26 Ekim 2002
<B>BEŞİKTAŞ</B>'ı böylesine etkili ve hevesli oynarken hiç görmedim. Ve Beşiktaş'ı yazarken, kalemimin hiç zorlanmadan bu kadar güzelliği ardı ardına sıraladığına da pek rastlamadım. Oyunun sadece ilk 45 dakikasında attığı 2 gol ve harcadığı 4 net pozisyon, Beşiktaş'ın hücum etkinliğinin tartışılmaz bilançosuydu.
Yaşanan pozisyon zenginliği, idmanlardaki çalışmaların oyuna yansıyan bir kopyasıydı. Herbir Beşiktaş atağını herkes gibi keyif ve şaşkınlıkla izliyordum.
Düşünüyorum... Lucescu, hiçbir maçta Beşiktaş'ı bu zenginlikte hücuma koşullandırmadı. Ve hiçbir oyunda bu kadar adamını rakip ceza alanına göndermedi.
Dahası var... Beşiktaş savunması belki de ilk kez oyuna bu denli etkin ve iştahlı katılıyordu. Zago, ilk yarının önemli bir bölümünü rakip ceza alanında geçiriyordu. Ronaldo zaman zaman bir forvet gibiydi.
***
Ve kaptan Tayfur'daki farklılığı da kolaylıkla görebiliyordum. Her topu olumlu kullanıyordu. Fizik ve moral açıdan dört dörlük bir performans sergiliyordu. İbrahim'in oturduğum tribünün önünden kaç kez gidip geldiğini sayamadım. Ancak, şaka bir yana, o koşarken ben yoruldum...
Sergen mi? Oyunun en kalite adamıydı. Özellikle ilk yarıda her topu ayağa veya kafaya servis yaptı. Sergen'de de bir farklılığı hemen hissedebiliyordum. Oyuna yürekten asılıyordu. Ve fizik açıdan mükemmel bir performans sergiliyordu.
Ahmet Yıldırım'ın oyunu okuyuşu, topları kullanışı Beşiktaş'ın rakip üzerindeki etkinliğini artırıyordu. Ve savunma Ali Eren'in savaşçı kişiliği ile hatasız bir 90 dakika tamamlıyordu.
Dün gece Beşiktaş'ta iyileri tek tek sıralayıp, en iyisini aramaya koyuldum. Kimseye haksızlık yapmak istemiyordum.
Bir süre düşündüm... Ve buldum o kişiyi. Kulübede yarattığı Beşiktaş'ı keyifle ve zevkle izleyen Lucescu... Dün gecenin tartışmasız kahramanıydı...
Yazının Devamını Oku 21 Ekim 2002
<B>OYUNUN </B>ilk 10 dakikalık bölümünde Beşiktaş'a çıkan iki sarı kart ve ardı ardına çalınan 7 faul düdüğü, stresli gecenin rakamsal gerçekleriydi. Beşiktaş, kazanma hırsı ile donatılmıştı ve her ikili mücadeleye ayağını-kafasını korkusuzca sokuyordu. Rakipten ve toptan kaçmıyordu. Ali Eren de böyleydi, sarı kart damgalı Yasin ve İbrahim de...
Ancak, bir gerçek tüm görüntüleriyle sırıtıyordu Beşiktaş'ta. Beşiktaş'ın teknik yapısı oyundaki dengeleri değiştirecek, hücum ve pozisyon etkinliğini çoğaltacak çizgiye bir türlü yükselemiyordu.
Beşiktaş'ın pas organizasyonu Sergen'in sağına-soluna attığı bir iki topla sınırlı kalıyordu. İlk 45 dakika tek pozisyon rahatlığı bulamayan ve hücumda İlhan Mansız'ı etkili bölgelere koşturamayan Beşiktaş, kaderini adeta bir şans golüne bağlıyordu.
Koca ilk 45 dakikada aklımda kalan sadece iki şeyi hatırlayabiliyorum. Biri, Ahmet Yıldırım'ın hatasız oyunu, diğeri Ronaldo'nun kaleye giden topu çizgi üzerinden çevirmesi.
