29 Ocak 2003
<B>GALATASARAY, </B>bilinen değerlerini yakalamakta bazı sıkıntılar yaşıyor. Ve özlenen G.Saray geciktikçe, bir soru hemen akıllara takılıyor... Bu kadro, G.Saray'ın kaybolan gerçek kimliğini geri getirebilir mi?
Böyle bir sorunun yanıtını ararken, G.Saray'ın hazırlık maçlarındaki performansı bazı ipuçları verdi...
Terim, herşeyden önce oyunun disiplinini eksiksiz uygulayacak futbolcu tipi arıyor. Ve düşüncelerindeki taktiksel değişimi inandığı isimlerle gerçekleştirmek istiyor.
Sağda Ümit Davala, solda Hakan Ünsal'daki ısrarı, G.Saray'ı kanatlardaki klasik gücüne kavuşturmak isteğinden kaynaklanıyor.
G.Saray, Terim'in her bölgede hedeflediği baskı ve presi şimdilik belirli alanlarda uygulayabiliyor. Bu konudaki beklentilere en verimli yanıtı Batista ile Ayhan veriyor.
Terim'in ısrarla aradığı tempo henüz arzulanan düzeyde değil. Beklenen bu tempo Revivo'nun varlığı ile çabukluk ve hız kazanabilir. Revivo'nun uyum süreci fazla uzamayacak. Plovdiv maçındaki performansı olumlu ve sevindiriciydi.
Galatasaray'ın hücumdaki silahı Lukunku gol beklentilerine yanıt verebilir mi? Lukunku, yanında oynayacak, onu hücum yalnızlığından kurtaracak bir partnere kavuşmadığı sürece, etkinliği sınırlı kalacak. Çünkü, Lukunku söylendiği gibi hareketli değil.
G.Saray savunması dünkü maçın ilk yarısında arkasına atılan her topu kontrolde zorlandı. Özellikle Vedat ile Bülent arasındaki uyum eksikliği, her pozisyonda hissedildi. Orta sahanın bu bölgeye ‘‘Acil yardımı’’ gerekiyor.
Ve geliyorum, yazımın başındaki soruya... Bu kadro, G.Saray'ın kaybolan gerçek kimliğini geri getirebilir mi?
Bu kadro, G.Saray klasiklerine alışarak ve Terim'in değişim rüzgarlarına karşılık vererek, iyi yerlere gelecek. Ve her geçen gün değerlerine yaklaşacak. Ancak, geçmişteki G.Saray hep anılarda kalacak.
Yazının Devamını Oku 27 Ocak 2003
<B>OYUNUN </B>30. dakikasından sonra <B>Terim,</B> 4 yedek adamını kulübeden çıkartarak ısınmaya gönderdi. <B>Berkant, Cihan, Ayhan </B>ve <B>Haim Revivo... Her biri orta saha adamıydı. Demek ki Terim, ilk 45 dakikada yaşadığı sıkıntıların öncelikle bu bölgeden kaynaklandığını düşünüyordu. Orta saha mangası, Terim'in aradığı değerlerin hiçbirini ilk yarıda uygulama becerisine ulaşamıyordu.
Yardımlaşma beklenen düzeyde değildi. Rakip, bu bölgeyi kolay adımlarla geçiyordu. Oysa, orta alan Terim'in ısrarla söylediği gibi G.Saray için bir kavga-dövüş-mücadele arenası değil miydi?
G.Saray savunmasının zaman zaman basit hataları ısrarla tekrarlaması ve rakibe bıraktığı kontrolsüz alanlar yine bu bölgeden kaynaklanıyordu. Baskı ve pres sanki unutulmuştu. Bu da, G.Saray klasiği ile bağdaşmayan bir davranıştı...
Terim, oyunun final bölümüne Ayhan ve Revivo ile başladı. Bu ikilinin varlığı neleri değiştirdi? Öncelikle belirli bir süre için hatalı ve düzensiz paslarda hissedilir bir düzelme gerçekleşti. G.Saray topu daha çok sahiplendi ve tempo biraz yükseldi. Ancak, sürekliliği sınırlı bu çıkış, asla G.Saray'ı özlenen ve beklenen kimliğe taşıyamadı.
