24 Eylül 2002
<B>LUCESCU, </B>eleştirilere kızıyor. Üstelik, Beşiktaş'ın, G.Saray ile kıyaslanmasına da bozuluyor. Ve diyor ki... G.Saray buralara tam 7 yılda geldi.
Ve sözlerini bir sitemle sürdürüyor...
Bizden iki-üç haftada aynı şeyleri yapmamızı beklemeyin.
Oysa, Beşiktaş'ın sezon başı parolası tribünleri ayaklandıracak kadar iddialı değil miydi?
100. yılda şampiyon Beşiktaş.
Yalan mıydı... Beşiktaş tarihinin en güçlü kadrosunu kurduklarını söyleyenler, adam mı kandırıyorlardı?
Bakın, Lucescu bu tarihi kadroyu hala nasıl yorumluyor?
Kampa katılmayan futbolcularımda fiziki yorgunluk başladı.
Ahmet Dursun hazır değil.
Nouma kendini bulmaya çalışıyor.
Sergen tam kapasite ile oynamıyor.
Takımdaki bazı isimlerden gerekli randımanı alamıyorum.
Cordoba'yı Sarajevo maçında ıslıklandığı için oynatmadım.
İşte sevgili Lucescu'nun, 100. yıla şampiyonluk parolası ile başlayan ‘‘Tarihi Kadro’’ya getirdiği yorum.
Yine de her düşünceye sonsuza dek saygılıyım. Ancak, Lucescu'nun basınla ilgili sözlerini okurken, Beşiktaş adına kaygılarımı gizleyemedim...
Herkesin olumsuz kritikleri futbolcularımın beyinlerinde yorgunluk yaratıyor.
Vay... Vay... Sezon başında beyin yorgunu bir Beşiktaş!
Yazık... 100. yıla nice beklentilerle giren milyonlarca taraftara sunduğunuz Beşiktaş bu mu?
* * *
VE SÜPER LİG devam ediyor. İşte, kısa spotlarla bu ligden ilginç gol manzaraları...
Bursasporlu Okan, yine gol krallığına oynuyor. Diyarbakırspor'a da iki gol atan Okan, Türkiye liglerinde 61 gole ulaşarak, Bursaspor tarihinin en golcü futbolcusu unvanını da aldı. Bu koltukta daha önce, Ersel Altıparmak oturuyordu...
Süper Lig’de her hafta şahane goller atılıyor. Bu hafta Altaylı Ahmet'in kafa golü, Denizlisporlu İlyas'ın vole golü, Bursassporlu Franja'nın nefis plasesi... Hepsi birbirinden güzeldi. Ancak, Elazığsporlu Hüseyin'in Malatya'ya attığı röveşata golü diğerlerini bastırdı ve haftanın golü köşesine girdi.
Bu gol için Hüseyin şöyle bir yorum yaptı...
‘‘Attığım hiçbir gole bu kadar sevinmedim. Çünkü, şimdiye dek böylesine bir güzel gol atmadım. Bir daha atacağımı da düşünemiyorum..’’
* * *
BİR teknik adamın başına gelenler... Islıklanıyor, tepki alıyor ve istenmiyor.
- Kim bu teknik adam?
‘‘Hikmet Karaman.’’
- Neden istenmiyor?
‘‘Kocaelispor'un 6 maçta tek puanı yok. Bunun için istenmiyor.’’
- Aynı adam, geçen sezon Türkiye Kupası'nda Kocaelispor'u şampiyon yapmadı mı?
‘‘Evet... Evet’’
- Öyleyse, nedir bu vefasızlık?
‘‘Eh... Futbolda dün yoktur, bugün vardır.’’
İşte teknik adam olmanın zorlukları... Bir gün omuzlarda bir başka gün yerlerde. Mesleğin raconu bu...