* * *
Oyunun final bölümünde Beşiktaş'ta bazı değerlerin değişeceğini düşünenler yanılıyordu. Beklenmedik bir gol tabelayı, skoru değiştirebilirdi. Ancak, Beşiktaş'ın oyundaki kimliği rakibin üzerinde bir değere ulaşamıyordu. Son bir kaç haftanın başarılı adamı Pancu da varlığını pek hissetiremiyordu. Ama attığı altın golle herşeyi bir anda unutturabiliyordu.
Kanatlar mı? Tamer'in savunmaya yardımı kusursuzdu. Ama hücumda ayakları adeta birbirine dolanıyordu. İlhan Mansız henüz hazır değildi. Düşündüklerini ayaklarına uygulatamıyordu. Açıkcası, bedenine söz geçiremiyordu.
Beşiktaş'ın yediği golde kim kusurluydu, oturduğum yerden çözemedim. Baraj mı, yoksa Cordoba mı? Eğer atış baraja çarpıp yön değiştirmediyse, Cordoba'yı suçlarım. Tersi, Beşiktaş adına şanssızlıktır.
Sergen'in attığı frikik mi? Belki de son yıllarda bir frikik atışında gördüğüm en güzel goldü. Ölçtü, biçti ve kalenin sağ köşesine bıraktı topu. Herşeyiyle sadece Sergen'in becerebileceği usta işi...
Beşiktaş'a gelince, yazdığım ve söylediğim gibi iyi değildi. Ancak kazandığı için herşeyi unutturdu. Ve gelecek haftalar için moral yükledi.
Yazının Devamını Oku 17 Ekim 2002
<B>KARŞIMIZDA </B>minik bir ülkenin sevimli ve centilmen bir takımı... Toplam insanını maça çağırsak, Ali Sami Yen'i zor doldururlar... Güleceksiniz, nüfusu sadece 32 bin. Ligleri yok, güçleri ve teknikleri hiç yok... Böyle bir takımla oynadık ve 25 dakikada 3 gol atıp, 3 puan garantisini hemen cebe indirdik. Ve bu maça kritik yazacağım... Ne zor değil mi?
Şenol Güneş, oyuna İlhan Mansız'la başladı. Biliyordu Şenol hoca, Mansız için bundan iyi bir idman ve moral maçı olamazdı. İkinci ve üçüncü gollerde Arif'in çabukluğu, seri ve hızlı adımları iyi iş gördü. Biri sol, diğeri sağ kanattan taşıdığı topları gol pozisyonu olarak Ümit Davala ve İlhan Mansız'a sundu. Attığımız gollerin keyfini yaşarken, savunmada ilk yarıda rakibe sunduğumuz 3 pozisyon rahatlığı gözümden kaçmadı. İlk ikisinde ağır ve beceriksizdiler. Diğerinde Rüştü'nün pozisyonu erken sezişi, yiyeceğimiz bir golü engelledi.
Böylesine kolay bir maçta Rüştü'nün alkışlanması ve bir penaltı kurtarması, herkes gibi beni de savunmadaki sancıların sürdüğü düşüncesine sürükledi.
* * *
Yine başa döneceğim... Böylesine kolay bir maçın teknik-taktik yönü için hiç kafa yormayacağım. Sevgili Vedat Okyar'ın söylediği gibi bu maç hakemsiz de oynanırdı. Tekme atılmadı, sinirler bozulmadı, hakem elini kartlarına pek götürmedi... Ve Milli Takım, aslanın kediyle oynadığı gibi oynadı Liechtenstein'le...
İlk yarıdan sonra bir ara maçtan koptum. Ve İngiltere maçını düşünmeye başladım. Bu maç bir bakıma gruptaki kaderimizi belirleyecek. Belki de, savunmamız şimdiye dek hiç üstlenmediği bir sorumluluk ve yükün altına girecek bu maçta... Hay Allah... Nereden taktım kafamı bu savunmaya? Yine de söyleyeceğim ve yazacağım. Dün geceki performansı hiç hoşuma gitmedi bu savunmanın. Telaşım bundandır. Yoksa, iyi günde kötü yazıp, zevkinizi kaçırmak için değil...
Dün gece kimleri beğendim? Öncelikle Emre Belözoğlu'nu. Hemen sonra Ergün Penbe, Okan Buruk ve Arif Erdem'i. Elbette Nihat Kahveci'yi... Uzun aradan sonra oynayan İlhan Mansız'ı ve 8 dakikaya iki gol sıkıştıran Serhat Akın'ı... Ve her milli maçta olduğu gibi kaledeki devi. Yani, Rüştü Reçber'i...