Futbolu becerebildiği kadar hatasız oynamaya özen göstereceksin... G.Saray dün gece iki inanılmaz hata yaptı. Her birine hatanın da ötesinde ‘‘iki büyük suç’’ damgası vuracağım... Biri Batista'nın ilk golde rakibe kaptırdığı top, diğeri Vedat'ın yine rakibin ayağına attığı gollük pas...
Ancak, Batista'nın özellikle ikinci yarıdaki performansı suçunu hafifletecek, hatta unutturacak kadar başarılıydı. Top, Revivo'nun ayağına geldiği pozisyonlarda, tribünler hemen sessizliğe bürünüyor. Herkes merakla Revivo'nun yapacağı hareketin sonucunu bekliyor.
Allah kolaylık versin... Ne zor bir iş! Bu stresi Revivo da hissediyor ve karşısındaki rakip kadar duygularıyla da boğuşuyor.
G.Saray'ın oyun ciddiyeti, Rapid Bükreş maçındaki gibi sağlıklı değildi. 90 dakikanın genelinde özel maç havasından sıyrılamadı. Ve dün gece G.Saray'ı izlemeye koşanlar, sadece Ayhan'ın nefis golü ve güzel oyunu ile yetindiler.
Ama özlemle bekledikleri G.Sa-ray'ı yine görememenin buruk duygularıyla Atatürk Stadı'ndan koşar adımlarla ayrıldılar.
Yazının Devamını Oku 25 Ocak 2003
<B>G.SARAY</B>'ın oyun hevesi, bir özel maç performansının üzerindeydi. Yeni transferlerin varlığı ve genişleyen kadro, Galatasaray'ı ve bazı değerleri değişime zorluyor. Bu gerçek, sahada koşan Galatasaray kadar Fatih Terim için de geçerli... Dün gece Rapid Bükreş maçında izlediğim Galatasaray'da bu değişim rüzgarlarının şimdilik hafif de olsa, esintilerini hissettim. Ve ligin final bölümünde geçmişteki Galatasaray klasiklerine daha yakın bir takım görebileceğimi duygularımda yakaladım...
1- Dün gece Terim, her koşulda G.Saray'ı hücuma heveslendirmişti. Görüntüdeki 4-4-2'lik oyun kurgusuna karşın, her futbolcu oyunun genelinde farklı bölgelere koşarak, sorumluluğunu geniş alanlara taşıyordu. İlk yarıdaki Arif'i buna örnek gösterebilirim.
2- Terim'in, savunma bloğunun iki kenar adamı Ümit Davala ile Hakan Ünsal'ı hücuma yönlendirme isteği, oyunun ilk yarısında sınırlı kaldı. Defans bloğunun henüz arzulanan performansa ulaşamaması ve basit hatalar, bu ikilinin savunma bölgelerinin dışına çıkışını erteledi.
Lidere gerek yok
3- G.Saray'ın en hassas bölgesi orta saha, güçlü silahı baskı ve presi gerektiği gibi uygulayamadı. Terim, ikinci yarıda Batista ile Berkant'ı oyuna alarak bu bölgenin direncini artırmak istedi. Ancak, bu kez de teknik açıdan beklediği performansa ulaşamadı.
4- Ve Terim bir değişiklik daha yaparak, ikinci yarıda oyuna aldığı ve Lukunku'nun yanında oynattığı Revivo'yu orta sahaya çekti. Yanılmıyorsam, Terim ligin ikinci yarısında Revivo'yu hücumdaki ikilinin hemen arkasında, geniş bir bölgede görevlendirecek. Dün gece bunun belirtilerini hissettim...
5- G.Saray'da kim lider olacak sorusu, her maç sonrası gündeme geliyor. Dün gece de bu konuşuluyordu... Oysa, sorunlarını çözümlemiş ve geçmişteki klasiklerini uygulayan G.Saray'da bir liderin gerektiğine hiç inanmıyorum. Çok aranıyorsa, Ergün Penbe bu işi hiç abartmadan ve gereksiz fantazilere kaçmadan başarıyla yapabiliyor.
6- Sonuçta, söylediğim gibi Terim, bazı değerleri tekrar kazanmak için Galatasaray'ı değişime zorluyor. Bunun için de bazı riskleri göze almanın sinyallerini veriyor. İnanıyorum ki, bu değişimden G.Saray karlı çıkacak.