Yazının Devamını Oku 23 Eylül 2002
<B>OYUNUN </B>bitiminden sonra notlarımı önüme serdim... Ve rakamların eşliğinde Beşiktaş'ın performansını yazıya dökmeye başladım. İlk yarıda tribünleri heyecanlandıran sadece üç olumlu atak ve hareketin ötesinde, Beşiktaş'ın bir etkinliğini göremedim.
Dobra'nın, kişisel çabasıyla Pancu'nun önce kafasına sonra da ayağına attığı iki pas, Beşiktaş'ın koca 45 dakikada yaşadığı pozisyon fakirliğinin ürpertici göstergesiydi.
Ve yine notlarıma göre, iki adam Beşiktaş'ta ön plana çıkıyordu. Biri savunmada hatasız, sade ama olumlu oynayan Ronaldo... Diğeri, olağanüstü kazanma duygularıyla donatılmış, her bölgeye ayak basan, araştıran ve gol için yaşayan Ahmet Dursun...
Belki, Kaan Dobra için de iyi şeyler yazabilirdim. Ancak, Dobra'dan farklı etkinlikler beklemem, notunu düşürüyordu. Ve ikinci yarıda o da kaybolup gitti.
Beşiktaş'ın genel performansına gelince... Rakibi kimliği ile sindirecek, egemenliğini sahanın etkili bölgelerine taşıyacak tempoyu yakalamakta sancılar çekiyordu.
* * *
Sahada 11 adam oynarken, seyircinin ısrarla Pascal'ı istemesinin bir anlamı olmalıydı. Taraftar, Pascal'ın kişiliğinde canlı ve renkli bir Beşiktaş'ın düşlerini kuruyordu. Ve Pascal da girdi oyuna... Yine de Beşiktaş'ta önemli bir noksanlığın net çizgilerini kolaylıkla gözlemliyordum.
Beşiktaş'ın sahaya yansıtacak klasik bir oyun şablonu yoktu. Oyun planı fark edilmeyecek kadar silikti. Ve Beşiktaş, sadece günü kurtaracak bir kahraman arıyordu. Bu belki Ahmet Dursun, Pascal Nouma ya da bir başkası olabilirdi. Beşiktaş, oyunun son dakikasına dek bu kahramanı bekledi ama bulamadı.
Oysa Beşiktaş, kişilere değil 100. yılında milyon dolarlar harcanarak kurulan bir kadronun gücüne inanmalıydı.
Haftalar geçiyor ve tribünler hala özlenen Beşiktaş'ı bekliyor. Dün gece böyle bir Beşiktaş'ın izine bile rastlamadım. Ve taraftarın Beşiktaş'a sıcak ve yürekten yaklaşımını gördükçe, bu sevginin karşılıksız kalmasına öfkelendim, herkes gibi üzüldüm. Bu oyun, Beşiktaş'ın 100. yılına hiç yakışmadı.
Yazının Devamını Oku 20 Eylül 2002
<B>SADECE</B> gol yememek gibi bir amacın dışında hiçbir düşünce zenginliği taşımayan bir takım... Böylesine sade ve sınıfsız topluluk Beşiktaş'a rakip olamazdı. Gollerin gecikmesi, Beşiktaş'ın dakika başı kaçırdığı fırsatlardan kaynaklanıyordu. Ve kaçan her fırsatın arkasında inanılmaz bir beceriksizliğin çizgileri sırıtıyordu.
Şimdi oyunun genelindeki Beşiktaş'a geçiyorum. Lucescu'nun sahaya sürdüğü 11'de taşlar yerli yerindeydi. Uzun bir arayış döneminden sonra Lucescu'nun sağ kanada yerleştirdiği Kaan Dobra, Beşiktaş'ın cansız bölgesine aranan kandı. Ve Dobra, çabukluğu ve süratiyle şimdiye dek denenenlere fark atıyordu.
