Korkut Göze

Bela!

27 Ağustos 2002
<B>YERİ </B>göğü inleten bir slogan Beşiktaş'ın başını yiyecek... 100. yılda şampiyon Beşiktaş.

Bu sloganı yaratan, yaratıp da dillere düşüren... Yöneticisi-futbolcusu ve de taraftarı, hepsi bin pişman.

Beşiktaş, bir sezon bu sloganın acıları ile yaşayacak. Her tartışmada bu sloganın sancılarını çekecek. Sinirlenen ve de kızan her kişi, bu sloganı bir balyoz gibi Beşiktaş'ın kafasına vuracak.

100. yılda şampiyon Beşiktaş.

Ve Beşiktaş'ın her adımında bir kötü niyet arayacaklar.

Hakemin verdiği penaltıda...

Beşiktaş'ın attığı golde...

Sarı ve kırmızı kartlarda...

Her hakem çalacağı düdükte, bu sloganın rüzgarı ile sarsılacak.

Federasyon alacağı kararlarda bu sloganın kompleksi ile irkilecek.

Medya her pozisyonda Beşiktaş'a şüphe ile bakacak.

Ve 100. yıl belki de Beşiktaş'a zehir olacak...

Bakın, masum bir slogan Beşiktaş'ın başına ne işler açtı. Ve de açacak...

Daha nice Pascal'lar yargısız infaza uğrayacak...

Seni gidi Beşiktaş, 100. yılda şampiyon olacaksın.

Öyle mi!

***

YAVAŞ yavaş gözler onlara kayıyor. Puan cetvelini inceleyenler, G.Birliği'ne takılmadan bir başka takıma bakmıyorlar.

Çünkü, onlar puan sıralamasının zirvesinde oturuyorlar.

Deplasmanda Kocaeli'ni 3-1, Diyarbakır'ı 4-1 yendiler.

İç sahada İstanbulspor'u da 4 golle uğurladılar.

Her gününü G.Birliği ile geçiren Serdar Uluer'e telefon açıp sordum...

Nedir, bu işin sırrı?

Net ve kısa bir yanıt aldım...

Ersun Yanal!

Ne yaptı bu adam?

Doping, şırınga yaptı...

Ne diyorsun?

Şaka yaptım. Hocanın dili dopingten de etkili, şırıngadan da... Onun gibi futbolcusunu motive eden bir başkasını tanımam. Şimdi oldu mu?

Ve G.Birliği'ni başarıya koşturan Yanal'dan bazı ip uçları verdi...

- İş olsun diye transfer yapmaz.

- Sistemine göre futbolcu alır.

- Hazırlık döneminde üniversitelerle işbirliği yapar. Akademik verilere göre hareket eder.

- Her futbolcusunu niteliğine göre çalıştırır.

Yine sordum Serdar'a...

Yanal'ın hedefi nedir?

İlk 3 büyüğün arasına girmek. Yani, bu sloganı parçalamak!

3 büyüklere duyurulur...

***

İSYAN ediyorlar... Diyarbakırlılar, G.Birliği maçında hakem Kazım Erçakır'ın bir gol ve bir de penaltıyı pas geçtiğini ileri sürüyorlar.

Malatyalılar, Denizli maçında ilk kez Süper Lig maçı yöneten Hamza Mısır'ın mutlak bir penaltıyı vermediğini söylüyorlar.

Ve Kocaelispor Kulübü, bu sezon tel örgüleri kaldırmak için yürekli bir davranışa yöneliyor.

Haydi hayırlısı...
Yazının Devamını Oku

Gül ve diken

25 Ağustos 2002
<B>İKİ</B> dakikada iki net fırsatı kolayca harcayan <B>Ahmet Dursun</B>'a kızanların, Beşiktaş'ı ilk yarıda alkışlamasının bir nedeni olmalıydı. Beşiktaş'ın oynama isteği dört dörtlüktü. Sahanın her bölgesine yayılan Beşiktaş egemenliği, rakibe düşünme ve davranma fırsatı vermiyordu.