Yazının Devamını Oku 24 Aralık 2002
<B>SON </B>haftaya balyoz gibi damgasını vurdu... <B>Lorant, </B>onu sağ kulvarda bir hamal gibi çizgi boyu koşturup duruyordu. Ve Oğuz Çetin geldi... Tuncay artık çocuklar kadar özgür. Gönlünün çektiği yerlere koşuyor. İstediği yerlerde oynuyor. Trabzonspor'a attığı üç gol, işte doksan dakikalık özgürce yaşamın bir ürünüydü.
Genç adam, Oğuz Çetin'e teşekkürlerini sunuyor. Ve gollerin süreceğine inanıyor. Hemen bu çocuğun geçmiş yıllarına dönüyorum.
Menajeri Erdinç Şehit'in, Tuncay'ı tam 5 yıldır F.Bahçe'ye hazırladığını biliyor muydunuz?
Sakaryaspor'da oynarken, haftada bir kez havasına-suyuna alışşın diye İstanbul'a getirildiğini hiç duydunuz mu?
Yine F.Bahçe'ye geleceği için İngilizce öğrendiğini... İstanbul'un eğlence tarzına uyum sağlaması için kentin en ünlü restaurantlarında akşam yemeklerine götürüldüğünü söylesem inanır mısınız?
İşte bu 21 yaşındaki çocuk, şimdi yılların meyvelerini topluyor. F.Bahçe'de istediği çizgiye geldi. Arzuladığı havayı buldu. Ve kovaladığı şöhreti yakaladı...
Dilerim, geleceği de bugüne benzer...
***
VE geçiyorum Oğuz Çetin'e... Tuncay'a sağladığı özgürlüğe belki de imrenerek bakıyordu.
Yüklendiği sorumluluk ve iki hafta gibi kısa sürede F.Bahçe'yi zirveden kopartmamak gibi tehlikeli bir görev, Oğuz Çetin'in özgürce düşünmesini kısıtlıyordu.
Arkadaşım Sadi Kemal Yaşar ile dostane bir söyleşide Çetin'in ağzından dökülen kelimeler, yaşadığı sıkıntıların en canlı kanıtı...
Diyor ki, Çetin...
Biliyordum. F.Bahçe'nin son iki maçında bir sistem değişikliğine gitsem, beni parçalarlardı. Başlamadan sonum gelirdi...
Ve sıkıntılarını şöyle sürdürüyordu Oğuz Çetin...
Düşündüğüm kadro değişikliğini de pek yapamazdım. Yumuşak bir geçiş dönemi sağlamam gerekiyordu. Üstelik F.Bahçe zirveden kopmamalıydı.
F.Bahçe, Trabzon galibiyeti ile zirveden kopmadı. Artık, Oğuz Çetin'in de eli-kolu bağlı değil. Tuncay'a verdiği özgürlüğü, bundan böyle kendi düşüncelerine ve davranışlarına da taşıyabilecek.
Neler mi yapacak?
F.Bahçe için neler düşünüyorsa, cesaretle uygulayacak.
Sistemde değişiklik mi yapacak, kimselere sormayacak.
Kadroya çeki-düzen mi verecek, kafasına göre davranacak.
Yönetimden transfer mi isteyecek. Beğendiğini alacak.
Ve hemen şu sözlere kulaklarımı tıkıyorum. Duymak bile istemiyorum.
F.Bahçe'de adama bu denli özgürlük vermezler!
Vermezlerse, hem Oğuz'u kaybederler, hem de F.Bahçe'yi...
Yazının Devamını Oku 22 Aralık 2002
<B>LUCESCU</B>'nun sahaya sürdüğü 11'de fizik ve teknik dengeler iyi ayarlanmıştı. Kağıt üzerindeki Beşiktaş'ın ağırlığı hemen fark ediliyordu. Oysa, oyunun ilk 45 dakikalık bölümünde, Beşiktaş klasik temposunu yakalamakta sancılar yaşıyordu. Özellikle, orta saha Beşiktaş'ın yumuşak bölgesiydi...