Beğenmediğim neydi? Farklı galibiyete karşın tabeladaki skoru beğenmedim. Bu takımı daha farklı yenmeliydik.
Yazının Devamını Oku 8 Ekim 2002
<B>BİBLO </B>gibi bir adam. Sanki, dokunsan kırılacak... 1.68 boyunda ve ancak 61 kilo... Bu ufak adam, koca F.Bahçe'yi sırtlamış taşıyor... Altay-F.Bahçe maçını seyrederken, bakışlarımı ondan ayıramadım. Ve düşündüm...
Bir teknik adam takımını, kalesinden rakip kaleye taşımak için kafasında bin tilki dolaştırıyor. Ne oyun planları tasarlıyor ve kaç pasla karşı kaleye ulaşıyor...
Oysa, Ortega bu işi peynir-ekmek yer gibi yapıyor. Arsada top koşturan bir mahalle çocuğu gibi iki ayağının arasına alıyor topu ve adam eksilterek, çalımlar atarak rakip kaleye kadar gidiyor. Bir tren gibi... Zaten, Arjantin'deki bir adı ‘‘Küçük Eşek’’ ise, diğeri de ‘‘El Treno...’’
Lorant gerçekten şanslı bir hoca. F.Bahçe'nin hücum organizasyonu için hiç kafa yormasın. Espri değil gerçek... Sahanın 30-40 metrelik alanı için hiç bir taktiksel plan yapmasın Lorant. Topu, F.Bahçe yarı alanında Ortega'nın önüne atsın, rakip kalede teslim alsın.
Ortega haftanın yıldızıydı. Haftanın golü de Ortega'nın başlattığı atakla geldi. Altay maçında neler yaptığı herkesçe biliniyor. Bir film kaseti gibi başa sarmayacağım. Ve hemen niyetimi haykıracağım. Bu ufak tefek adamdaki keyfi, başkalarında da yaşamak istiyorum.
Hey... Hasan Şaş'lar, Tümer'ler, Baliç ve Pascal'lar...
Nerelerdesiniz!
***
KÜFÜR için yapılan anonslar, bu sezon rekora koşuyor. İstanbulspor-Diyarbakır maçında 4 anons... Maç sonrası saha içinde ve kenarında itişmeler. Bursa-Trabzon maçında yine anons ve sahaya atlayan kişiler. Altay-F.Bahçe maçı devre arasında patlayan olaylar ve 11 yaralı...
Ve İzmir Atatürk Stadı'nda Aziz Yıldırım'a yönelik ağır küfür ve hakaretler...
Sevgili Ali Aydın'da çıt yok!
Birden aklıma iki hafta önceki Göztepe-Beşiktaş maçı geldi.
Benzeri laflar Beşiktaş Başkanı Serdar Bilgili'ye de söylenmişti.
Ve o maçın hakemi İsmet Arzuman da es geçmişti.
Hayret...
Sahaya atılan bir paket bisküvi için anons yaptıranlar...
Bu anons bolluğunda başkanlara yağan hakaretlere neden kulak tıkıyor...
***
VE BİR OLAY... G.Saraylı Ümit Davala bir kameramanı dövdü.
Hayır, Ümit bir kameramanı dövmedi.
Saç biçimi ile onu taklit eden milyonlarca çocuğu dövdü.
Ümit kameraman dövmedi.
Milli forma ile çevresinde yarattığı sevgiyi dövdü.
Ümit kameraman dövmedi.
Ümit, kendini dövdü!
***
PASCAL NOUMA oynasa da oynamasa da... Sahada veya tribünde olmasa da, yine ortalık inlerdi...
Pascal Nouma... Pascal Nouma...
Beşiktaş-Gaziantep maçında tribünlerden Pascal'a yönelik tek ses çıkmadı.
Neden diye araştırdım.
Kenarda kulübede oturan Pascal'a yapılan sevgi gösterisi, oynayanların moralini bozuyormuş. Tribünlere birilerinden haber gitmiş. Ve gösteriye ara verilmiş.
