26 Nisan 2002
<b>BEŞİKTAŞ </B>yeni sezonda 100. yılını kutlayacak. Böyle bir dönemde Beşiktaş'a ne yakışır? Şampiyonluk...
Öyleyse, koy takkeyi önüne ve başla düşünmeye...
7 yıldır çıldıran, kaçan her şampiyonluk sonrası öfkeyle tepinen milyonlarca taraftara 100. yılda nasıl bir Beşiktaş sunacaksın?
Lafı hiç uzatmadan söyle...
Ya da araştırırken, bırak ben düşündüklerimi yazayım...
Savunmada, Ronaldo'nun yanına kesinlikle sağlam bir adam istiyorum.
Alamazsan unutma, Ronaldo Beşiktaş'ın savunma sorununu çözecek kişi değil. Tek başına Beşiktaş'a aranan kan hiç değil.
Ronaldo, kötü adam mı?
Yoo... Ama Beşiktaş büyük firma...
Orta sahada Baya, Şifo'nun yarısı bile değil.
Öyleyse, bu alana önce Şifo ayarında bir adam.
Yeterli mi?
Yeter mi, kanatları ne yapacaksın?
Önce sağ tarafa, Nihat gibi seri, rakip kaleye çabuk giden bir adam. Sol tarafa, bu alanın özelliklerini taşıyan bir atlet...
Forvette ne yapacaksın?
Al Pascal'ı bitir işi...
Pascal mı... Zaten bir kızgın adam var. İlhan Mansız'la yan yana, her maçta cinayet çıkar.
Yönetici değil misin. Al karşına konuş, lafını dinlet, sözünü geçir. Tribünden gelen sese bir kulak ver.
Seni seviyoruz Pascal.
X X X
Peki, Daum'u ne yapacağız?
Onu da al karşına, isteklerini sırala. Ve sakın söylemeyi unutma...
Bir ayağı Fulya'da bir ayağı Koblenz Eyalet Mahkemesi'nde antrenör istemiyoruz. Kafan sağlam, aklın Beşiktaş'ta olacak.
Olmazsa...
Kesinlikle yerli bir antrenör... Çünkü, Beşiktaş'ın yitirecek zamanı yok.
Şöyle bir toparla işi?
Beşiktaş'a ‘‘5 Baba’’ transfer ve daum gidiyorsa, Beşiktaş’ı bilen, tanıyan bir yerli hoca...
Sonra gel yine konuşalım....
Yazının Devamını Oku 23 Nisan 2002
<B>SANKİ,</B> çocuk kandırıyorlar... Kimi, ciğeri yandığı için gerçeği haykırmaktan kaçıyor. Ve diyor ki... Son iki hafta oynanmadan şampiyonun adını veremem.
Hadi canım, şampiyonun adını herkesten iyi biliyorsun. Kimi, yüksek tansiyonlu ligin heyecanını daha da arttırmamak için işi bakkal hesabına döküyor.
Matematiksel açıdan işi bitirmeden, şampiyonuz diyemem.
Oysa, Ankaragücü maçından sonra G.Saray soyunma odasında, kameraların yakalayamadığı kutlamanın çığlıkları Ali Sami Yen Stadı koridorlarını yıkıyordu.
Cimbom şampiyon. Cimbom şampiyon.
Öyleyse, bitmiş bir lige fal açmanın gereği ne... Beşiktaş mı? Kendi düşen ağlamaz derler.
İnönü Stadı'nı devlet konukevi gibi kullanır, gelenlere 20 puan kaptırırsan...
Düşme çizgisindeki Samsunspor'a şanslı kura çeker gibi Samsun'da oynamadan altı puanın beşini verirsen...
Yine de hedefe doğru koşarken, bu kadronun şampiyon olması imkansız diyerek aile içinde kamplara ayrılırsan...
Teknik direktörün can derdine düşer ve enerjisini başka yerlerde tüketirse...