Ve Beşiktaş'taki bir başka farklılığı net çizgilerle hemen görebiliyordum... Savunmadan oyuna katılan, hücuma koşan futbolcu sayısı her geçen dakika çoğalıyordu. Ronaldo ve Zago'nun ayağından çıkan uzun ve sürpriz paslar, Beşiktaş'ın pozisyon arayışlarına kolaylık ve etkinlik sağlıyordu.

Fazla kilolarına karşın Sergen'i keyifle seyrediyordum. Ayaklarının ve vücudunun zorlandığı pozisyonlarda bile, zekasını devreye sokarak Beşiktaş ataklarına renk katıyordu.

Ve düşünüyordum... Tümer'in uzunca bir süre kenarda beklemesi, Lucescu'nun ‘‘bir ipte iki cambaz oynamaz’’ gibi teknik bir yorum biçiminden mi kaynaklanıyordu?

Oysa, Tümer'in afacan ve seri stili Beşiktaş'a daha çabuk oynama avantajı getirebilirdi. Bu arada, Amaral'ın gayreti ve oyuna katkısı hiç eksilmeden sürüyordu.

***

Şimdi pembe gözlüklerimi çıkartıp, bir başka açıdan Beşiktaş'ı seyrediyorum...

Kanatlardaki sıkıntılar, Lucescu'nun düşlerindeki Beşiktaş'ın sahne almasını geciktiriyor. Sahada, Niyazi'nin çabuk oynama isteğiyle telaşı birbirine karıştırması, etkinliğini sıfırlıyor. Solda, Ahmet Yıldırım iyi düşündüğü bir harekete ağır fiziğiyle şekil ve çabukluk veremiyor.

Ve kanatlarını kullanmayı beceremeyen Beşiktaş'ın, özellikle oyunun final bölümünde çektiği pozisyon sıkıntısı, herhalde Lucescu'yu bazı önlemlere zorlayacak. Bunlar, pembe gözlüklerimi çıkardıktan sonra Beşiktaş'ta yakaladığım noksanlardı...

Seyircinin ısrarla Pascal'ı oyuna çağrışındaki kararlılığı da anlıyorum. Bu çağrı, taraftarın Beşiktaş'tan umudunu kestiği dakikalarda bir kahraman arayışının sesli isteğiydi.

***

Ve maçın skorunu Tümer belirledi. Attığı gol gerçekten güzeldi. Hemen aklıma yine ‘‘Sergen-Tümer ikilisi yan yana oynar mı?’’ sorusu takıldı.

Fazla kilolarından arınmış bir Sergen ile Sergen kompleksinden kurtulmuş Tümer'in Beşiktaş'a farklı bir kimlik kazandıracağı görüşünü hep savunacağım...

Pascal Nouma mı? Gülü seven dikenine katlanır... Beş dakika oyunda kaldı kırmızı kartla Beşiktaş'ı 10 kişi bıraktı. Ancak, hakem Ali Aydın'a sormak isterdim. Pascal'ı oyundan atarken, gösterdiği sarı kartların hangisi şov, hangisi gerçekciydi. Pek çözemedim...
Yazının Devamını Oku

Geç de olsa...

18 Ağustos 2002
<B>OYUNUN </B>genelinde Beşiktaş'ın yaşadığı sıkıntılar hemen aklıma bir soruyu getiriyordu... Sergen-Tümer gibi iki top ustasının varlığına karşın, Beşiktaş neden hücum ve orta saha organizasyonunda renksiz ve etkisizdi? Acaba Lucescu'nun, Sergen'i, Pancu'nun yanında ikinci forvet gibi oynatma isteği, bu sıkıntının ilk nedeni miydi? Üstelik, Tümer'in hazırlık paslarına hiç katılmadan hemen hücum bölgelerine koşması, orta saha organizasyonunda yaşanan sancıların bir başka nedeniydi... Beşiktaş, bu sıkıntıları kanatlarını çabuk ve tempolu kullanarak bir ölçüde giderebilirdi. Oysa, Beşiktaş'ın kenar adamları İbrahim ve Tamer fizik mücadelenin ötesinde, hücumda gerekli teknik performansa bir türlü ulaşamıyordu. Beşiktaş'ın özellikle kanatlardaki sıkıntılarını izlediğim dakikalarda aklım hep Nihat'a takılıyordu. Seri-çabuk ve hareketli bir kenar adamının eksikliği her Beşiktaş atağında net çizgilerle sırıtıyordu. Ve bakışlarımın sol çizgiye kaydığı anlarda, bu bölgede Serdar'ı düşünmenin yanlış olmayacağı gerçeğini herkes gibi görebiliyordum.