Yazının Devamını Oku 7 Ekim 2002
<B>BEŞİKTAŞ</B>'ın ayağa ve garanti oynama isteği genelde tempoyu düşürüyor. Bu, asla bir içgüdüsel davranış biçimi değil...Lucescu'nun ısrarlı direktifleri doğrultusunda, Beşiktaş'ta gelişen disiplin kavramının ciddiyetinden kaynaklanıyor.
Öyleyse, Beşiktaş takım olabilme yolunda hızlı ve güzel adımlar atıyor. Şimdi sayfayı çeviriyorum ve hemen Beşiktaş'ın diğer yüzüne bakıyorum...
İlk yarıda savunmanın topu oyuna sokuşu ve yan pasa harcadığı zaman, rakibe düşünme ve rahatlama fırsatı veriyordu. Top, Ali Eren-Ronaldo ve Zago'nun ayaklarında dolaşmaktan adeta yorgun düşüyordu.
Orta sahada Tayfur-Yasin ikilisinin oyundaki devamlılık ve mücadele hırsı dört dörtlüktü. Ancak, topu olumlu kullanma yüzdeleri pek parlak değildi.
Beşiktaş'ın rakip kaledeki etkinliği, Sergen'in yaratıcı gücüne güdümlü. Pancu'nun ve Ahmet Dursun'un önüne attığı iki pas, ilk 45 dakikada Beşiktaş'ın yaşadığı pozisyon sıkıntısının düşündürücü ve kısır bilançosuydu.
Görebildiğim kadar Tümer, Beşiktaş'ın bu noksanlığını giderecek özelliklerle donatılmış bir futbolcu. Pancu ile birlikte bu bölgeye farklı bir kişilik getireceğine inanıyorum.
* * *
Oyunun final bölümünde daha değişik bir Beşiktaş izliyordum. Özellikle top ayaklarda daha çabuk ve seri dolaşıyordu. Henüz beklenen performanstan uzak da görünse, İlhan Mansız'ın oyuna girişi, ataklara agresif ve hızlı bir etkinlik getirmişti...
Üstelik, baskı ve presi daha geniş alanlara yayarak oyundaki egemenliğini sahanın her bölgesine taşıyordu Beşiktaş... Yine de net pozisyon yakalamakta aynı sancıları yaşıyordu.
Beşiktaş bir başka sancıyı da özellikle sağ kanatta çekiyor... Kaan Dobra verilen şansı kullanmakta hala zorlanıyor. Benzeri şeyleri Tamer için de söyleyebilirim.
Beşiktaş dün kazanmak için her yolu denedi. Ancak, maçın skorunu değiştirecek başarıyı gösteremedi. Çünkü, teknik yapısı sırıtıyordu ve Sergen'in dışında yaratıcı adamı yoktu. Ve kanatlar yine etkili değildi.
Yazının Devamını Oku 4 Ekim 2002
<B>DÜŞÜNMEK</B> bile istemiyordum. Beşiktaş tarihine bir kara leke gibi düşecek kötü bir sonucu, düşüncelerimden adeta kovuyordum. Beşiktaş, özellikleri sınırlı, sade ve sınıfsız Sarajevo'yu evinde yenip, turu geçmeliydi...
Ve kolay bir maç yazacağımı biliyordum. Üstelik, oyunun başlangıç bölümünde Beşiktaş'ın yakaladığı gol, sanki yanılmadığımı doğruluyordu.
Lucescu oyun kurgusunda, savunma ve hücum işlevlerini dengede tutmaya özen gösteriyordu. Ancak, Beşiktaş'ın hücum iştahı daha ağır basıyordu. Ataklarda, Sergen-Ahmet Dursun ve Pancu'nun oluşturduğu hücum mangasına, özellikle sol kanatta İbrahim de katılıyordu.
Golden sonra Ahmet Dursun'un yakaladığı iki fırsat, Beşiktaş için erken gelen bir tur garantisi olabilirdi. Ahmet Dursun her ikisini de sorumsuzca harcadı...
Lucescu, rakip atakları yine orta sahanın göbeğine yerleştirdiği Yasin-Tayfur ikilisiyle kontrola alıyordu. Ve Beşiktaş, sahanın geniş alanlarına taşıdığı pres ısrarı ile rakibe düşünme ve oynama fırsatı vermiyordu. Oyunun rengi İbrahim'in golünden sonra iyice belirlendi. Bir ara sağıma soluma baktım... 2-0'dan sonra İstanbul'daki benzeri skoru hatırlayıp, işin henüz bitmediğini savunanlarda bile, olağanüstü bir keyif ve rahatlamayı kolayca gözlemliyordum.
