29 Kasım 2001
Sakaryaspor'un 11. dakikada attığı golü gülümseyerek geçiştirenler, ilk yarının bitimi ile birlikte, bir şüphe ve korkunun sarsıntısına kapılıyorlardı. Bir ara sağıma soluma kulak verdim, işin ciddiyetini kavrayanlar birbirlerinde ürpertici bir sorunun yanıtını arıyorlardı...
‘‘Yahu, Beşiktaş'ın Türkiye Kupası'nda Lüleburgaz'a elendiği maçın tarihini hatırlıyor musunuz?’’
Korku bacayı iyice sarmıştı. Üstelik kötü oynadığı ilk yarıda 3 gollük pozisyonu Sertan, İlhan Mansız ve Mehmet Aksu ile cömertçe harcıyordu. Artık ikinci yarıyı daha ciddi düşünmenin zamanıydı. Orta sahanın oyunu yönlendirmesi ve Beşiktaş ataklarına bir etkinlik getirmesi gerekliydi. Ancak, Ümit Bozkurt, İlhan Şahin ve Mehmet Aksu'dan oluşan gençler grubu, bu alanda beklenen performansı gösteremiyordu.
FENER'İ YENEBİLİR Mİ?
İlk yarıda çift santrforla oynayan Beşiktaş'ta İlhan Mansız-Sertan ikilisi, çok adamla kapanan Sakarya defansı arasında adeta boğuluyordu. Yandan gelen şişirme ortalar da rakip savunmanın işini kolaylaştırıyordu.
İkinci yarıda sahada Ahmet Dursun vardı. Sonra Bayram girdi. Ama genç Tunç'un sağbekte ne işi vardı, bir anlam veremedim.
Beşiktaş'ta disiplin kaybolmuştu ve herkes kendi kafasına göre oynuyordu. 71.dakika korkuların durulduğu andı. Ahmet Dursun'un golü ile nefes alan Beşiktaş, uzatma dakikalarında İlhan Mansız'ın golü ile yaşama dönüyordu.
Maçtan sonra benden şöyle bir soruya yanıt isteyenler vardı...
‘‘Beşiktaş, bu oyunla Pazar'a Fener'i yenebilir mi?
Benim yanıtımı beklemeden lafa karışanlarsa, şöyle bir savla konuyu kesip attılar...
‘‘Her maçın havası başkadır.’’
Yazının Devamını Oku 27 Kasım 2001
Her hafta <B>Sergen</B>'i yazacak değilim... Bu hafta <B>Sergen</B>'in ötesinde isimler arayacağım. Örneğin, Göztepe maçındaki F.Bahçeli <B>Ceyhun'</B>dan birkaç kelime yazacağım. Oradan <B>İlhan Mansız</B>'a geçeceğim. Başkaları varsa, onları da sıralayacağım. Yani, haftayı renklendiren ve tatlandıran isimlerden ufak bir demet yapıp, okurlara sunacağım... Önce F.Bahçeli Ceyhun.
Mustafa Denizli'nin yedekler kulübesine hapsettiği Ceyhun, zincirleri kırıp, sahaya fırladığı günden bu yana, her maçı dört yıldızlık oynuyor. Gözle kaş arasında topu ve F.Bahçe'yi rakip kaleye bir atlet çabukluğunda taşıyor. Kaleyi gördü mü, kendinden geçiyor. Yer ve mesafe hiç sorun değil. Patlatıyor şutunu. Göztepe'ye attığı gol, bunun bir örneğiydi. Ligimizin direkt kaleye oynayan ender futbolcularından biri.
F.Bahçe ile anlaştığı gün herkes ona bazı şüphelerle yaklaşıyordu. Acaba diyorlardı...
Yıldızı Anadolu takımlarında parlayıp, 3 büyüklerde sönen geçici tiplerden biri mi?
Sezon başında bir söyleşide ona böyle bir soru yöneltmiştim. Aynen şunları söyledi...
‘‘Benim büyük takım deneyimim var. G.Saray'da, birkaç hazırlık maçında Fatih Terim bana şans verdi. F.Bahçe'de yabancılık çekmeyeceğim. Ve kalıcı olacağım.’’