Lucescu, savunmanın hemen önünde Amaral-Yasin ikilisiyle bir dalgakıran oluşturmuştu. Her rakip atak ilk yarıda bu ikiliye çarpıp, geri dönüyordu. Ve bu iki savaşcı, ilk 45 dakikada savunmanın işini de kolaylaştırıyordu. Sol kanattaki İbrahim yine en çok koşanların başındaydı. Ancak, ceza sahasına kadar taşıdığı topları rakibe bırakıp geri dönmesi, hem notunu hem de Beşiktaş'ın verimini düşürüyordu.
***
Ahmet Dursun'un bir dakikası boş geçmiyordu. Hep arayış içinde ve durmadan koşuyordu. Ancak, zaman zaman egoizmi de beraberinde koşturuyordu. Topu adeta ayağına yapıştırıyor ve çevresiyle ilgisini kesiyordu. Yine de golcü kişiliğine laf atamam...
Cordoba'nın saçmalıkları artık can sıkıyor. Maçı bir idman havasında oynuyor bu adam... Ve beklenmedik anlarda inanılmaz hatalar yapıyor.
Sarajevo, her şeyi ile teslim olmaya hazır bir ekipti. Ve Beşiktaş, ikinci yarıda düşen temposu, fizik yetersizliği ve de rakibi umursamayan tavrı ile Sarajevo'yu yüreklendiriyordu. Oyunun final bölümündeki Beşiktaş'ı hayretle izliyordum. İnanılmaz pas hatalarını, savunmadaki paniği ve Beşiktaş'taki fizik düşüşü hemen fark edebiliyordum. Her şey bir yana... Yakaladığı net skora leke düşürmesi, dün geceki en büyük ayıbıydı Beşiktaş'ın...
Yine de rövanşta Sarajevo'yu yeneceğine inanıyorum. Ve Bosna'dan utanılacak bir sonuçla döneceğini aklımdan bile geçirmek istemiyorum.
Yazının Devamını Oku 17 Eylül 2002
<B>MİRCEA Lucescu</B>'nun Göztepe beraberliği için söylediklerine yürekten katılıyorum. Ne diyordu Rumen hoca... Hazmedemiyorum...
Tayfun ve Şenol gibi iki hasta adamını serum tedavisinden kaldırıp sahaya süren, öte yandan teknik adam krizi yaşayan ve ligde kalmak gibi bir amacın ötesinde hiçbir düşünce zenginliği taşımayan Göztepe'ye takılmak hazmedilir gibi değil.
Üstelik, 100. yıl kutlamalarına hazırlanan...
Şampiyonluk düşleri ile İlhan Mansız, Ahmet Dursun, Daniel Pancu ile Pascal Nouma gibi 4 müthiş santrforu bünyesinde barındıran ...
Orta sahasında Sergen ile Tümer gibi iki kalite adamla oynama lüksü yaşayan...
Tam 6 yabancı futbolcusuna karşın, Göztepe beraberliğini hala İlhan Mansız'ın sakatlığına bağlayan...
Bu Beşiktaş'ın kırdığı pot ve kaptırdığı puanlar hazmedilir gibi değil...
Tek çıkar yol, Sarajevo ve Trabzon maçlarında alınacak galibiyetler.
Yoksa, bu Beşiktaş birilerinin midesine oturur.
Ve hazmedemezsiniz!
* * *
BİR BAŞKAN... Adı Aziz Yıldırım. F.Bahçe'ye başkan oldu, yaptığı tesislerle övgülere boğuldu.
Cebini F.Bahçe'nin hizmetine açtı, camianın gönlüne girdi.
Bir ara görevi bırakmaya kalktı, adına mitingler düzenlendi.
200 milyon dolarlık kadro kurdu, Avrupa şampiyonluğu vaad etti.
Ve şimdi böyle bir başkanı tartışıyorlar.
Neden mi?
F.Bahçe'nin 6 yılda kazandığı tek şampiyonluğa kızıyorlar.
Ve hazmedemiyorlar!