Acaba Lucescu, Serdar'ı neden kenarda bekletiyordu, buna da bir anlam veremiyordum.Lucescu, 60. dakikada Pancu'nun yanına Ahmet Dursun'u göndererek, Beşiktaş'a hücumda kimlik ve etkinlik kazandırmayı amaçlıyordu.

Öyleyse, bu gecikmenin anlamı neydi? Sergen'i bir saat, hiç de verimli olamayacağı bölgelerde koşturmak sadece zaman kaybı değil miydi?

Ancak, Lucescu şanslı bir teknik adam. Elindeki kadro her maçta tabelayı, sonucu değiştirecek yıldızlardan oluşuyor. Dün gece bir Ahmet Dursun çıktı, tüm dengeleri alt üst etti. Maçı kopardı, skoru belirledi. Haftaya belki İlhan Mansız, bir başka hafta Pascal Nouma. Onlar da başka bir gecenin kahramanı olarak, kaybedilmiş bir maçı kurtaracaklar. Dün gece Sergen'in orta sahaya dönüşü ve Ahmet Dursun'un oyuna girişi ile Beşiktaş'ın yaşadığı pozisyon zenginliği, geç de olsa, hatadan mantığa dönüşün akılcı bir ürünüydü. Ve, görebildiğim iki şey daha vardı.

İlki, Beşiktaş'ın kazanmak için harcadığı olağanüstü enerji. Futbolcuların hırs ve arzusu. Diğeri, Ünsal Çimen'in 2.Beşiktaş golünde ofsaytı sezememesi...
Yazının Devamını Oku

Biraz bekleyin

11 Ağustos 2002
<B>LUCESCU </B>sahaya duygularından arındırdığı bir 11'le çıktı. Henüz fazla kilolarını atmaya çalışan <B>Sergen</B>, uyum dönemi yaşayan <B>Zago</B>, yarı sakat <B>İlhan Mansız</B> yedekler kulübesindeydi. Kesinlikle oynayacağı söylenen sürpriz transfer Amaral da Lucescu'nun yanındaydı. Pascal ise İstanbul'daydı... Yani, işçiler sahada, şöhretler yedekteydi.

İlk yarının her dakikasında özlemle beklenen Beşiktaş'ta çarpıcı görüntüler aradım. Oysa, yeni Beşiktaş'ta aradıklarımı bulamıyordum. Ve her geçen dakika oyundan soğuyordum...

Beşiktaş'ın hücuma çıkışı hiç de inandırıcı değildi. Pancu'nun üzerine doğru atılan uzun hava toplarının anlamını bir türlü çözemedim. Ve hücumda çoğalamayan Beşiktaş'ın, pozisyon üretmekte çektiği sıkıntıları hemen hissettim.

Orta sahada Tümer'den farklı şeyler bekliyordum. Sergen'siz oyunda, pas trafiğini düzenleyecek, teknik özelliklerini etkili bölgelere taşıyacak, Beşiktaş'ı sıradan bir takım kişiliğinden kurtaracak Tümer'i ısrarla bekliyordum.

İlk yarıda arayıp da bulamadığım Tümer'i, ancak ikinci yarıda attığı nefis golde farkedebildim. Sürekliliği olmasa da, iş bitiren özelliklerin şimdilik sadece onda varolduğu gerçeğini bir kez daha gördüm.

MMM

Ve ilk yarının bitiminde Lucescu'nun ikinci yarıya kesinlikle farklı bir Beşiktaş'la çıkacağını düşünüyordum. Beklediğim gibi ikinci yarının başında Amaral, daha sonra Sergen ve İlhan Mansız oyuna giriyordu.

Asların gelişiyle Beşiktaş arzulanan patlamayı yapabilir miydi? Oyunun seyrini değiştirip, maçı kurtarabilir miydi?

