devamını Oku 13 Şubat 2002
<B>ELİMDEKİ</B> 20 kişilik Milli Takım kadrosuna bakıyorum... <B>Şenol Güneş</B>, bir kaçı dışında herbirine Ekvador maçında forma giydiriyor ve görev veriyordu. Bunların kimi, hafta sonunda Fenerbahçe-Galatasaray derbisinde oynayacaktı. Kimi, yine Türkiye liglerinin yükünü taşıyacaktı. Ve yurt dışından gelenler de milli maçın terini atmadan, oynadıkları ülkelerin takımlarında lig savaşına katılacaklardı.
Ancak, taşıdıkları milli forma sevgisi onları farklı bir kişiliğe sürüklüyordu. Öncelikle milli maçın ciddiyetini önemsiyorlar ve yüreklerini oyuna koyuyorlardı. Şenol Güneş'in sahaya sürdüğü ilk onbirin oyun şeması 4-4-2 idi. Oyunu Tugay yönlendiriyor, tempoyu ayarlıyordu. Özellikle tek pasa özen gösteriyordu. Ogün lig maçlarından daha farklı bir performansla oynuyordu. Ergün yine teknik özelliklerini sergilerken, hücumda İlhan Mansız-Nihat ikilisine zaman zaman Mustafa İzzet de katılarak, kalabalık bir forvet mangası oluşturuyorladı. İlk yarıda attığımız beş net şutun herbiri skoru değiştirebilecek kadar etkiliydi. Kimi, kaleciye takıldı, kimi de kılpayı dışarıya gitti.
TEMPO YAVAŞLADI
İkinci yarıda daha değişik bir kadroyla oynuyorduk. Şenol Güneş'in, Tugay'ı kenara alması, takımın oyun düzenine hemen yansıyordu. Tempo yavaşlıyor ve oyun egemenliğini Ekvador'a kaptırıyorduk. Sahadaki kadro, ilk yarıdaki onbirden çok farklı bir performansla oynuyordu. Pozisyon üretmekte zorlanıyor, şut yüzdemiz de iyice düşüyordu. Bu yarıya damgasını vuran bir isim arıyorum... Gözlerim Yıldıray'a takılıyor. Ancak, öylesine etkisiz oynuyor ki... Sağda Tayfun'dan bir kükreyiş bekliyorum... Onda da aradığımı bulamıyorum. Fatih, sağdan ceza sahasına kadar iyi taşıdığı topları, her nedense kötü kullanıyor. Arif'in çabası, gereksiz telaşı yüzünden etkinliğini yitiriyordu. Ve yediğimiz gol, basit kademe hatasının örneğiydi... Tabela ve skorla hiç ilgilenmiyorum. Dün gece gördüğüm gerçek, milli formayı giyen herbir futbolcunun oyuna yürekten bir hevesle katılmasıydı. İşte dün gecenin sevindirici olayı da bu gerçekti.
Yazının Devamını Oku