Daniel Pancu, herkesten farklı oynuyordu. Savunma ve hücum hevesini hep dengeleyerek, özveri dolu bir performans sergiliyordu.
Sergen, hiç yorulmadan ve de pek koşmadan gollük ve kalite paslar dağıtıyordu. Ve yarattığı penaltı pozisyonunda yine klasını konuştururken, seyredene zevk ve keyif veriyordu. İbrahim için belki de ilk kez böylesine sıcak kelimeler sıralayacağım. Oyundan hiç düşmedi İbrahim... Ve iki kişilik koşarken, rakipten çaldığı her topu olumlu kullandı.
Ali Eren-Ronaldo ve Zago'nun oluşturduğu savunma üçlüsü sade ve risksiz oynamayı yeğledi. Ali Eren'in kademe anlayışı, savunma bütünlüğünün dağıldığı pozisyonlarda hemen imdada yetişiyordu.
Cordoba için kısa bir not düşeceğim... 64. dakikada köşeden çıkardığı gollük bir şuttaki kurtarışı ile üzerindeki şüpheleri iyice dağıtıyordu...
Beşiktaş dün gece turu rahat geçti. Dilerim diğer turlarda da aynı beceriyi tekrarlar...
Yazının Devamını Oku 1 Ekim 2002
<B>JOHNSON</B>'un Elazığspor'a attığı ikinci golden sonra birden gerilere, yaklaşık 4 yıl öncesine döndüm. Ve bu siyah adamın 4 yıl öncesini hatırlamaya çalıştım...Rıdvan Dilmen'in, O'nu F.Bahçe'ye getirip, oynattığı ilk maçtan sonra aldığı tepkiler dün gibi aklımda...
Nereden buldun bu baltayı!
Günler ve aylar geçti, Mustafa Denizli geldi. . Ve Johnson'un kafasına bir balta da Mustafa hoca sapladı...
Jonhson'u PAF'a gönderdi. Siyah adam 5 hafta oralarda süründü!
Sonra neler mi oldu?
Basın, Johnson'u kalemine doladı. Yazdı, çizdi ve onu gündemden hiç düşürmedi. Ve Johnson'u Denizli'ye kabul ettirdi.
İşte o günden sonra Johnson her geçen hafta büyüdü ve başrol oynamaya başladı...
F.Bahçe'yi kurtaran adam.
Elazığspor maçında Johnson'un ikinci golünden sonra bunlar aklıma geldi. Düşündüm ve Johnson için kendimce bir yorum yaptım... Övünmek gibi olmasın ama söylemekte hiçbir sakınca görmüyorum...
Basınının F.Bahçe'ye armağanı.
Güle güle kullansınlar...
* * *
VE HAKEMLER... Ankaragücü-Beşiktaş maçını yöneten Selçuk Dereli haftanın en başarılı hakemiydi... En çok tepkiyi alan hakemse, F.Bahçe-Elazığ maçını yöneten İsmet Arzuman idi...
En ilginç hakem kimdi?
Yılların yönetmeni Ünsal Çimen...
Çimen, geçen hafta Denizli-Adana maçını yönetti. 54. dakikada Adanasporlu Güngör'e sarı kart gösteren ve hemen ardından kırmız kartla oyundan atan Ünsal Çimen ile Güngör arasında geçen konuşmaları aynen aktarıyorum...
- Hocam, ne yapıyorsunuz?
‘‘Biraz yavaş oyna...
- Tamam da, bu benim ilk sarı kartım.
‘‘Yapma yahu!’’
- Evet hocam.
‘‘Pardon, özür dilerim.’’
Ve Ünsal Çimen, Güngör'ü tekrar oyuna alır ve devam eder...Bu arada, F.Bahçeli Ümit Özat'ın hakemlerle ilgili bir yorumu gözüme çarptı. Aynen yazıyorum...
Hakemler çok değişik mesleklerden geliyor. Oysa, futbola yakın kimselerin bu meslekte daha başarılı olacağına inanıyorum. Ve futbolcu kardeşlerime sesleniyorum. Futbolu bıraktıktan sonra hakem olun. Bu mesleği seçenlerin mutlaka futbola yakın olması, futboldan anlaması gerekiyor.
