SADECE gol yememek gibi bir amacın dışında hiçbir düşünce zenginliği taşımayan bir takım...
Böylesine sade ve sınıfsız topluluk Beşiktaş'a rakip olamazdı. Gollerin gecikmesi, Beşiktaş'ın dakika başı kaçırdığı fırsatlardan kaynaklanıyordu. Ve kaçan her fırsatın arkasında inanılmaz bir beceriksizliğin çizgileri sırıtıyordu.
Şimdi oyunun genelindeki Beşiktaş'a geçiyorum. Lucescu'nun sahaya sürdüğü 11'de taşlar yerli yerindeydi. Uzun bir arayış döneminden sonra Lucescu'nun sağ kanada yerleştirdiği Kaan Dobra, Beşiktaş'ın cansız bölgesine aranan kandı. Ve Dobra, çabukluğu ve süratiyle şimdiye dek denenenlere fark atıyordu.
Lucescu, savunmanın hemen önünde Amaral-Yasin ikilisiyle bir dalgakıran oluşturmuştu. Her rakip atak ilk yarıda bu ikiliye çarpıp, geri dönüyordu. Ve bu iki savaşcı, ilk 45 dakikada savunmanın işini de kolaylaştırıyordu. Sol kanattaki İbrahim yine en çok koşanların başındaydı. Ancak, ceza sahasına kadar taşıdığı topları rakibe bırakıp geri dönmesi, hem notunu hem de Beşiktaş'ın verimini düşürüyordu.
***
Ahmet Dursun'un bir dakikası boş geçmiyordu. Hep arayış içinde ve durmadan koşuyordu. Ancak, zaman zaman egoizmi de beraberinde koşturuyordu. Topu adeta ayağına yapıştırıyor ve çevresiyle ilgisini kesiyordu. Yine de golcü kişiliğine laf atamam...
Cordoba'nın saçmalıkları artık can sıkıyor. Maçı bir idman havasında oynuyor bu adam... Ve beklenmedik anlarda inanılmaz hatalar yapıyor.
Sarajevo, her şeyi ile teslim olmaya hazır bir ekipti. Ve Beşiktaş, ikinci yarıda düşen temposu, fizik yetersizliği ve de rakibi umursamayan tavrı ile Sarajevo'yu yüreklendiriyordu. Oyunun final bölümündeki Beşiktaş'ı hayretle izliyordum. İnanılmaz pas hatalarını, savunmadaki paniği ve Beşiktaş'taki fizik düşüşü hemen fark edebiliyordum. Her şey bir yana... Yakaladığı net skora leke düşürmesi, dün geceki en büyük ayıbıydı Beşiktaş'ın...
Yine de rövanşta Sarajevo'yu yeneceğine inanıyorum. Ve Bosna'dan utanılacak bir sonuçla döneceğini aklımdan bile geçirmek istemiyorum.