Şimdi, söylediklerini doğrularcasına üstün bir performansla oynuyor. Böyle oynadığı sürece bir daha o hiç sevmediği kulübeye dönmeyeeceğine yürekten inanıyorum.
TİLKİ KADAR KURNAZ!
VE geliyorum Beşiktaşlı İlhan Mansız'a... Beşiktaş'a birkaç sezon öncesi gelebilirdi. Kuşadasıspor'da oynarken Benjamin Toshack'a İlhan Mansız'ı anlatmışlar, Galli hoca tek kelime ile işi başlamadan bitirmiş...
İlhan da kim?
Toshack'ın sorup araştırmadan terslediği İlhan, şu günlerde Beşiktaş'ın lokomotifi... Çekip sürüklüyor Beşiktaş'ı. Malatya maçında attığı her golde bir tilki kadar kurnazdı. Oyunun kilitlendiği anlarda hızır gibi yetişti ve tabelayı değiştirdi.
Bir... İki... Yetmedi bir daha...
Attığı 3 golle haftanın yıldızı seçilirken, tüm gazetelerin manşetini renklendirdi... İşte manşetlerdeki İlhan Mansız...
‘‘Geceyi İlhan ısıttı’’, ‘‘Mansız İlhan, Gamsız Kartal’’, ‘‘En kahraman İlhan’’, ‘‘İlhan yüksek uçtu’’, ‘‘Tümer çaldı, İlhan oynadı.’’
Kim çaldı, Tümer mi?
Doğru, İlhan'ın attığı üç golde de Tümer'in tartışılmaz katkıları vardı. O da F.Bahçeli Ceyhun gibi yedekler kulübesinden kurtulur kurtulmaz, yetenekleri ile farklı kişiliğini hemen sahaya ve oyuna yansıttı.
Diyorlar ki... Futbolculuğuna laf yok. Ancak, biraz şımarmaya müsait...
Her yıldız biraz şımarıktır. Ama dozunu kaçırdı mı, çekeceksin kulağını. Şimdi konuşuluyor.
Böyle bir yetenek neden haftalardır oynatılmıyordu?
Kimine göre, sakat olduğu için birkaç hafta kulübede kaldı. Kimine göre, Daum, Baya'ya şans verdiği için Tümer kulübeye çekildi. Kimine göre de çabuk şımardığı için...
Soruyorum, hangisi doğru?
DİĞERLERİ
HAFTANIN diğer yıldızlarına gelince... Göztepe maçındaki performansı ve attığı goldeki müthiş ustalığı ile F.Bahçeli Hakan Bayraktar hemen ön plana çıktı. O da bir kulübe mahkumuydu, şimdi başrol oynuyor. G.Saraylı Ayhan'ı dikkatle izlemenizi öneriyorum. O da yükselen değerlerden biri...
Laf aramızda bunları yazarken aklım durmadan hafta sonu oynanacak Kadıköy derbisine takılıyordu. Bir yanda Kadıköy'de hiç yenilmeyen F.Bahçe, diğer tarafta geleceğini bu maça bağlamış koca Kartal.
Ne diyorsunuz? Fener'in Kadıköy'deki 24 haftalık saltanatı bu hafta bitebilir mi?
Yazının Devamını Oku 26 Kasım 2001
Bilemiyorum, şu Beşiktaş'ı nasıl anlatacağım... Önce ilk 45 dakikaya bir bakalım. Düşük tempoyu canlandıracak bir kahraman arıyorum, böyle birine rastlamam mümkün değil. Yasin'in ayağından çıkan her top rakibe gidiyordu. Tümer arasıra gözüme çarpıyor, sonra kayıplara karışıyordu. İbrahim ile Bayram'ın hiçbir etkinliğini göremiyordum...
Beşiktaş, sanki orta sahasız oynuyordu. Her Malatyalı elini kolunu sallayarak geçiyordu bu alanı. Malatyaspor'un golü aklıma geldikce gülüyorum. Savunma kontrolde yanlış adam seçip, sol kulvardaki Mithat'ı unutarak, kolay bir gole davetiye çıkartıyordu.