Doğru veya yanlış. Ama sevgili Ümit'in bu çağrısı düşünmeye değer...
* * *
ANKARAGÜCÜ maçı öncesi Atatürk Havalimanı'nda sayın Serdar Bilgili ile birlikteydik. Ayak üstü sohbette, Beşiktaş'ı konuştuk...
Bilgili, çeşitli konulara değinirken, laf istikrara gelip takıldı.
Ve şöyle dedi Bilgili...
‘‘Bir takımın başarısındaki en önemli kavram istikrardır.’’
Daha sonra Beşiktaş'a son 3 yılda gelip geçen teknik adamları hatırlamaya çalıştık...
Briegel, Scala, Daum ve şimdi de Lucescu.
Sayın Bilgili, konuyu daha fazla uzatmadı. Ama söylemek istediğini kolaylıkla algılayabildim...
Sonuna dek Lucescu'nun arkasındayız.
Yazının Devamını Oku 29 Eylül 2002
<B>BU </B>maçın Beşiktaş için taşıdığı değerler, oyunun her dakikasında kolaylıkla hissediliyordu. Beşiktaş, dağıttığı puanlarla kredisini tüketmişti. Ve Ankara deplasmanında galibiyetin ötesinde her sonuç, Beşiktaş'ı bulanık bir ortama sürükleyebilirdi.
Ve maçın önemi Lucescu'yu da etkilemişti. Oyun kurgusunda Beşiktaş'ı riskten ve rakibin üstün fizik gücünden uzak tutmayı yeğleyen bir planın çizgileri görülüyordu.
Lucescu, özellikle topun Beşiktaş'ta kalmasını istiyordu. Ve bolca geri ve yan pasın nedeni de böyle bir düşünceden kaynaklanıyordu.
Lucescu'nun dün geceki sürprizi, Pancu'yu, Sergen-Ahmet Dursun ikilisinin arkasında orta sahaya yakın oynatmasıydı. Pancu, belki Amaral kadar hareketli ve savaşçı değildi... Ancak, ayakları iyi pas yapıyordu.Lucescu'nun, savunmanın hemen önüne yerleştirdiği Tayfur-Yasin ikilisi orta saha savaşına ve de defansa yönelik olumlu işlevlerle Beşiktaş'a sıkıntılı dakikalarında rahat nefes aldırıyordu.
Bu düzen çoğu kimselere sevimsiz gelse de oyunun genelinde tıkır tıkır işledi. Üstelik, Pancu ile Ahmet Dursun'un ardı ardına iki şutunun direkten dönmesi, Beşiktaş'ın daha yürekli oynama şansını engelliyordu.
* * *
Beşiktaş, tipik bir lig maçı oynuyordu. Ve büyüklük kimliğini bir kenara bırakarak, bu deplasmandan çıkartacağı 3 puanı her değerin üzerinde tutuyordu.
59. dakikada Ahmet Dursun'un pozisyonu, maçın sonucunu erken belirlemek için yakalanmış bulunmaz bir fırsattı. Ancak, Ahmet Dursun, iki adımdan topu nasıl dışarı gönderdi hala çözemiyorum.
Lucescu'nun, oyunun final bölümünde Sergen'i kenara alıp, Amaral ile orta sahadaki savaşçı sayısını çoğaltması doğru ve gerçekçi bir davranıştı. Böyle bir değişiklik, Pancu'nun hücuma yönelik iştahını da kabartıyor ve Beşiktaş'ın rakip ceza sahası çevresindeki oyununa hareket ve canlılık getiriyordu. Ama bu dakikalarda, yine Lucescu'nun, Pancu'yu oyundan çıkartıp, Pascal'ı forvete koymasının nedenini anlayamadım. Bu, hem Lucescu, hem de Beşiktaş için büyük riskti. Ve Luca bu kumarı oynadı, kazandı.
Dün gece Beşiktaş'ta iki kişiden gözlerimi ayıramadım. Biri savunmada Ali Eren, diğeri forvette Ahmet Dursun. Hemen ekleyeyim, Tayfur'un özverili çabasına da hayran kaldım.
Yazının Devamını Oku