* * *
İKİ HAFTA önce Malatya-G.Saray maçından sonra Ziya Doğan'ın söyledikleri hala kulaklarımı çınlatıyor...
Anadolu takımları da artık büyük düşünmek zorunda.
Ve Doğan ‘‘büyük’’ düşünmeye devam ediyor.
G.Saray maçındaki kişilikli oyunu ile kendini herkese beğendiren ve sevdiren Malatyaspor, F.Bahçe karşısındaki performansı ve yürekli futbolu ile bir flaş çıkış daha yaptı.
Galibiyetle ilgili Ziya Doğan'ın demecini dikkatle dinledim. Diyordu ki...
Bu sonucu fazla büyütmeyelim. Önemli olan F.Bahçe'yi yenmek değil, istikrarı yakalamak. Başarıyı sürekli kılmak. Ben buna başarı derim.
Doğan, büyük düşünerek, büyük sonuçlar alıyor.
Ve hiç şımarmadan ve dağılmadan gelecek günlere de ışık tutuyor.
Bu da ‘‘büyük düşünmenin’’ ve başarıya ‘‘hazımlı’’ yaklaşımın en somut örneği.
Devam sevgili Ziya Doğan...
Yazının Devamını Oku 16 Eylül 2002
<B>BEŞİKTAŞ'</B>ın Atatürk Stadı'nda yaşadığı 90 dakika çelişkili görüntülerle doluydu. Başkalarını bilemem, genel manzara hiç de hoşuma gitmedi. Beşiktaş'ın ilk yarıda yakaladığı gol fırsatı ile rakibe verdiği pozisyon rahatlığı Beşiktaş'ı yorumlayanları çelişkilere sürüklüyordu.
Göbekte Ronaldo ile Zago'nun oluşturduğu ikili, hala birbirini anlamakta sancılar çeken bir çifti andırıyordu. Göztepe özellikle ilk yarıda bu bölgede adeta cirit attı...
Beşiktaş'ın savunmada teklediği dakikalarda, rakip kalede yakaladığı pozisyon sayısı skora bir anda rahatlık getirecek kadar boldu. Özellikle Pancu'nun harcadığı iki fırsat, diğer kaçanları unutturacak kadar önemliydi.
Lucescu, sahaya sürdüğü 11'de Sergen'e yer verirken, Tümer'i yanında bekletiyordu. Yani bu ikiliyi ilk 11'de oynatmayı sakıncalı buluyordu.
Oysa, Beşiktaş orta sahada fizik ve teknik yönden istenilen performansı yakalamakta sıkıntılar çekiyordu. Tamer ve Ahmet Yıldırım bu bölgeye gerekli dinamizmi getiremiyordu. İbrahim amaçsız koşuyor, Tayfur etkisiz orta sahada sadece fizik bir savaşım veriyordu.
Sergen için de çelişkili satırlar sıralayacağım. İyi oynadığını söyleyemem. Kötü de yazamam... İlk golde bir vücut hareketiyle Ahmet Dursun'a sunduğu pozisyon rahatlığı... Ve ikinci golde topla buluşması, zamanlamadaki ustalığı direkt skora etkileyen hareketlerdi. Bir bakıma, Sergen dün gece seyrek de olsa güzelliklerin adamıydı.
* * *
Lucescu'nun ikinci yarının hemen başlarında oyuna aldığı Amaral, çökmeye aday Beşiktaş orta sahası için aranan kandı. Lucescu bu bölgedeki sancıyı hissetti ve Amaral'ı sahaya sürdü. Ancak savunmada yaşanan hatalar hiç eksilmeden çoğalıyordu. İkinci Göztepe golünde Beşiktaş savunma adamlarının şaşkınlığı, bir amatör takımda görülmeyecek biçimde basit ve gelecek haftalar için Beşiktaş adına gerçekten ürkütücü idi.