Nihat herhalde İspanya'yı düşlüyordu. İlk 45 dakikada uyur gezerden farksızdı. Hiç abartmadan söylüyorum, Stavrum'un topla herhangi bir teması olmadı. Parkta amaçsız koşuşan çocuklara benziyordu.
DEDEKTİF GİBİ
Birara düşündüm... Bu Beşiktaş mı haftaya Fener derbisine gidecekti? Ve merakla son 45 dakikayı beklemeye başladım. Herhalde bu kötü oyun sürüp gitmeyecekti. En azından skorda bir değişiklik olacaktı. Tabelayı zorlayacak tek kişi de İlhan Mansız'dı... Attığı her üç golde de pozisyonları bir dedektif gibi kovaladı. 90 dakikanın her anını dolu dolu yaşadı. Kazanma hırsı mükemmeldi. Ve Beşiktaş'ın zorlandığı anlarda devreye girip, izlediği her toptan bir gol çıkardı. Kutluyorum İlhan'ı.
Ve tekrar Tümer'e dönüyorum... Özellikle ikinci yarıdaki performansı ile ilk yarıdaki silik görüntüsünü unutturdu. Onun için ‘‘Beşiktaş'ın aradığı lider’’ diye yazmıştım. Herhalde yanılmayacağım. Ancak yeteneklerini mutlaka oyunun her dakikasında hissettirmeli ve Beşiktaş'ın zorlandığı anlarda liderliğini hatırlamalı.
Dün gece iki Beşiktaş izledim. İlk yarıdaki hiç hoş değildi. Ama ikinci yarıdaki yakışıklı Beşiktaş'ı beğendim.
Yazının Devamını Oku 20 Kasım 2001
Oynadığı oyunun tadı damaklarıma yapışıp kaldı. Herkes gibi onun kişiliğinde unutamayacağım bir hafta sonu keyfi yaşadım. G.Saray-Diyarbakır maçını izlerken gözlerimi ekrandan ayıramıyordum. Sol ayağından çıkan her pas, mutlaka birilerini mutlu kılıyordu.
Örneğin, 10 haftadır golü unutan Ümit Karan, önüne ikram edilen topları Diyarbakır kalesine yuvarlarken, teşekkürlerini sunmak için çılgınlar gibiSergen'e koşuyordu.
G.Saray'ın dördüncü golünde, Arif'in koşu yoluna bıraktığı topa ayağının dışı ile verdiği falso, futbol denilen bu oyunun seyir zevkine binbir renk katıyordu.
Maçtan sonra herkes gibi Lucescu da izlediği Sergen'in büyüsünden kendini kurtaramıyordu. Yılların kurt hocası belki de ilk kez bir oyuncusunu maçın üstüne çıkartıyor, hayranlığını gizlemeden kelimelere döküyordu...
‘‘Liverpool'un Owen'i, Roma'nın Totti'si, Barcelona'nın Rivaldo'su varsa, benim de Sergen'im var. Avrupa'da oynasa, Altın Top ödülünü mutlaka alırdı.’’
Ve Lucescu konuşmasını yine daha önce söylediği sözlerle bitiriyordu...
‘‘Oynayabileceği oyunun yüzde 60'ını oynadı.’’
Şımarık çocuk ne yapsa, ağzı ile kuş tutsa, yakasını yüzde 60'lardan kurtaramıyordu. Sadece Lucescu değil, başka hocalar da aynı yüzdenin üstüne çıkmıyordu.
Meraklandım, bunu bir de Sergen'e sormak istedim. Yüzde 60'a bir açıklık getirmeliydi. Servis arkadaşım İsmail Er açıp telefonu sormuş...
- Nedir bu yüzde 60?
İşte Sergen'in yanıtı...
‘‘Beyin olarak tam kapasite ile oynuyorum. Ancak fizik olarak beni rahatsız kılan sorunlarım var. Sol ayak bileğimdeki ağrılardan rahatsızım. Devre arasında ameliyetı düşünüyorum. Ligin ikinci yarısında daha iyi olacağım.’’
Şimdiden ikinci yarıda seyredeceğim Sergen'i iple çekiyorum. Ve sabırsızlanıyorum. Ancak bir korkumu da gizleyemiyorum.