Kaçırırsın şampiyonluğu... Bırak şampiyonluğu, ikinciliği de kaybedersin. İkincilik de bir yana...
Aklını kaçırırsın aklını.
KAÇIŞ YOK
EVET, artık sokaklar da hakemlere dar gelecek.
Yürürken, attıkları her adımda kafalarını geriye çevirip, arkadan gelenlere korkarak bakacaklar.
Her köşe başında duran kişiyi şüphelenerek süzecekler.
Yanlarından geçen her kişinin savurabileceği bir yumruğun ürkekliği ile sokaklarda bodyguard ile dolaşacaklar.
Gittikleri restaurantta kafalarında patlayacak bir meze tabağının tedirginliği ile yedikleri yemekten ne tat ne de keyif alacaklar.
Çünkü, eylem artık sokaklara taştı. Evren Dölek'e atılan yumruğun devamı çoğalarak yayılacak ve nice hakemlerin kafasını gözünü yaracak.
* * *
NEDEN böyle oldu?
Bunu bana değil, böyle olmasını isteyenlere sorun...
Merakla bekliyorum. Sonu nereye varacak?
Sezon bitene dek kabak kimlerin başında patlayacak?
Yumruk kimlerin gözünü morartacak?
Ve Metin Tokat'ın söyledikleri ne zaman gerçekleşecek.
Böyle devam ederse, maçları boykot ederiz.
Anlayamadım, ne dedin?
Haysiyetimizle oynamaya devam ederlerse, boykota gideriz.
Eyvah... Provakatörlere gün doğdu.
Bu sezon artık geçti. Gelecek sezon söylenen boykotu gerçekleştirene kadar birileri bu işi tırmandıracak.
Ve siz sevgili hakemler... Bu dayağı mutlaka yiyeceksiniz...
KİM BU VİOLA?
Geçen hafta Gaziantepspor-Göztepe maçında mükemmel fiziği, canlı ve diri oyunu ile bir futbolcu dikkatleri çekti.
Adı Viola. Gaziantep'in iki golünü attı, bir de gol pası verdi.
Sordum ve kim olduğunu öğrendim. Brezilya Milli Takımı'nın 1994 Dünya Kupası'nı kazanan kadrosunda yer almış. Ve İtalya ile oynadıkları final maçında da oynamış. Şimdi Gaziantep'te forma giyiyor.
Celal Doğan... Ne becerikli başkan değil mi?
Yazının Devamını Oku 21 Nisan 2002
<B>MAÇ </B>öncesi yanıma yaklaşan bir taraftarın sözleri hala kulaklarımda dalgalanıyor... Henüz 15 veya 16 yaşlarındaydı. Öfke ve sitem dolu kelimelerle Beşiktaş'ı yargılıyordu. Herkese kızgın ve dargındı. Yönetime, teknik kadroya ve futbolculara... Her birine kafasına göre göndermeler yapıyordu. Önce futbolcuları ince kıyım haşlıyor, oradan Daum'a atlıyor ve öfkesini yönetime kadar taşıyordu.
Bir ara göz göze geldik... Beni de kısık ve alaycı bakışlarla süzdükten sonra içindeki zehiri bir çırpıda suratıma doğru fırlattı...
‘‘Buraya neyi yazmaya geldin Allah aşkına. Yazılacak ne kaldı?’’
Genç taraftar, beni de Beşiktaş ailesinin içine çekerek, öfkesinden bir paragraf da bana ayırıyordu...
* * *
Maça girdim ve sahada koşan Beşiktaş'ı bir süre izledim... Hiç de çekici gelmedi...
Şampiyonluk umutlarını bitirmiş, ikincilik şansını Fenerbahçe maçında yitirmiş, amaçsız Beşiktaş'ı niye izleyecektim. Aklım sokaktaki gencin sözlerine takılmıştı. Öyleyse, onları kelimelere dökmeliydim. Neler istiyordu bu genç Beşiktaşlı?