Rakip, bu alanı inanılmaz çabuklukta ve kolaylıkla geçiyordu. Baskı etkisizdi ve Beşiktaş oyunu yönlendireceği, tempoyu ayarlayacağı orta sahada egemenliği Bursaspor'a kaptırıyordu.
Sergen ile Tümer arasında düşünsel bir uçurum vardı. Birbirlerine uzak oynuyorlardı... Üstelik ikisi de rakibin yakın markajında ve gözetim altındaydı.
Bu ikilinin birlikte oynadıkları bir 45 dakikada, Beşiktaş ilk kez böylesine pozisyon sıkıntısı ve kısırlığı yaşıyordu.
***
Kanatlar sanki kırıktı. Tamer ve Serdar'ın kenarlardaki etkinliği, bir saman alevini andırıyordu. Adeta, parlamadan sönüyordu...
İlk yarı biterken, tribünlerin Pascal'ı ısrarla sahaya çağırması, tükenen sabrın ve başlayan korkunun sinyalleriydi. Yine de ilk yarının son dakikasında Tümer'in harcadığı inanılmaz fırsat, Beşiktaş'taki tüm sıkıntıları bitirebilirdi. Tümer, bunu da beceremedi. Topu iki adımdan dışarı attı.
Ve oyunun final bölümünde Lucescu, Pascal ve İbrahim'i sahaya sürerek, Beşiktaş'a yeni bir heyecan taşıyordu. Aşı tutmuştu... Ahmet Dursun'un yavaş ve etkisiz dolaştığı bölgelere, Pascal Nouma dinamizm getiriyordu.
İbrahim, sol kanatta oyunun her iki yönünü olağanüstü bir enerji ile uyguluyordu.
Tempo birden değişmişti... Beşiktaş, rakip kaleye daha çabuk ve tehlikeli gidiyordu. Tümer ile Sergen'in oyuna katkılarında hissedilir bir farklılık kolayca görülüyordu.
Ve beklenen gol Ronaldo'dan geldi. Sahanın tartışmasız en iyisiydi Ronaldo. 90 dakikayı risksiz ve hatasız tamamlarken, hiçbir abartılı davranışa yönelmedi... Hep dakik oynamayı yeğledi ve oyunun kaderini belirledi.
***
Dün gece, oyunun son 15 dakikalık bölümünde Beşiktaş'ın çektiği sıkıntıların ve yaşadığı tehlikelerin nedenini biliyorum. Beşiktaş, yaklaşık 1 aydır olağanüstü bir maç trafiğinde zorlu bir dönem geçiriyor. Ve bu yorgun dönemi dün gece Bursaspor maçıyla noktaladı. Belki zorlandı ama yine kazanmayı başardı.
Yazının Devamını Oku 19 Aralık 2002
<B>OYUNUN </B>genelindeki eleştirileri daha sonraki satırlara bırakacağım... Ve hemen kişilere yönelik saldırıya geçerek, önce <B>Cordoba</B>'yı hırpalayacağım. İlk yarının son dakikasında yediği gol, gereksiz bir fantazi ve sorumsuzca davranışın Beşiktaş'a kesilen faturasıydı. Şımarıklık ve soğukkanlılığın bir sınırı vardır... Cordoba, ayağındaki topu Ali Tandoğan'a gol pozisyonu olarak sunarken, Beşiktaş'ı da ateşe atıyordu.
Cordoba'dan hemen Lucescu'ya geçiyorum. Beşiktaş'ı, yine klasik kalıbının içinde tutarak, bir golle turu kurtaracak fırsatı kovalıyordu. Genelde iş gören ve Beşiktaş'ı amacına ulaştıran bu klasik düzeni eleştirecek değilim... Ancak, ilk yarıda oyuna hiçbir düşünsel uyarı getirmeden, Beşiktaş'ı kendi haline bırakmasını yadırgadım.
Özellikle Denizlispor'un, Beşiktaş sol kanadına gönderdiği Ali Tandoğan ve sürpriz adamların bu bölgede rahat dolaşmalarına tepkisiz kalması, şaşırtıcıydı...
* * *
Hemen fark ediliyordu... Bozuk zemin Beşiktaş'ı riskli oyundan kaçırıyordu. Özellikle ilk yarıda bunun sancılarını yaşadı Beşiktaş.