Ayağını düzelttikten sonra, ya şimdilerde tam kapasite ile çalıştığı kafasını bozarsa. Ya, o havai beynini gecenin karanlıklarına gömer, futbolu unutursa...
Yine de bekleyeceğim. Beyni ile ayaklarının kucaklaştığı günü sabırla bekleyeceğim.
KORİDOR DEDİKODULARI
G.Saray-Diyarbakır maçının devre arasında Sergen, hakem Kuddusi Müftüoğlu'nun yanına yaklaşır ve başlar konuşmaya...
‘‘Hocam, 5-0 olması gereken oyun hala 2-0... Yan hakem her atağımıza bayrak kaldırıyor.’’
Ve ikinci yarıda Sergen'in attığı G.Saray'ın üçüncü golünde net ofsayta ne kalkan bir bayrak, ne de çalan bir düdük vardı.
Buna ne buyrulur sevgili Sergen!
Antalya-Beşiktaş maçında hakem Ünsal Çimen ile takışan Christoph Daum, yine hakemin dayatması ile maçı tribünden izlemeye zorlandı.
Maçtan sonra Daum, gazetecilerin sorularını yanıtlar...
- Hocam, tribünden Beşiktaş'ı yönetmek nasıl bir şey?
‘‘Daha güzel. Yukarıdan izlediğim için oyunu daha iyi gördüm.’’
Gerçekten de Daum, tribüne çıktıktan sonra oyunu ve oynayanları daha iyi görmüştü. Alman hoca, dökülen Baya'yı oyundan aldı, Ümit'i orta sahaya gönderdi. Ve 1-1'lik skor bir anda değişirken, Beşiktaş da 4-1 gibi beklemediği sonuca ulaştı.
Ne demişler... Her şakada bir gerçek payı vardır!
REKORA DOĞRU
FENERBAHÇE geçtiğimiz sezon 17. haftada müthiş bir seri yakalamış ve 8 maç ardı ardına kazanmıştı. Bu sezon da bu seriyi yakalamak üzere... Denizlispor galibiyeti ile başlayan seride F.Bahçe üst üste 6 maç kazandı. Bu galibiyetlerden üçünün deplasmanda alınması, F.Bahçe'nin yakaladığı serinin önemini bir kat daha artırıyor.
F.Bahçe'nin bu rekoru egale etmesi için iki maçı daha kazanması gerekiyor. Biri deplasmandaki Göztepe, diğeri de Kadıköy'deki Beşiktaş maçı...
Bu arada kaleci Rüştü F.Bahçe'de belki de hiçbir kalecinin kıramayacağı bir rekora koşuyor. 4 hafta sonra F.Bahçe'de 200'üncü lig maçına çıkacak.
200 maç bir yana, bu maçların kaçında kötü oynadı. Saysam, bir elin beş parmağını geçmez. Ya kaç maçı 4 yıldızlık oynadı.
Onu da saymanın gereğiği yok. Kalede duruşu bile 4 yıldızlık!
Yazının Devamını Oku 19 Kasım 2001
İlk 45 dakikanın bitiminden sonra maçın sonucunu beklemeden Fenerbahçe için düşüncelerimi hemen kelimelere dökmeye başladım. Daha sonra düşüncelerimi değiştirecek veya beni yanıltacak bir F.Bahçe sahneye çıksa da, harcanan 45 dakikalık uzun bir sürenin yanlışlarını mutlaka yazmalıydım...
Öncelikle düşük tempo F.Bahçe'nin etkinliğini sınırlı tutuyordu. Ve yan pasların çokluğu ile hatalı pasların getirdiği rahatsızlık, F.Bahçe'nin hücum trafiğini de altüst ediyordu. Her F.Bahçe hücumu kısa ömürlüydü, ceza sahasına ulaşmadan kaybolup gidiyordu.
Yusuf, beklenmedik pas yanlışları ve top kaybı ile oynuyordu. Abdullah'ın oyununda geçen haftaların tadını bulmak mümkün değildi. Serhat ile Oktay birbirlerini tamamlamakta ve çarpıcı bir hücum ikilisi oluşturmakta sancılar yaşıyordu.
