OYUNUN bitiminden sonra notlarımı önüme serdim... Ve rakamların eşliğinde Beşiktaş'ın performansını yazıya dökmeye başladım.
İlk yarıda tribünleri heyecanlandıran sadece üç olumlu atak ve hareketin ötesinde, Beşiktaş'ın bir etkinliğini göremedim.
Dobra'nın, kişisel çabasıyla Pancu'nun önce kafasına sonra da ayağına attığı iki pas, Beşiktaş'ın koca 45 dakikada yaşadığı pozisyon fakirliğinin ürpertici göstergesiydi.
Ve yine notlarıma göre, iki adam Beşiktaş'ta ön plana çıkıyordu. Biri savunmada hatasız, sade ama olumlu oynayan Ronaldo... Diğeri, olağanüstü kazanma duygularıyla donatılmış, her bölgeye ayak basan, araştıran ve gol için yaşayan Ahmet Dursun...
Belki, Kaan Dobra için de iyi şeyler yazabilirdim. Ancak, Dobra'dan farklı etkinlikler beklemem, notunu düşürüyordu. Ve ikinci yarıda o da kaybolup gitti.
Beşiktaş'ın genel performansına gelince... Rakibi kimliği ile sindirecek, egemenliğini sahanın etkili bölgelerine taşıyacak tempoyu yakalamakta sancılar çekiyordu.
* * *
Sahada 11 adam oynarken, seyircinin ısrarla Pascal'ı istemesinin bir anlamı olmalıydı. Taraftar, Pascal'ın kişiliğinde canlı ve renkli bir Beşiktaş'ın düşlerini kuruyordu. Ve Pascal da girdi oyuna... Yine de Beşiktaş'ta önemli bir noksanlığın net çizgilerini kolaylıkla gözlemliyordum.
Beşiktaş'ın sahaya yansıtacak klasik bir oyun şablonu yoktu. Oyun planı fark edilmeyecek kadar silikti. Ve Beşiktaş, sadece günü kurtaracak bir kahraman arıyordu. Bu belki Ahmet Dursun,Pascal Nouma ya da bir başkası olabilirdi. Beşiktaş, oyunun son dakikasına dek bu kahramanı bekledi ama bulamadı.
Oysa Beşiktaş, kişilere değil 100. yılında milyon dolarlar harcanarak kurulan bir kadronun gücüne inanmalıydı.
Haftalar geçiyor ve tribünler hala özlenen Beşiktaş'ı bekliyor. Dün gece böyle bir Beşiktaş'ın izine bile rastlamadım. Ve taraftarın Beşiktaş'a sıcak ve yürekten yaklaşımını gördükçe, bu sevginin karşılıksız kalmasına öfkelendim, herkes gibi üzüldüm. Bu oyun, Beşiktaş'ın 100. yılına hiç yakışmadı.