Her biri beklentilerin ötesine geçemiyordu. Çünkü Beşiktaş, kimliğini rakibe kabul ettirecek, rakibi ürkütecek ve sindirecek fizik ve teknik performansa henüz ulaşamıyordu. Maç bitiminde bir gerçeği tüm ayrıntıları ile görebiliyordum. Zaman, Beşiktaş için çok önemliydi. Ve sorunlarını ancak zamanı çabuk ve iyi kullanarak giderebilirdi.

Herkes gibi bekliyorum... Pascal'ın, Sergen'in, Mansız'ın, Amaral'ın ve Ahmet Dursun'un, hatta Zago'nun kısa bir süre sonra gerçek kimliğine kavuşacağına inanıyorum. Ve gerçek Beşiktaş'ın da o zaman sahneye çıkacağını biliyorum.
Yazının Devamını Oku

Eleştirmiyorum

3 Ağustos 2002
<B>BİR </B>şov gecesinde bir kaç dakika oynayan <B>Sergen</B> ve <B>Pascal</B>'ın varlıklarını ciddiye alarak, Beşiktaş'ı eleştiri masasına yatırmak istemiyorum. Ve henüz sakatlık illetinden kurtulamayan İlhan Mansız ile Ahmet Dursun'u da hatırlayarak, sağlıksız bir Beşiktaş'ı yorumlamayı gereksiz buluyorum. Açıkcası, ideal Beşiktaş'ı sahada görmeden ahkam kesmeyeceğim. Bursaspor, belki de Kocaeli maçına dek bekleyeceğim. Ve sonra işbaşı yapacağım... Kalemi elime alıp, ya alkışlayacağım ya da yükleneceğim.

Geliyorum dün geceye... Söylediğim gibi bir şov gecesinde görebileceğim şeylerin en güzelini yaşadım. Sevgi ve coşku kolkolaydı. Pascal, tribünlerin gülüydü. Sergen, sahaya utangaç adımlarla çıktı. Taraftarın müthiş tezahüratı ile unutulmadığını anlayınca, hemen havasını buldu...

***

Lucescu, Beşiktaş'ı belirli bir oyun kalıbı içinde tutmayı yeğliyor. Planın dışına çıkanı hoş karşılamıyor. Özgür oynamak ve davranmak gibi bir lüksü, sadece Tümer'e tanıyor.

Bir zamanlar, Şifo-Sergen yan yana oynar mı kavgası her maç öncesi gündeme gelirdi. Dün gece, yine benzeri bir tartışma kulağıma takıldı. Tümer-Sergen birarada oynar mı?

Sergen, Lucescu'nun vazgeçemeyeceği bir star... Düşlerindeki Beşiktaş'ta Sergen'in yeri hazır. Tümer'in sezon başı performansı ise, olumlu ve umutlu sinyaller veriyor. Lucescu, bu iki şık adamı birlikte oynatarak, belki de Beşiktaş'ı farklı bir oyun biçimine taşıyacak. Herşey, ideal Beşiktaş'ın sahaya çıkmasıyla netleşecek.

***

Herkes gibi bekliyorum... Yinede dün gece gördüklerim için birşeyler yazacağım. Sağ kanatta oynayan yeni transfer Niyazi'yi izledikçe, bu bölgeye Nihat'ın stilinde bir transferin gereğini hemen hissettim...

Zago ve Pancu'nun henüz uyum süreci yaşadıklarını rahatlıkla anlayabildim... Ve bunları görürken, zamanın Beşiktaş için ne denli önemli olduğu gerçeğiyle karşılaştım.

Bilemiyorum, Beşiktaş 10 günlük bir sürede sorunlarını ne ölçüde giderebilir. Sakatlarını iyileştirip, özlenen kadroya ne zaman kavuşabilir. Zaman, bu soruların herbirine net yanıtlar verecek. Ancak, kalede gördüğüm Cordoba gerçeği ile anladım ki, Beşiktaş kimliğini bulana kadar yaşayacağı zorluklara, Kolombiyalı kalecisi ile göğüs gerecek. Gerçekten dört dörtlük bir kaleci.
Yazının Devamını Oku

2 kahkaha

18 Mayıs 2002
BİR arabanın içinde 3 kişiydik... Yönetici <B>Fikret Ercan, Esat Yılmaer</B> ve ben... İstanbul'un çıldırtan trafiğinden sıyrılıp, Ceylan Otel'e ulaşmak için dakikaları su gibi harcıyorduk. Bir gaz ve hemen ardından keskin bir fren... Gittiğimiz yol sadece bir arpa boyu... Ve bu sıkıntılı dakikalardaki can simidimiz Beşiktaş'tı... Sürekli laflıyorduk. Dilimize Mondragon'u dolamıştık. Arka koltuktan ön tarafa laf yetiştiriyordum... Bir ara Fikret Ercan'a doğru uzandım ve bir bilgi aktarımı yaptım...