BEŞ TRANSFER LAZIM
Elinin beş parmağını adeta gözümün içine sokarak, Beşiktaş'a gerekli transfer sayısını canlı canlı anlatmaya çalışıyordu. Ve diyordu ki...
‘‘Bize beş sağlam adam gerekli beş...’’
Yönetimden, koşullar ne olursa olsun kaliteli transfer bekliyordu. Ve beklentisine bir de tehdit yapıştırıyordu...
‘‘İstediğimiz Beşiktaş yoksa, seneye biz de tribünde yokuz.’’
Pascal Nouma'yı hala unutamadığını söylüyordu bu genç. Ve İlhan Mansız'ın yanında yeni sezonda mutlaka Pascal'ı görmek istediğini yüksek sesle haykırıyordu. Genç taraftar, tribünlerin de aynı doğrultuda düşündüğünü laf arasına sıkıştırıyordu.
Ve Daum'dan da çok farklı bir davranış bekliyordu. Eğer, yeni sezonda kaliteli bir kadro ile çalışma olanağı bulamazsa, baştan tavır almasını, sonra mazeretler üretmemesini istiyordu.
Bunları yazarken zaman zaman kafamı kaldırarak oyuna bakıyordum. Tabeladaki skor beni hiç ilgilendirmiyordu. Yalnız tribünlere koşan başkentli taraftarların özlediği Beşiktaş'ı seyredemeden stadı terk etmelerine en az onlar kadar üzülüyordum.
Yazının Devamını Oku 16 Nisan 2002
<B>BİRİLERİ </B>diyor ki...<B>‘‘Bu ligde şaibe var.’’ </B>Ne demek şaibe? Açtım Türkçe sözlüğü, şaibe kelimesinin net ve açık anlamını buldum. Aman Tanrım, hiç de yenilir yutulur gibi değil.
‘‘KİR-LEKE-KUSUR!’’
İşte ‘‘şaibe’’ sözcüğünün açık ifadesi. Öyleyse, tut bu ligi kulağından, götür karakola teslim et.
Bununla yetinmeyenler, savlarını bir başka boyuta taşıyarak, lige bir kara damga daha vuruyorlar...
‘‘Bu ligi içime sindiremiyorum.’’
- Neden sindiremiyorsun.
‘‘İstanbulspor-Galatasaray maçında Orhan Erdemir'in Ferdi'ye çıkarttığı kırmızı kartı gördün mü?
- Gördüm, biraz ağır bir karardı.
‘‘Ne ağırı bana göre kasıtlıydı.’’
ÖYLEYSE, BU LİG KİRLİ, LEKELİ VE KUSURLU MU?
***
Peki, Ali Eren'in gördüğü kırmızı karta ne dersin?
‘‘Tartışmasız doğruydu.’’
İyi de, Serhat'ın Ali Eren'e attığı dirseğin bedeli neydi?
‘‘Bilemiyorum, pozisyona uzaktım.’’
Ben söyleyeyim, o da kırmızı kartlık bir vakaydı.
‘‘Ama Muhittin Boşat söylediğin gibi yorumlamadı.’’
Çünkü, pozisyonu görmedi. Yan hakemin sözüne inandı.
ÖYLEYSE, BU LİG KİRLİ, LEKELİ VE KUSURLU MU?
***
Rizespor'un feryadını duydun mu?
‘‘Neler olmuş?’’
Diyarbakır'da bir dayak yemedikleri kalmış.
‘‘Kim söyledi?’’
Kendileri söyledi.
‘‘Peki sonuçta ne olmuş?’’
Ne olacak, söylediklerine göre, korkup top oynayamamışlar.
ÖYLEYSE, BU LİG KİRLİ, LEKELİ VE KUSURLU MU?