Oyunu izleyenler hemen Mustafa Denizli'yi gündeme getirip, belki de haklı bir sitemin yaygarasını hemen başlatıyorlardı...
‘‘Bu oyunu gördükten sonra Ceyhun ile Hakan Bayraktar'ı kulübede tutmak yanlış değil mi?’’
RÖTARLI SERVİS
Ve Denizli oyunun final bölümüne hem Ceyhun, hem de Hakan Bayraktar'ı alarak çıkıyordu. Yani, tribünlerin ilk yarıda düşündüğünü, Denizli 45 dakika rötarla servise sunuyordu.
Şimdi daha sağlıklı ve gerçekci bir F.Bahçe izliyordum... Tempo ilk yarıya oranla daha yüksekti. Oyun daha çabuk ve hareketliydi. Hatalı pasların sayısı gittikçe azalıyordu.
Ceyhun direkt kaleye oynamayı yeğliyor, Hakan Bayraktar garantili paslarla F.Bahçe'yi rakip kaleye itiyordu. Yine de oyunda beklenen patlamayı gerçekleştiremiyordu F.Bahçe.
Şans faktörü de F.Bahçe'ye biraz soğuk davranıyordu. Abdullah'ın frikiğinde direğin içine çarpıp geri dönen top, gol olmalıydı... Olmadıysa, bunun adı kısmetsizliktir...
Rahatlatan gol, belki de dün gecenin en kötü ve egoist adamından geldi. Yani Serhat'tan... En iyisi mi kimdi? En kritik iki pozisyonda iki gollük topa geçit vermeyen Rüştü'ydü. Öyleyse, F.Bahçe bir tarafa, alkışlar yine Rüştü'ye.
Yazının Devamını Oku 26 Eylül 2001
<B>ELİME </B>tutuşturulan Fenerbahçe kadrosuna baktım, <B>Denizli</B> iki santrfor <B>Serhat</B> ve <B>Andersson</B>'u ilk 11'de oynatmıyor. <B>Oktay</B>'ı arıyorum, yedekler arasında bile yok... Yani, Denizli, bir santrfor yerine 2 forvet, Revivo ve Rapaiç ile oyuna başlıyor. Ve Ali Güneş de orta sahadan çıkıp, Rapaiç ile Revivo'nun peşine takılan sürpriz bir forvet.
Böyle bir oyun kurgusu ile Fenerbahçe neler yapabilirdi? İlk 45 dakika süresince birbirleriyle hiçbir düşünce ve pas diyaloğuna giremeyen bu üçlü forvet, gülünç bir hücum tablosu sergiliyordu...
Ancak 35. dakikada kalecinin kucağına atılan bir şut ve yine kalecinin ellerine gönderilen 1-2 etkisiz orta...
Birden aklıma Mustafa Denizli'nin Barcelona yenilgisinden sonra söylediği sözler geldi:
‘‘Sistem uygulanırsa F.Bahçe'de sorun kalmaz.’’
SANTRFORSUZ OLMUYORDU
Bir süre düşündüm... Denizli, hangi sistemle F.Bahçe'yi galibiyete koşturacaktı... Yürüyerek oynayan Rapaiç'le mi? Rakip savunma üzerinde hiçbir etkinlik ve rahatsızlık yaratamayan Revivo ve Ali Güneş'le mi? Gerçek tüm hatlarıyla görülüyordu, santrforsuz işler yürümüyordu...
Oyunun ikinci yarısında bitik ve yorgun denilen Andersson'u sahada görenlerin yüzü gülüyordu. Ve Andersson tüm hava toplarını alırken, seyrek de olsa Fenerbahçe'ye karambol pozisyonları hazırlıyordu.
Ancak, Denizli'nin diğer tercihleri F.Bahçe'nin Lyon karşısında daha etkili bir tavır koymasını engelliyordu. Serhat'ı Ali Güneş'in yerine almak için 75 dakika beklemenin gereği neydi? Rakip kaleye doğru dürüst hiçbir şut denemesine giremeyen F.Bahçe'de Ceyhun gibi bir şutör neden Denizli'nin aklına maçın son dakikalarında geliyordu?