- G.Saray şu anda Mondragon'la pazarlıkta!

Fikret Ercan, bir kaç saniyelik duraklamadan sonra bir soruyla hemen konuya girdi...

‘‘Ne pazarlığı?’’

- Transfer pazarlığı

Ve ara vermeden ekledim...

- Servisten ayrılmadan önce İlhan Söyler'le konuştum... İşi takip ediyor. Mondragon 4 saattir içerde, Terim ve Başkan Canaydın ile pazarlıkta... Belki şu sıralarda iş bitmiştir...

Ve ön kolktuktan gelen yanıt, hemen gazetecilik duygularımı alarma geçiriyordu...

‘‘Bu iş bitecek olsa, 4 saat sürmez...’’

Fikret Ercan
, bu sözlerinin ardından kısık bir kahkaha atarak, sanki şüphelerimi ateşliyordu...

Ve artık soru-yanıt düellosu başlamıştı...

- Beşiktaş da bu işin peşinde mi?

‘‘Yanıt yok.’’

- Lucescu, Mondragon için neler düşünüyor?

‘‘ Hem kaleciliğini hem de adamlığını beğeniyor’’

-
Peki, ne olur bu işin sonu?

Ön taraftan hiç beklemediğim bir yanıt geliyordu...

‘‘Lucescu isterse bitirir Mondragon'un işini’’

* * *

İşte, istediğim yanıtı almıştım... Arkaya doğru kaykıldım ve düşünmeye başladım... Kalemi elime alıyorum, neler yazıyorum neler... Mondragon'u Beşiktaş kalesine geçiriyorum, transfer öyküsünü yazıyorum.

Ve birden Fikret Ercan'ın gürlemesi ile dünyama döndüm...

‘‘Bunların hiç birini yazamazsın’’

-
Yazmamak mı? Bu talimata kulak bile asmadım. Yazacaktım. Hem de ballandıra ballandıra... Ancak, çabuk toparlandım. Karşımdaki Beşiktaşlı bir yöneticinin ötesinde gazetemin yayın koordinatörü idi...

Ve yazamayacağımı bildiği için lafın gerisini de getiriyordu...

‘‘Lucescu ile konuşuldu. Mondragon'u bana bırakın dedi. İstiyorsanız bu işi yaparım... Aceleye gerek yok...’’

Saat 19.20... Ceylan Otel'de Beşiktaş yönetiminin yemeğindeyiz. Yanımda bu kez Yıldırım Demirören, sağımda Vedat Okyar, solumda Mehmet Arslan ve bir koltuk ötede servis müdürümüz Esat Yılmaer. Demirören her dakika başı çalan telefonuna laf yetiştiriyor.

Her konuşmasından sonra Demirören'in gözlerine dikkatle bakıyorum. Bir şeyler kapabilir miyim?

Ve dayanamayıp, ortamı ısıtmak istiyorum...

- G.Saray hala Mondragon'la masadaymış!

Demirören
şöyle bir suratıma bakıyor ve hemen kafasını çeviriyor.

Ben, sataşmaya devam ediyorum...

- 6 saati geçti. Herhalde bitmiştir iş.

Hayret... Fikret Ercan'ın arabada attığı kahkahanın bir benzeri de Yıldırım Demirören'den geliyordu...

‘‘Kıh...Kıh...Kıh...’’

Neden güldüğünü ısrarla soruyorum. Ama bir yanıt alamıyordum. Ve gece toplantı dönüşü dayanamayıp Antalya kampında Milli takımı izleyen İsmail Er'e telefon açıp, Mondragon olayını soruyorum...