Üstelik, topa basacak ve pas trafiğini düzenleyecek özelliklerin iki adamı Tümer ile Sergen'in kenarda beklemeleri, Beşiktaş'ın klasik temposunu da bozuyordu. Forvette, Pascal-Mansız ikilisinin birlikte düşünüp, geliştirdikleri hiçbir etkinliğe rastlamadım. Birbirlerine iki yabancı gibiydiler. Lucescu'nun ikinci yarıya Sergen'le başlaması ve daha sonra Tümer'i oyuna alması, beklenen ve gereken değişimdi... Bu değişiklik İlhan'ın performansında ani ve mükemmel bir sıçrama yapıyordu. Ayrıca, Beşiktaş'ın topla beraberliğini de arttırıyor, daha kolay pozisyon üretme fırsatını getiriyordu.
* * *
İlhan Mansız'ın ilk golünü bir kenara bırakıyorum. Ancak ikinci golü için şöyle gönlümce anlatabilecek bir kelime bulamıyorum. Belki de uzunca bir süre böylesine bir golün benzerini göremeyeceğim.
Beşiktaş, turu geçerken, bazı gerçekler net çizgilerle adeta sırıtıyordu.
Moral ve fizik açıdan hazır bir Sergen, Beşiktaş'ın yaşayacağı her 90 dakika için gerekli bir ustaydı.
Sergen-Tümer ikilisi için ‘‘Birlikte oynarlarsa, fizik açıdan Beşiktaş'ın hali ne olur?’’ diyenler, dün bu soruya net bir yanıt aldılar...
Her ikisinin kenarda beklediği dakikalarda Beşiktaş, eleştirilere sığmayacak kadar kötüydü. Birlikte oynadıkları son 45 dakika ise, hem Lucescu'yu, hem de Beşiktaş'ı kurtardı. Geliyorum gecenin pozisyonuna... Bu pozisyonda tribünden net bir karar vermek çok zor. Ancak, hakemlerin sürekli karar değiştirdiklerini gördük. İşte bu tutarsızlık, işi çığırından çıkardı. İlk pozisyonda Erol Ersoy golü verirken, yardımcı hakem ısrarlı bir şekilde yerinde duruyordu. Ama sonra defalarca karar değiştirildi. Erol Ersoy, tavrını net bir şekilde ortaya koysaydı, bunlar olmazdı.
Yazının Devamını Oku 17 Aralık 2002
<B>SADECE </B>bir haftalık ömrü kaldı. Koca bir ilk yarıyı bazen çirkinliklere batırarak, zaman zaman da güzelliklerle süsleyerek bitirdik. Ve ilk yarıyı tamamlarken, sıkça sorulan bir soruyu gündeme getiriyorum.Beşiktaş, bugünlere nasıl geldi?
Nerelerden geldiğini anlatmam uzun sürebilir. Bir-iki kelime ile işin özünü satırlara dökeceğim...
Samsunspor maçından sonra Tümer, formasını çıkartıp bir taraftara verir. Ve üstü çıplak, bir TV kanalı ile söyleşiye başlar. Yağmur damlaları Tümer'in üzerine dökülmektedir.
Yanından geçen Lucescu, Tümer'in halini görür. Üzerinden çıkarttığı paltosunu Tümer'in çıplak vücuduna dolar.
Beşiktaş, bugünlere nasıl geldi?
İşte böyle geldi...
3-5-2 mi Beşiktaş'a uygun, yoksa 4-4-2 mi?
Geçin...
Tümer-Sergen yan yana oynar mı?
Hadi canım...
Önce sevgi ve saygı. Sonra koşulsuz disiplin.
Diğerleri vesaire...
Yanlış mı?
Yukarıdaki değerlere sarılmayanların halini görüyoruz!
***
VE bir soru daha...
G.Birliği bugünlere nasıl geldi?
Puan cetveline bakıyorum. Bu hafta iç sahada oynayacağı Kocaeli maçını kazanır, G.Saray da Samsun'da puan yitirirse, bir üst sıraya sıçrayacak. Ve ikinci yarıda zirveye oynayacak.
Dahası var...