***
Şimdi, madalyonun diğer yüzünü çeviriyorum... Yukarıda söylenenlerle, Rizespor Başkan Vekili Ekrem Cengiz'in beyanatı birbirine hiç uyuyor mu?
‘‘Ne demiş ki, Ekrem Cengiz?’’
Diyarbakır'da mükemmel bir konukseverlik gördük. İyi karşılandık, iyi uğurlandık. Ama sahada ne oldu, bilemem ve yorum yapamam.
***
Herkes kendi doğrularına göre bir lig panoraması çiziyor. Kendi doğrularına göre, ya yeriyor ya da övüyor...
Ve koskoca lig her hafta ağızlarda çiğnendikten sonra bir köşeye atılıyor. Tıpkı, bir fahişe gibi...
KİRLİ, LEKELİ VE KUSURLU
***
Peki, bu ligi bu şaibeden nasıl kurtarabiliriz?
Kimine göre, hakemleri adam ederek...
Hayır, önce federasyonu kovarak...
Yok canım, şikecileri içeri atarak...
Olmadı, yöneticileri susturarak...
Yetmez, yetmez, yetmez...
Bu fahişe yola gelmez.
Öyleyse, önce sağduyu...
Sonra fair-play...
Ya da karşılıklı saygı ve sevgi...
Yine de bu lig, bu şaibeden yakasını kurtaramaz.
Neden mi?
Çünkü kaybedenler, kaybedişin mazeretini yıllardır hep bu ligde aradığı için, bu lig bu şaibeden kurtulamaz.
Masum da olsa, hep aynı damga ile yaşayacak...
KİRLİ-LEKELİ VE DE KUSURLU!
Yazının Devamını Oku 15 Nisan 2002
<B>İKİ </B>perdelik bir oyundu, Beşiktaş-F.Bahçe maçı... <B>Ali Eren</B>'in oynadığı ilk perde de, <B>Daum</B>'un oyun kurgusu Beşiktaş'ı sahanın her bölgesinde egemen kılıyordu... Kırmızı kart çılgınlığı ve Ali Eren'in oyundan atılışıysa, Beşiktaş'ın saha içi organizasyonunda derin bir yara açıyordu. Taşlar yerinden oynamıştı... Ve Daum, 10 kişilik Beşiktaş'a farklı ve yeni bir kostüm giydirme gereğini hissetmişti.
İşte, iki perdelik oyunun ikinci perdesindeki Beşiktaş...
1 Ali Eren'in oynadığı bölümde, F.Bahçe'nin en hareketli adamı Serhat'ın topla buluştuğu pozisyonların sayısı sınırlıydı. Beşiktaş'ın yediği golde ise, Ali Eren'in yokluğu hemen farkediliyordu. Serhat, Ahmet Yıldırım'ın yanından kolayca sıyrılıp, topu Beşiktaş kalesine yuvarladı.
2 Burada, Ali Eren'in işlediği suç, tüm gerçekleriyle gözler önüne seriliyordu... Ve oyunu riske etmek artık Beşiktaş için kaçınılmaz bir sonuçtu... Maçı kurtarmak için Daum'un verdiği hücum emri, Beşiktaş savunmasında Fener'in çabuk adamlarına kolay ve rahat alanlar yaratıyordu.
3Serhat'ın ikinci golü, böyle bir pozisyonda gelişti... Müthiş bir deparla Beşiktaş yarı alanına sarktı ve sonucu belirledi. Şimdi oyunun ilk perdesine dönüp, Ali Eren'li Beşiktaş'ın performansına yönelik dakikalara bir göz atalım...
4 Özellikle Tümer'in ayağından çıkan toplar, Beşiktaş'ı kolayca rakip kaleye taşıyordu. Ve Beşiktaş, Fenerbahçe'ye düşünme ve uygulama fırsatı vermiyordu. Beşiktaş'ın 18. dakika içinde F.Bahçe kalesinde yakalayıp, değerlendiremediği iki pozisyon, Baya ve Tümer'in kötü vuruşlarıyla kaybolup gidiyordu...
