BİR arabanın içinde 3 kişiydik... Yönetici Fikret Ercan, Esat Yılmaer ve ben... İstanbul'un çıldırtan trafiğinden sıyrılıp, Ceylan Otel'e ulaşmak için dakikaları su gibi harcıyorduk.
Bir gaz ve hemen ardından keskin bir fren... Gittiğimiz yol sadece bir arpa boyu... Ve bu sıkıntılı dakikalardaki can simidimiz Beşiktaş'tı... Sürekli laflıyorduk. Dilimize Mondragon'u dolamıştık. Arka koltuktan ön tarafa laf yetiştiriyordum... Bir ara Fikret Ercan'a doğru uzandım ve bir bilgi aktarımı yaptım...
- G.Saray şu anda Mondragon'la pazarlıkta!
Fikret Ercan, bir kaç saniyelik duraklamadan sonra bir soruyla hemen konuya girdi...
‘‘Ne pazarlığı?’’
- Transfer pazarlığı
Ve ara vermeden ekledim...
- Servisten ayrılmadan önce İlhan Söyler'le konuştum... İşi takip ediyor. Mondragon 4 saattir içerde, Terim ve Başkan Canaydın ile pazarlıkta... Belki şu sıralarda iş bitmiştir...
Ve ön kolktuktan gelen yanıt, hemen gazetecilik duygularımı alarma geçiriyordu...
‘‘Bu iş bitecek olsa, 4 saat sürmez...’’
Fikret Ercan, bu sözlerinin ardından kısık bir kahkaha atarak, sanki şüphelerimi ateşliyordu...
Ve artık soru-yanıt düellosu başlamıştı...
- Beşiktaş da bu işin peşinde mi?
‘‘Yanıt yok.’’
- Lucescu,Mondragon için neler düşünüyor?
‘‘ Hem kaleciliğini hem de adamlığını beğeniyor’’
-Peki, ne olur bu işin sonu?
Ön taraftan hiç beklemediğim bir yanıt geliyordu...
‘‘Lucescu isterse bitirir Mondragon'un işini’’
* * *
İşte, istediğim yanıtı almıştım... Arkaya doğru kaykıldım ve düşünmeye başladım... Kalemi elime alıyorum, neler yazıyorum neler... Mondragon'u Beşiktaş kalesine geçiriyorum, transfer öyküsünü yazıyorum.
Ve birden Fikret Ercan'ın gürlemesi ile dünyama döndüm...
‘‘Bunların hiç birini yazamazsın’’
- Yazmamak mı? Bu talimata kulak bile asmadım. Yazacaktım. Hem de ballandıra ballandıra... Ancak, çabuk toparlandım. Karşımdaki Beşiktaşlı bir yöneticinin ötesinde gazetemin yayın koordinatörü idi...
Ve yazamayacağımı bildiği için lafın gerisini de getiriyordu...
‘‘Lucescu ile konuşuldu. Mondragon'u bana bırakın dedi. İstiyorsanız bu işi yaparım... Aceleye gerek yok...’’
Saat 19.20... Ceylan Otel'de Beşiktaş yönetiminin yemeğindeyiz. Yanımda bu kez Yıldırım Demirören, sağımda Vedat Okyar, solumda Mehmet Arslan ve bir koltuk ötede servis müdürümüz Esat Yılmaer. Demirören her dakika başı çalan telefonuna laf yetiştiriyor.
Her konuşmasından sonra Demirören'in gözlerine dikkatle bakıyorum. Bir şeyler kapabilir miyim?
Ve dayanamayıp, ortamı ısıtmak istiyorum...
- G.Saray hala Mondragon'la masadaymış!
Demirören şöyle bir suratıma bakıyor ve hemen kafasını çeviriyor.
Ben, sataşmaya devam ediyorum...
- 6 saati geçti. Herhalde bitmiştir iş.
Hayret... Fikret Ercan'ın arabada attığı kahkahanın bir benzeri de Yıldırım Demirören'den geliyordu...
‘‘Kıh...Kıh...Kıh...’’
Neden güldüğünü ısrarla soruyorum. Ama bir yanıt alamıyordum. Ve gece toplantı dönüşü dayanamayıp Antalya kampında Milli takımı izleyen İsmail Er'e telefon açıp, Mondragon olayını soruyorum...
Verdiği yanıt gece yarısı tüylerimi ürpertiyor...
‘‘Takip ediyorum. Beşiktaş, Lucescu aracılığı ile Mondragon'un transferini bitirmek için kolları sıvadı. Mondragon adım adım Beşiktaş'a geliyor.’’
***
Cuma sabahı gazetelerin spor sayfalarını açanlar, şu başlağı görünce irkiliyor ve heyecanla yazıyı okumaya başlıyorlardı...
‘‘Mondragon Beşiktaş'ta!’’
Gerisini zaten biliyorsunuz...
Şimdi düşünüyorum... Fikret Ercan ile Yıldırım Demirören'in attığı kahkahaların ardında bir başka gerçek daha mı vardı? Bu kahkahalar sadece Mondragon'un transferinden mi kaynaklanıyordu. Hayır, bu keyifli kahkahaların ardında başka şeyler de gizliydi...
Bunun perde arkasını da İsmail Er araladı...
‘‘ Beşiktaş, İstanbulsporlu Murat Erdoğan'ın G.Saray'a transfer şekline fena bozuldu. Mondragon bir bakıma misillemeydi. Tamam mı?’’