Verdiği yanıt gece yarısı tüylerimi ürpertiyor...

‘‘Takip ediyorum. Beşiktaş, Lucescu aracılığı ile Mondragon'un transferini bitirmek için kolları sıvadı. Mondragon adım adım Beşiktaş'a geliyor.’’

***

Cuma sabahı gazetelerin spor sayfalarını açanlar, şu başlağı görünce irkiliyor ve heyecanla yazıyı okumaya başlıyorlardı...

‘‘Mondragon Beşiktaş'ta!’’

Gerisini zaten biliyorsunuz...

Şimdi düşünüyorum... Fikret Ercan ile Yıldırım Demirören'in attığı kahkahaların ardında bir başka gerçek daha mı vardı? Bu kahkahalar sadece Mondragon'un transferinden mi kaynaklanıyordu. Hayır, bu keyifli kahkahaların ardında başka şeyler de gizliydi...

Bunun perde arkasını da İsmail Er araladı...

‘‘ Beşiktaş, İstanbulsporlu Murat Erdoğan'ın G.Saray'a transfer şekline fena bozuldu. Mondragon bir bakıma misillemeydi. Tamam mı?’’
Yazının Devamını Oku

Komutanını tanı!..

30 Nisan 2002
<B>G.SARAY, </B>Körfez'de tabelaya astığı 2-0'lık skorla işi bitirdi ve 3. yıldızı da göğsüne taktı. Selam sana Yüzbaşım...

Kimdi bu takımın komutanı?

Adı Mircea Lucescu...

Hani, şu yüreksiz Lucescu mu?

Kılığına kıyafetine sataştılar, G.Saray'a yakışmadığını söylediler.

Bilgisini, kültürünü eleştirdiler, yerden yere vurdular.

G.Saray'ı korkak oynattığını söylediler, yüreğinden yaraladılar.

Biten kariyerini G.Saray'da toparlamaya çalışıyor dediler.

Tepeden tırnağa karaladılar.

***

VE kazansa da başarıyı gizlemek için fantaziler ürettiler...

Bu takımı babam da şampiyon yapar...

Buraya bir nokta koyup, pazar gecesine dönüyorum. Kocaeli maçı sonrası havayı koklamak için G.Saray'ın karargahı Florya'ya doğru yürümeye başladım. Kalabalığın arasına karıştım ve söylenenleri birebir dinledim...

G.Saray'a yönelik her 3 kelimenin birinde Lucescu'nun adı geçiyordu. Ve giden yıldızları tek tek sıralayanlar, Lucescu'yu sevgi ile anıyorlardı...

Bu kadroyu şampiyon yaptı. Helal olsun.

***

YANİ, Luca'yı karalayanlara bir mesaj gönderiyorlardı...

Alışamasan da, Lucescu G.Saray'ın 15. şampiyonluğuna damgasını vuran teknik adam olarak anılacaktı...

Avrupa'da yaşattığı başarılar hiç unutulmayacaktı...

Ve G.Saray'ın göğsüne taktığı 3. yıldızdaki katkısı için alkışlanacaktı.

Hey, Lucescu'ya sırt çevirenler... Gerçeğe dön ve...

Komutanını tanı!

TRABZON GERÇEĞİ

HİÇ böylesine sıkıntılı bir dönem geçirmediler. 28 yıllık Birinci Lig yaşamlarında böylesine can derdine düşmediler.

Cumartesi günü Gençlerbirliği ile oynayacakları maç öncesi Trabzon sokaklarını çınlatan bir anons tüyler ürpertiyordu...

Ve hoparlördeki görevli Trabzonsporlu taraftarları maça davet ederken, adeta binbir acı içinde kıvranıyordu...

Ne diyecekti, nasıl söyleyecekti?

Trabzonspor düşme hattında. Gelin ve takımınıza destek verin.

Böyle mi söyleyecekti?

Söyleyemiyor ve evirip çeviriyordu...

Çünkü bu takım 6 kez Türkiye Ligi'ni kazanmıştı.

Bu takım, Türkiye Kupası'ndan Cumhurbaşkanlığı ve Başbakanlık Kupası'na kadar tüm başarıların onur ve keyfini yaşamıştı.