5 Beşiktaş, anlaşılmaz bir strese yakalanmıştı. İlhan Mansız'ın her pozisyonda Mustafa Doğan'la kapışması hem oyununu etkiledi, hem de Beşiktaş'ı... Mansız, kendini oyundan attırana kadar stres denen bu illetten yakasını kurtaramadı. Ahmet Dursun'da da benzeri şeyleri gördüm. O da ikinci golden sonra stresten uzaklaşıp, rahat oynamaya başladı. Ancak iş çoktan bitmişti...
6 Beşiktaş iyi başladığı oyunu kötü bitirdi. Bir bakıma, yakalandığı öfkenin bedelini ödedi. Ve tabelaya astığı 2-0'lık sonuçla matematiksel olmasa da mantık açıdan lig ikinciliğine veda etti. Yani, ağır bir fatura ödedi.
Yazının Devamını Oku 9 Nisan 2002
<B>DALDAN </B>dala atlayarak bir lig panoraması yazmak istiyorum... Şimdi bir moda esiyor ligde. Her teknik adamın ağzında aynı sözler... Bizden iyi oyun beklemeyin.
Neden?
Final haftalarına girdik, stres yüklüyüz.
Öyleyse, yazımın manşetine kimi alsam... Tümer'in Malatya kalesinin sağ köşesine çaktığı müthiş vole golünü mü?
Ya da Preko'nun İstanbulspor'a attığı beraberlik golündeki estetik güzelliği ve vuruş tekniğini mi manşete alsam...
Yoksa, Körfez'de futbolun 90 dakikalık kısacık ömrüne 8 gol sığdırma becerisi gösteren Kocaeli-A.Gücü maçını mı?
Üç büyüklerden G.Saray ile Beşiktaş'ın deplasmandan çıkardıkları 3'er puan için neler düşünürsünüz...
Manşete çeksem yadırganır mı?
F.Bahçeli Andersson'un Göztepe kalesine topukla yuvarladığı golün bir benzeri hiç görüldü mü?
Yanılmıyorsam, Pascal Nouma geçen yıl Başkent'te oynanan Atatürk Kupası finalinde G.Saray'a böyle bir gol atmıştı...
Acaba Andersson’un golü, manşetin bir köşesine konur mu?
Birden aklıma, Rizeli Tetteh'in Bursaspor'a attığı 3. gol geldi.
Diğerleri kadar güzel değil mi? Topu sanki eli ile üst köşeye yapıştırdı.
Bunların her biri neden yazının manşetini süslemesin...
Peki, Antalya-Trabzon maçının olaylarına ne denir?
Dört Trabzonsporlu futbolcunun kırmızı kart görmesi, Karadeniz ekibinin 7 kişi kalması akıllara hemen Kadıköy'deki F.Bahçe-G.Saray maçını getiriyordu. Ya, Kadir Tozlu'nun eli bir kez daha kırmızı karta uzansaydı. Ve bu da yine bir Trabzonsporlu futbolcu olsaydı.
6 kişilik Trabzonspor, bırakın manşeti, tarihe geçmez miydi?
TOZ DUMAN!
Yine de bu maçta canı yananların her bir sözü tam manşetlik değil mi? Ne dedi kaptan Hami...
Bu Kadir Tozlu, bir yıldır maç yönetmeye yönetmeye tozlanmış!
Bir de kaleci Metin Aktaş'ın feryadına kulak verelim...
Kafama atılan tokmakları görmüyor musun hocam dedim. Oyundan atıldım!
Ya, Osman'ın çığlıklarını manşetin hangi köşesine sıkıştıralım...
Hocam, vicdanın rahat mı diye sordum, yan hakemden kasığıma tekme yedim. Bütün bunlara karşın, Kadir Tozlu'nun haklı kararlar verdiği doğrultusunda kamuoyunda oluşan düşüncelere ne dersiniz...