Yenilmeyecek bir takım değildi Lyon. Bu takım Kadıköy'de Fenerbahçe'ye rakip bile olamazdı. F.Bahçe böyle bir takıma yenildi. Aklıma iki neden geliyor... Biri sistemdeki yanlış, diğeri de Belçikalı hakemin berbat yönetimi.
Yazının Devamını Oku 28 Ağustos 2001
Renkli bir haftaydı... Cuma gecesi Trabzonspor'un başlattığı gol yağmuru, Bursaspor'u sırılsıklam ıslattı... 5-0'lık skorla Karadeniz adeta sevinç krizine girdi. Hami'nin golüne bittim. Ve kırılan kolunun görüntülerini TV'den izlerken komalara girdim. Sevilmek ne güzel bir duygu. Haberi duyan, telefona sarıldı, hatlar kilitlendi...Hami'yi merak ediyorlardı. Ve her cümlenin ardından ısrarla aynı soruyu soruyorlardı... Ne zaman sahalara döner?Belki iki, belki de üç ay sonra... Ama bir sezon da olsa kendini hiç unutturmayacak nefis bir gole imzasını atarak gitti. Gidişi böyleydi sevgili Hami'nin...Biliyorum, dönüşü de muhteşem olacak...PAZAR KEYFİ RİZESPOR maçındaki Sergen'i izlediniz mi? Şımarık çocuk, tiryakilerine nefis bir pazar keyfi yaşattı. İlhan Söyler yazısının giriş bölümünü ona ayırdı. Devrim Sağıroğlu onun adını yazı başlığı yaptı. Kanat Atkaya gecenin Sergen'le güzelleştiğini yazdı... Ve şımarık çocuk güzel oynarken bile bizleri kandırmaya devam ediyor... Çünkü o, hala oynayabileceğinin yarısını bile oynamıyor. FENER'İN KARİZMASI HAFTANIN sözü Ank.Gücü Teknik Direktörü Ersun Yanal'dan geldi. Genç hoca farklı yenilgiden sonra üzüntüsünü şöyle dile getiriyordu...F.Bahçe'nin karizmasına yenildik!Tam teşhis... F.Bahçe iyi oynamadığı maçta Ankaragücü'ne fark attı. Havalı adamları ile yarım saatte rakibinin işini bitirdi. Ogün'ün nefis volesi, Revivo ve Ümit Özat'ın frikik golleri Ankaragücü'nün gardını düşürdü.Frikik golleri dedim de, aklıma Ankaragücü'nün bombacısı Yılmaz geldi... Geçen sezon 8'i lig, 2'si de kupada toplam 10 frikik golüne imza atan Yılmaz, F.Bahçe maçında ne yaptıysa Rüştü'nün kalesine ulaşamadı. İki frikik atışından biri barajdan döndü biri de dışarı gitti. Oysa, gerçek bir frikik ustasıydı Yılmaz...Revivo ile Ümit neler yaptı? Biri Da Silva'nın sağına biri de soluna iki nefis gönderme yaptı...İki gol de sanki Ersun hocanın sözlerini doğrular gibiydi...F.Bahçe'nin karizmasına yenildik!NEREDEN NEREYE?VE Samuel Johnson... F.Bahçe'nin zenci futbolcusu, Ankaragücü maçında yüksek tempoda bir doksan dakika geçirdi ve haftanın karmasına girdi. Herkesin skoru idare ettiği oyunda o savaşan tek silahşordu. Birden gerilere döndüm ve hatırlamaya çalıştım... Bu sevimli adamın F.Bahçe'de oynamasına spor yazarlarının önemli katkıları olmuştu.Evet, evet... Şimdi daha iyi hatırlıyorum... Geçen sezon işe yaramadığı gerekçesi ile F.Bahçe Ümit Takımı'na gönderilmişti Johnson. Mustafa Denizli, ısrarla Moshoeu'yu, Jonhson'a tercih ediyordu. Ancak basın da, ısrarla Johnson'un F.Bahçe'ye yararlı olacağını, savaşçı fiziği ile F.Bahçe orta alanına güç katacağı görüşünü savunuyordu...İşte, şimdi alkışlanan Johnson'un kısa hikayesi...YÜKSELEN DEĞERLER Biri, Beşiktaşlı İlhan Mansız. Türkiye liglerinde kendini rakip gözlerden sır gibi saklayan, sonra beklenmedik pozisyonlarda çıkıp golünü atan acar bir futbolcu. Diğeri, F.Bahçeli Ümit Özat...Ümit diyor ki:Bizde frikik atışlarını Revivo veya Rapaiç kullanır. Ankaragücü maçında izin verdiler, atışı ben yaptım. Ve atışım gol oldu. Merak ettim ve araştırdım... Neden izin verdiler. Meğer, atış çift vuruşmuş. Bu nedenle Ümit'e bırakmışlar.