Zaman geçiyor ve taraftar özlenen Beşiktaş'ı dört gözle bekliyor. Ama bekleme sürecinde yitirilen puanlar bir yana, Beşiktaş'ta bir eksikliği net çizgilerle görebiliyorum.
Beşiktaş oyuna tempo veremiyor, çabukluk getiremiyor ve rakibe kimliğini hissettirecek fizik ve teknik gücü yakalayamıyor. İşte bu çok kötü...
Yazının Devamını Oku 8 Eylül 2002
<B>İKİ </B>değişik pencereden bakıyorum Milli Takımıma... Perdesini araladığım ilk pencereden seyrettiğim Milli Takım'da basit gibi görünse de sağlıklı bir oyun kurgusunun, akılla donatılmış belirtilerini kolaylıkla fark edebiliyorum.
Sahanın bütününde rakibe nefes aldırmayan ve oynama rahatlığı vermeyen bir oyun planı... Müthiş bir pres ve hiç kaytarmadan, gönülden yardımlaşarak oynayan bir sistemin savaşçı askerleri...
Hemen bakışlarımı en hareketli ve etkili bölgeye kaydırıyorum. Orta sahadan çıkan uzun ve çabuk paslarla forvette pusuya yatan iki seri adam Serhat ve Arif'e yaratılan sürpriz pozisyonlar...
Bu sistem her iki yarıda da noksansız tıkır tıkır işledi. Emre Belözoğlu'nun oyun etkinliğine bayıldım... Hiç durmadan ve koşarak sürdürdüğü fizik savaşa teknik becerisini de katarak verimli bir 90 dakika tamamladı.
Tugay'ın sade oyunu benimsemesini başkaları yadırgasa da, ben beğendim. Düşündüğünü, hiç abartmadan uygulayarak sorumlu ve de yararlı bir portre çizdi.
Yıldıray Baştürk'ün patlayacağı dakikaları sabırla bekledim. Topsuz bölgelere atacağı sürpriz deparlarla, yaratacağı boş alanların hesabını yaparak tatlı düşler kurdum. Beklentilerimin çoğunu bulamasam da, Baştürk'ün oyun disiplinine saygı duydum.
Arif-Serhat ikilisi inanılmaz bir uyum ve özveriyle oynadılar. Ceza alanı çevresinde rakibi şaşırtan ve aldatan koşularla, müthiş bir pozisyon bolluğu yaşadılar.
Ve bu pencereyi kapatırken, futbolcular kadar Milli Takımı Slovakya karşısında basit ama etkili bir oyun kurgusu ile sonuca götüren Şenol hocayı da alkışlıyorum.
***
Şimdi diğer pencereyi aralıyorum... Ve gördüklerimden inanılmaz bir keyif alıyorum. Maç öncesi bir yığın endişelerle doluydum. Onlar, dünya üçüncüsü bir ailenin fertleriydi... Ve her biri havalıydı... Üzerlerinde sıcak ve yoğun bir sevgi demeti vardı. Şımarsalar ve kaybetseler de, Seul'de yaşattıkları mutluluğun bir ömür boyu süreceğini biliyorlardı.
Oysa, oyunda geçen her dakika endişelerimi de alıp götürüyordu. Her biri olağanüstü kazanma hırsıyla doluydu ve sadece kazanmak gibi asil bir duygunun etrafında birleşmişlerdi. Harika oynuyorlardı ve ‘‘Takım’’ ciddiyetini, hiç kaybetmeden taşıdıkları sorumluluğu ortaklaşa paylaşıyorlardı.
Dün gece izlediğim Milli Takım için rahatlıkla şunları söyleyebilirim... Bu Milli Takım grubunda en az İngiltere kadar iddialıdır. Ve grup liderliğinin en güçlü adayıdır.