Bunların herbirini bir yana bırakıp, yazımın manşetine hakemleri alacağım. Ve birini de baş köşeye koyacağım...
Kim ne söylerse söylesin...
Samsunspor-G.Saray maçının hakemi Serdar Tatlı'nın yönetimi beni çok etkiledi. Fizik kondisyonu mükemmeldi. Zor maça çabuk ve iyi motive oldu. Her kritik pozisyondaki üç kağıtçılığı anında yakaladı. Kendini ve seyirciyi yanıltmayı yeğleyen her futbolcuyu kulağından tutup, kartları ile kamuoyuna teşhir etti.
İşte bu yönü dört dörtlüktü Serdar Tatlı'nın.
Peki, hiç mi hata yapmadı?
Yapsa da, oyuna hakimiyeti ve sahadaki kişiliği ile beni etkiledi.
Öyleyse ne duruyorum, al bu hakemi manşete, kurtul sıkıntıdan...
NE DEDİ?
LORANT basın toplantısında dedi ki...
Elimdeki şu tespih bana sabırlı olmamı öğretti. Ve sabırlı davranarak, Andersson'u kazandım. Göztepe maçında attığı gol bu sabrımın ürünüdür.
İyi de bir gazeteci de kalkıp sorabilirdi...
Hocam, 35'lik Andersson'a gösterdiğin sabrı niye 27'lik Oktay'a göstermedin.
X X X
G.SARAY Teknik Direktörü Lucescu da ilginç bir konuya değindi.
Bu hafta İstanbulspor'u yenersek, fisktür bakımından F.Bahçe ve Beşiktaş ile aynı seviyeye geliriz.
Bu söylemden sayın Lucescu'nun ne söylemek istediğini pek anlayamadım. Ancak, bir de Hikmet Karaman'ın sözleri var. Ben yazıyorum, yorumunu sizler yapın...
F.Bahçe, Beşiktaş'ı yenerse şampiyon olabilir. Çünkü, Kocaelispor, G.Saray'ı yenecek.
Yazının Devamını Oku 8 Nisan 2002
<B>AĞIR </B>ve renksiz oyundan sıkıldığım dakikalardı... Kalemi elime aldım, her iki takıma eleştiriye yönelik kelimeleri önce kafamda şekillendirmeye başladım. Ve birden Tümer'in ayağından çıkan ve füzeyi andıran volenin şiddetiyle irkildim. Bu gol, ilk 45 dakikanın tek ve alkışlanacak güzelliğiydi...
Şimdi diğer dakikalara geçiyorum ve oyunun genelindeki Beşiktaş'ı bilgilerinize sunuyorum...
Kanatlardan sorunlu. Khlestov ve Ahmet Yıldırım'ın ağır stilleri özellikle ilk yarıda Beşiktaş'ın hücum hevesini etkiledi. Kenarları çabuk kullanamadılar ve bu bölgelere hareket getiremediler. Çabaları daha çok savunmaya yönelikti.
Yine ilk yarıda Baya oyunun en çok topla buluşan adamıydı. Ancak, bu topları gerektiği gibi servise sokamadı. Daha doğrusu, koştuğu kadar iş yapamadı, üretken değildi.
MÜTHİŞ TEKNİK
Tümer, Evren'in yakın markajını tekniğiyle kırdığı pozisyonlarda Beşiktaş'ı rakip kaleye taşıdı. Top, onun ayağında değer kazandı. Bu da Tümer gerçeği.
Her hücumda Ahmet Dursun-Stavrum ikilisi kolayca rakip savunmanın markajına teslim oldular. Bir ara Stavrum'un topla kaç kez buluştuğunu saymaya kalktım... Bir elin beş parmağından eksikti.