button
Yazının Devamını Oku 20 Ağustos 2001
MAÇTAN sonra kafam iki elimin arasında F.Bahçe için neler yazabileceğimi düşünürken, arkadaşım <B>Atılay Kayaoğlu</B>'nun feryadı imdadıma yetişti...‘‘Andersonn oyuna girdi de iki kare fotoğraf çekecek pozisyon bulduk’’
Onun ağzından dökülen sitem dolu kelimeler, F.Bahçe'nin dünkü halini anlatabilecek en kolay ve kestirme yoldu. Ve bu yola girerek, F.Bahçe'nin Güngören'deki doksan dakikalık yaşamını gözlerimde canlandırmaya başladım...
Bir hafta önce, Samsunspor maçının kahramanlarından herbiri İstanbulspor karşısında dökülüyordu. Bakışlarımı ısrarla Serhat'a dikmiştim. Samsun maçında kalemlerimize bal damlatan gence hiç benzemiyordu. Yanında oynayan Oktay ile birlikte müthiş bir düşünce ve uyum kopukluğu yaşıyorlardı.
Sahanın her bir köşesinde aradığım Samsun maçının diri ve fırsatçı Revivo'sunu hiç bir yerde göremiyordum. F.Bahçe 3 forvetle oynuyordu. Ancak, ilk 24 dakikaya damgasını vuran ve seyirciyi heyecanlandıran tek F.Bahçe atağına rastlamıyordum...
Yine net çizgilerle görebiliyordum... F.Bahçe'nin ilk yarıda sağ kanattan Mert Meriç, Lazetiç ve zaman zaman Revivo ile geliştirdiği sayısız ataklarda bir şeyin eksikliği hissediliyordu.
ÇARŞAMBA GECESİ
Yusuf niye kenarda oturuyordu? Samsun maçında rakibin kalabalık savunma duvarını yıkan, etkili çalımları ile F.Bahçe'yi bu kanattan pozisyon zenginliğine taşıyan Yusuf'un oyunda olmayışına bir anlam veremiyordum.
Ve İstanbulspor'un golünde F.Bahçe defansının hazırlıksız yakalanışındaki suçu tüm savunma adamlarına yüklüyorum. Bir ara gözüme Samsun maçının kahramanlarından Ümit Özat takıldı. Pasif ve etkisiz bir görüntü içindeydi. F.Bahçe'yi rakip alana taşıyacak sürpriz çıkışlarını unutmuş gibiydi. Kendini dar bir alana sıkıştırmış, adeta İstanbulspor'un seyrek atakları ile oyalanıyordu. Ve Denizli oyunun bitimine 25 dakika kala Yusuf'u oyuna alıyordu.
Düşünüyorum... Yusuf oyuna Andersonn ile birlikte girseydi, kanatlardan İsveçli'nin tarzına ve stiline daha uygun toplar gelmez miydi? F.Bahçe dün, tahminlerin ve beklentilerin çok ötesinde kötü oynadı. Aklıma çarşamba gecesi oynayacağı Glasgov Rangers maçı geldi. Kötü oyunun bir mazereti olmalıydı.
F.Bahçe takım olarak Güngörende'ydi. Ama kafası ve aklı çarşamba gecesine takılmıştı. O gece izleyeceğim F.Bahçe, Göngören'deki kadar kötü olmayacak.
Yazının Devamını Oku