Yazının Devamını Oku 3 Eylül 2002
<B>YAŞAYACAĞIM </B>nefis ve uzun bir ligin kokularını şimdiden alıyorum... Malatyaspor Teknik Direktörü <B>Ziya Doğan</B>'ın G.Saray maçı sonrası söyledikleri hala kulaklarımda çınlıyor... Anadolu da artık büyük düşünmek zorunda!
Bu düşünce devriminin lige getireceği fırtınanın esintilerini hemen hissedebiliyorum.
Ve Ziya Doğan devam ediyor konuşmasına...
Adımız ‘‘KÜÇÜK’’ de olsa, sahadaki davranışımız ''BÜYÜKLER''den farklı olmayacak. Büyük düşüneceğiz ve her koşulda kazanmak için oynayacağız.
Doğan söylediği gibi oynattı Malatyaspor'u. G.Saray'ın şanını-şöhretini bir kenara itti... Ve de ‘‘küçük takım’’ yakıştırmalarına kulaklarını tıkayarak, sadece kazanmak için oynadı.
Ve bu düşünce devrimi, Malatyaspor'u herkese sevdirdi...
Evet, Malatya'dan hemen Kadıköy'e geçiyorum ve Şükrü Saraçoğlu tribünlerinde dalgalanan kocaman pankarttaki sloganı bir nefeste okuyorum...
Avrupa yoksa biz de yokuz!
İşte büyük düşünmenin bir başka şekli. Ya da değişik bir tarifi...
Saraçoğlu'nda oynadığı Ankaragücü ve Feyenoord maçlarında 95 bin seyirciyi tribünlere koşturan F.Bahçe, Denizli maçında sadece 25 bin seyirci ile yetiniyordu.
Yani, Avrupa'dan silinen F.Bahçe'deki ‘‘BÜYÜK hedef’’ hemen küçülüyor... Ve ufalan hedef, tribün bereketini de alıp götürüyordu.
Avrupa yoksa biz de yokuz!
Düşüncedeki devrim dört nala koşuyor. Ve kulübedeki teknik adamdan tribündeki taraftara ve de sahadaki futbolcuya kadar herkesi sarıp sarmalıyor.
Biliyorum... Bu devrim, ligimizi ‘‘KÜÇÜK’’ düşünenlerden arındıracak. Ve ‘‘BÜYÜK’’ düşünmeyenler, ufalarak bir başka ligde unutulup kaybolacaklar...
***
ŞİMDİ Başkent'ten yükselen bir başka sese kulak veriyorum. G.Birliği Başkanı İlhan Cavcav da Ziya Doğan ile aynı düşünceleri paylaşıyor.
Diyor ki sayın başkan...
Zirvedeyiz, hep orada kalmak istiyoruz.
Sonra ‘‘BÜYÜK’’ düşünerek konuşmasını sürdürüyor...
Şu anda kasamızda 24 milyon dolar nakit para var. Tesislerimizle Avrupa kriterlerine harfiyen uyan tek kulübüz. En azından Avrupa Şampiyonlar Ligi'ni hedefliyoruz.
Teknik direktör Ersun Yanal da başkandan farklı konuşmuyor. Her fırsatta 3 büyüklerin arasına girmek istediğini dile getiriyor...
Anlıyorum... Anadolu, ‘‘3 BÜYÜKLER’’ saltanatını yıkmak için sanki sözbirliği etmiş, gümbür gümbür geliyor.
Nasıl mı geliyor?
Tekme-tokat değil. Yıkıp dökerek hiç değil.
‘‘BÜYÜK’’ düşünerek geliyor. Düşünce devrimi ile geliyor...
***
VE bir ‘‘BÜYÜK’’ sevgi... Bunun adı da Pascal sevgisi. Beşiktaş tribünleri onu gördüğü an krize yakalanıyor. Herkes çığlık çığlığa bir sevgide birleşiyor...
Pascal Nouma... Pascal Nouma...
Diyarbakır maçı öncesi, O'nu oturduğu yerden aşağı indirip, tüm tribünleri tek tek dolaştıran taraftarların açtığı pankart, ilginç bir düşüncenin nefis ürünüydü...