Savunma, Malatyaspor'a pozisyon vermedi. Fantaziye kaçmadılar, basit oynamayı yeğlediler... Ali Eren, bu bölgenin en sağlam adamıydı. Ronaldo, kaçan topları iyi kontrol etti.
Oyunun son 15 dakikasında Beşiktaş'ın temposu iyice düştü. Daum'un, Ahmet Dursun'u çıkartıp, oyuna Ümit'i alması, skoru koruma isteğinin bir göstergesiydi.
Belki de doğru bir düşünce biçimiydi. Çünkü, üç puan Beşiktaş için çok önemliydi. Gelecek haftaların değer kazanması, Malatya'dan alınacak üç puanla orantılıydı.
Tabeladaki 1-0'lık kısır skor, pek sevimli gözükmese de, F.Bahçe maçı öncesi Beşiktaş'a için büyük bir moral kaynağı idi.
Yazının Devamını Oku 4 Nisan 2002
<B>YAZIMA</B>, sevgili Futbol Federasyonu'na ufak bir gönderme yaparak başlamak istiyorum. Maçın eleştiri ve övgüler bölümünü diğer satırlara bırakıyorum... Türkiye Kupası finali bir onur maçıdır. Uzun ve yorucu bir yolun noktalandığı son duraktır. Kazanan kadar kaybeden de bu maçın tinsel duygularını yaşar ve hisseder...
Futbol Federasyonu'nun sayın üyeleri... Böylesine bir geceye bir sinir maçı sıkıştırarak, final heyecanını bölmenin anlamı neydi? Trabzon-G.Saray maçını aynı geceye taşımak hangi aklın ürünüydü? Düşündüm, sorup soruşturdum... Sağlıklı bir yanıt bulamadım.
Herhalde yanlış hatırlamıyorum. Bu kupanın adı bir zamanlar Federasyon Kupası'ydı... Yani, sizlerin adını taşıyordu. İşte böyle bir kupanın içine limon sıktınız... Şimdi geçiyorum, finalin eleştirisine...
1- Beşiktaş ilk yarıda Tayfur ve İlhan Mansız'la iki fırsatı kullanamadı. Her ikisi de oyundaki dengeleri değiştirecek fırsatlardı. Bir bakıma kaçırmak, atmaktan daha zordu. Tayfur ve İlhan Mansız birer beceriksizlik örneği sergileyerek, Beşiktaş'ı sıkıntılara sürüklediler.
AHMET YALNIZ KALDI
2- Daum, maça İlhan Mansız-Ahmet Dursun ikilisi ile başladı. Ahmet Dursun sürekli alan değiştirerek oynadı. Oyunun bir saniyesini bile boşa harcamadı. Ama, İlhan Mansız onun temposuna ayak uyduramadı. Ahmet'i yalnız bıraktı.
3- Tümer'i oyun başlarken gördüm, sonra kaybettim. Ayağındaki topları kullanırken rahat değildi. Fizik yetersizliği hemen hissediliyordu. Oysa, Beşiktaş'ın Tümer'den farklı beklentileri vardı.
4- Baya da Tümer'in bir kopyasıydı. Bu ikilinin kötü performansı Beşiktaş'ın teknik yapısını altüst etti. Buna kanatlardaki Tamer ile İbrahim'in yetersizliği de eklenince, Beşiktaş'ın tüm silahları düştü...
5- Kocaeli'nin her bir golünde Beşiktaş savunması ağır yapısının faturasını ödedi. Üstelik, Kocaeli'nin her çabuk atağı savunmada panik yarattı. Bu bölgede Ali Eren'in yokluğu her pozisyonda hissedildi.
6- Kocaelispor inanarak oynamanın karşılığını aldı, kutluyorum... Böylesine bir gecede, basit bir kart olayı ile Beşiktaş'ı 10 kişi bırakan İbrahim'i de kınıyorum.
Ve tabeladaki 4-0'lık skora da, her Beşiktaşlı gibi utanarak bakıyorum.
Yazının Devamını Oku