Bir gün yolunuz düşerse, taksiye atlayın ve Trabzon tesislerine gidin. Orada, odalara sığmayan, dışarlara taşan kupa ve onur plaketlerini görebilirsiniz...

Adresi de veriyorum...

Havaalanı altı, Mehmet Ali Yılmaz Tesisleri. Trabzon.

Bu adrese gidin ve Trabzon gerçeğini gözlerinizle görün...

Ve oradaki Trabzonspor ile şehir hoparlöründen anons edilen Trabzonspor arasındaki farkı görün...

Ne acı değil mi?

KORKU BELASI!

KISIR
bir haftayı geride bıraktık.

Ve sadece 17 golle yetindik.

Neden böyle oldu?

Bir yanda şampiyonluk endişesi, diğer tarafta kümede kalma savaşı ve bir de kupalara katılma telaşı...

Hepsi biraraya gelince, tatsız bir haftayla yetindik.

Yeni sezonda bol gollü haftalarda tekrar birlikte olmak dileğiyle...
Yazının Devamını Oku

Çıldırtır

28 Nisan 2002
<B>İKİ </B>haftadır amaçsız ve hedefsiz bir Beşiktaş'ı yazmanın sıkıntılarıyla kıvranıyorum. Kalemim sanki yerinden kımıldamıyor. Ellerimde taşınmaz bir yük, kafam bomboş... Sahadaki Beşiktaş'a bakıyorum. İnönü'de bir veda maçı oynuyor. Tribünlerde birkaç bin taraftar... Benim kalemim yazmakta zorlansa da onların sesi yine gür ve Beşiktaş sevgisiyle dolu...

Alkışladıkları takım birkaç hafta öncesine kadar en sağlam şampiyon adaylarından biriydi. Önemli bir çoğunluğa göre de, hedefe herkesten yakındı.

Bu Beşiktaş adamı çıldırtır!

Böyle söyleyenlere ve düşünenlere balıklama katılıyorum. Şu şampiyonluk şansını nasıl yitirdi, neden beceremedi-başaramadı ve treni kaçırdı?

İşte rakamlarla Beşiktaş...

1-İnönü'de oynadığı 17 maçın 9'unu kazanamadı.

2-Yine aynı mekanda rakiplerine 23 puan kaptırdı.

3-G.Saray'ın 185 gün deplasmanda maç kazanamadığı bir ligin kaymağını yiyemedi.

4-F.Bahçe'nin ardı ardına oynadığı 7 maçın 5'ini kaybettiği bir ortamda, gerekli patlamayı yapıp, lig ikinciliğini bile koparamadı.

***

Şimdi Ağustos'un ilk haftasına kadar kepenk indiriyoruz. Dilerim, Beşiktaş yeni sezonda yine bu stada daha farklı ve güçlü bir kadro zenginliği ile çıkar. Dönüyorum tribünlere ve yükselen sesi kelimelere döküyorum...

1-Taraftar, bu mekanda artık kadro fakiri bir Beşiktaş görmek istemiyor.

2-Beşiktaş'ın kimliğine, adına, şanına yakışır bir yıldızlar topluluğunu izlemenin özlemi ile yanıp tutuşuyor.

3-Ve yine bu kadronun başına dört dörtlük bir teknik adam bekliyor.

Davulun sesi uzaktan hoş gelir... Biliyorum... Sıkıntıları, ekonomik koşulları hepsini biliyorum...

Ancak, eliniz mahkum. Çünkü Beşiktaş yeni sezonda 100. yılını kutlayacak...

***

Beşiktaş seyircisi dün veda maçında Erman Güraçar'a biraz haşin davrandı. Oyunu bıraktı, Erman'la uğraştı. Ve topa değdiği her pozisyonda da onu ıslıkladı.

Bir ara Vedat Okyar'a döndüm ve dedim ki... ‘‘Yanlış yaptı, taraftara o kafayı atmayacaktı.’’

Aldığım yanıt şöyleydi: ‘‘Kafayı boşver... Önce ayağındaki topları rakibe atmayacaktı.’’

Bir sonraki sezonda tekrar İnönü Stadı'nda birlikte olmak dileğiyle...
Yazının Devamını Oku