Hepimiz zenciyiz!
Bu iki kelimelik cümlede iki şey saklıydı...
Biri Pascal sevgisi. Diğeri de Pascal Nouma'ya ‘‘zenci’’ diyen sevgili Ali Aydın'a dinmeyen öfke...
Yazının Devamını Oku 31 Ağustos 2002
<B>OYUNUN </B>ilk 45 dakikalık bölümünü bitirdikten sonra hemen kaleme sarıldım. Tribünlerin coşkusuna ve de hoşgörüsüne kulaklarımı, tabeladaki skora da gözlerimi kapayıp Beşiktaş'taki gerçekleri sıralamaya başladım... İlk 45 dakikayı hatalı ve düşük bir pas yüzdesiyle oynayan Beşiktaş'ın sıkıntıları tek tek ve hemen sırıtıyordu. Bir garip gece yaşıyordu Beşiktaş... İlk yarıda tek olumlu ve isabetli pas, ancak 23. dakikada bir degaj atışında kaleci Cordoba'nın ayağından çıkıyordu. Bu koca ayıbı hiç unutmadan notlarıma düştüm...
Oysa, Lucescu'nun sahaya sürdüğü 11'de taşlar yerli yerindeydi. Ve bu kadro, gerekli pas trafiğini düzenleyecek, Beşiktaş'ı tempoya koşturacak özellikli oyunculardan oluşuyordu.
Sergen'siz 11'de ısrarla Tümer'in devreye gireceği anı bekledim. Ama oyuna hiçbir katkısını göremedim Tümer'in... Serdar Topraktepe, Beşiktaş'ın kanatlardaki sancısına bir çare olabilirdi... Serdar'da da umduğum pırıltıları yakalayamadım. Beşiktaş, sağ kanatta da aynı sıkıntıları, benzeri sorunları Tamer'le yaşıyordu. Ve bu kanat sorunu her hafta Beşiktaş'ın üzerine bir kabus gibi çöküyor, temposunu ve ritmini bozuyordu.
***
BEŞİKTAŞ, Sergen'le bir başka oynuyor. Herhalde, Lucescu da böyle düşünüyor. Sakatlığı nedeniyle kulübede oturttuğu Sergen'i 58. dakikada dayanamayıp oyuna alırken, Beşiktaş 2 dakika sonra ikinci gole kavuşuyordu.
Bir frikik atışında Tayfur'un kafasına gönderdiği pastaki ustalık, sadece bu ‘‘marka’’ adamda görülebilecek bir güzellikler buketiydi...
Amaral'ın ikinci yarıdaki oyununa bayıldım. Sergen'in gelişiyle Amaral'daki farklılığı rahatlıkla görebiliyordum. Özellikle Sergen'e yakın oynadığı pozisyonlarda, Beşiktaş'ın pas yüzdesi olumlu gelişmeler gösteriyordu.
Lucescu deneyimli bir hoca. Oyunu akıl süzgecinden geçirene dek taşları yerinden oynatmıyor. Sabırla bekliyor. Ve gerektiği anda gerekli değişikliği cesaretle yapıyor.
Tayfur'u oyuna alışı, aksayan Tolga'yı kenara çekişi ve orta sahayı Yasin'le coşturması, Lucescu'nun notunu yükselten refleksler dizisiydi...
***
ÖZLENEN Beşiktaş'ın sahne alması için İlhan Mansız ve Pascal Nouma'nın dönüşlerini bekliyorum. Ve beklerken de Beşiktaş’taki ‘kanat’ sorununu ısrarla gündemde tutmak istiyorum.
Her hafta kanatlarda değişik isimler deneyen Lucescu'nun, bu hassas bölgeye hala aradığı isimleri bulamadığını yüzündeki hoşnutsuzluktan kolaylıkla anlıyorum.
Yazının Devamını Oku