Gençler, ligin en çok gol atan takımı. Tam 42 gol.
Başka, başka?
Beşiktaş gibi, deplasmanın en çok puan toplayan takımı.
Ve böyle bir takımın başkanı Cavcav boş tribünlere bakıp, isyan ediyor.
Ankara seyircisi şampiyonluğa oynuyoruz. Nerelerdesiniz?
Peki, nasıl geldi bugünlere?
Koşulsuz disiplin. Sonra sevgi-saygı...
Başarıyı başka yerlerde arayanlara hatırlatırım.
***
F.Bahçe'de yeni bir dönem başladı. Ve Oğuz Çetin, F.Bahçe'ye teknik patron oldu.
Lorant şimdi neler yapıyor?.
Öncelikle iş bekliyor. Ve beklerken de çamur atıyor.
F.Bahçe benim dönemimde kendi sahasında sadece iki kez berabere kaldı.
Ve şöyle sürdürüyor konuşmasını...
Üstelik benim takımım hep gol atmıştır. Herhalde ne demek istediğimi anladınız?
Evet, evet anladık...
Lorant'ın sözlerini ciddiye bile almıyorum. Sevgili F.Bahçeliler, ağzının payını sizler verin.
Yazının Devamını Oku 16 Aralık 2002
<B>OYUNUN </B>4. dakikasında <B>Sergen'</B>in kaçırdığı penaltı, elbette dünyanın sonu değildi. Harcanın fırsatı unutturacak, uzunca bir zaman dilimi Beşiktaş'ı bekliyordu. Üstelik, skoru her an değiştirebilecek bir kazanma hırsı ile doluydu Beşiktaş... Böyle düşünüyordum ve başkalarının da aynı duyguları paylaştığına inanıyordum. Oysa, her geçen dakika ‘‘Kaçan penaltı’’nın önemini hatırlatıyordu. Samsunspor, Shorunmu'nun önünde adeta etten bir duvar örmüştü. Ve Beşiktaş, her atakta bu duvara çarpıp, geri dönüyordu.
Sergen-Tümer ikilisi, verkaçlarla rakip savunmanın dikkatini dağıtacak pozisyon kovalıyor, ancak rakibin kalabalık savunmasında kayboluyorlardı. Kenar adamların etkinliği de istenilen düzeyde değildi. İlk yarıda İbrahim ve Tamer'in taşıdığı toplar, Samsun savunmasının yerleşim düzenini bozacak çabukluk ve kaliteye ulaşamıyordu. Ve Ahmet Dursun donuk-etkisiz bir gece yaşıyordu.
***
Tümer'in golü, Beşiktaş'a oynama kolaylığını da beraberinde getiriyordu... Pancu sahanın geniş alanlarını dolaşarak oyuna ağırlığını koyuyor ve gittiği bölgelerden atak şansı yaratıyordu. Hücuma katılanların sayısı da her geçen dakika çoğalıyordu. Ronaldo ve Zago birer forvet gibi oynuyordu. Ancak Lucescu, sonuç için ikinci bir golün gereğine inanıyordu. İlhan ile Pascal'ı oyuna alırken, bu düşüncesini de uygulamaya koyuyordu.
Beşiktaş'ın rengi iyice değişmişti. Tamer, sağ kanatta iyi işler yapıyor, Tümer, Beşiktaş'ı pozisyon zenginliğine koşturuyordu. Böyle oyuna daha farklı bir skor yakışırdı...
Ancak, gecenin aslarından Zago ve Ronaldo'nun harcadığı iki net pozisyon, Beşiktaş'ın kısır bir skora sıkışmasına neden oluyordu.
Pascal'ın direkten dönen kafa şutu mu? O, dün gecenin en çok alkışlanan pozisyonuydu. Ya İlhan'ın volesi? Pascal'ı unutturacak kadar nefisti. Ama bana göre, gecenin bir başka güzelliği vardı... Maç sonunda Beşiktaş seyircisinin Lucescu'yu alkışlarla kucaklaması, hepsini solladı...
Seni seviyoruz Luca... Bu sloganla, eskilerden kalma bir kırgınlık, yerini sıcak duygulara ve sevgiye bırakıyordu. Olması gereken de buydu.
Yazının Devamını Oku