9 Şubat 2009
İSİMLERİNİ tek tek sıralayabilirim. Hiçbiri oyuna değer kazandıracak bir performans sergileyemedi. Yusuf Şimşek’ten başlıyorum saymaya... Yanındaki Rodrigo Tello ile devam ediyorum. Hemen Fabian Ernst’e geçiyorum.
Orta alanda görevli Sivok’u da bu mangaya katıyorum. Ve unutmadan Holosko’yu, Serdar Özkan’ı da ekleyerek Beşiktaş’ın iki puanına kan doğrayan bir liste sunuyorum sizlere...
Bobo’yu yaşadığı yalnızlığı için... Mert Nobre’yi de oyuna geç katılmanın masumiyeti ile bu listenin dışında tutuyorum.
Sorabilirsiniz... Diğerleri nerelerdeydi? Serdar Kurtuluş, Gökhan Zan, Zapotocny ve İbrahim Üzülmez...
Bu beyler oyuna ne gibi katkıda bulundular.
Yazının Devamını Oku 5 Şubat 2009
KOŞA koşa gittim İnönü Stadı’na... Fabian Ernst’in oynayacağı haberi beni farklı duygulara taşıyordu. Hoş bir heyecanla daldım tribünlere. Aldığım bilgiler doğrultusunda Fabian Ernst’in bir portresini çizdim kafamda. 24 kez Alman Milli Takım formasını giymişti. Yaşı oturmuş, zorlu bir ligde yoğrulmuştu.
Savaşçı, istikrarlı ve de akıllı kimliği, Beşiktaş’ın bu transferde aradığı kriterlere tam uyuyordu. Kendi kendime söylendim...
Beşiktaş bu kez turnayı gözünden vurdu!
Yine de, bazı kuşkularımdan kurtulmak istiyordum. Ve biliyordum herkes gibi. Beşiktaş, özellikle yabancı transfer alımlarında pek becerikli değildi. Fabian Ernst’i bu duygularla izlemeye başladım...
Oyuna sakin başladı. Kendini kanıtlamak gibi bir kompleks ve telaştan uzaktı. Ayağındaki topla oyalanmaktan hoşlanmıyordu. Tek pas tercihiydi...
Hani, sağa sola saldırayım... Rakibi ısırayım gibi ateşli davranışlar da göremedim Ernst’te.
İlk 45 dakikada bir uzun pas, bir de şut attı. Bir kez iki rakibin arasına girip kısa süre boğuştu ve topu kurtardı.
***
Şimdi kalkıp sorsanız... Beğendin mi bu Alman’ı!
Derim ki... Öyle tribünleri ayağa fırlatacak... Çalımlar atıp rakibi yerlerde süründürecek bir futbolcu tipi değil. Önce oynadığı bölgenin sorumluluğunu taşıyor. Boşta gördüğü rakibe koşuyor, perdelemeye çalışıyor.
Acaba, birisi kulağına mı fısıldadı... Turu geçtik, kendini fazla zorlama diye.
Kendi yarı alanında oynamayı daha çok seviyor. Her atağın peşine takılıp riske girmiyor. Şimdilik bu kadar. Konyaspor maçında onu daha iyi anlayacağız.
***
Maça gelince. Bobo, ilk onbirde oynamanın coşkusu içindeydi. Hareketli ve istekliydi. Serdar Özkan da öyleydi. Erkan Zengin şimdilik ilk onbirin adamı değil. Sonra değişir mi bilemem.
Ben dün gece İbrahim Üzülmez’in oyunundan etkilendim. Özellikle, ilk 45 dakikada düşündüğü her şeyi hatasız yaptı. Oyunun her iki yönünde de etkiliydi. Hele, attığı bir gol vardı...
Bir deliden böylesine akıllı bir iş hiç beklemezdim!
Yazının Devamını Oku 3 Şubat 2009
SEVGİLİ Erman Toroğlu diyor ki... Bu lig bu sezon namuslu oynanıyor! <br><br>Bir süre düşündüm... Bu lig nasıldı, nasıl oldu? Kolayca hatırladım... Hep şüphe dolu nazarlarla baktığımız. Etik değerlerini yitirdiğine inandığımız...
Hani, şaibelidir diyerek fişlediğimiz bir lig değil miydi bu?
Hakemlerinden şikayetçiydik bu ligin. Futbolcularını mesleki gereklerini yerine getirmediği için eleştiriyorduk. Taraftarını fanatizmin karanlığına gömülmüş çılgın bir topluluk gibi damgalıyorduk. .
Şimdi farklı bir ligden söz ediyoruz. Ne oldu da, ahlaki yönden fişlenmiş bu lig, aklanıp-paklanıp yeni çehresi ile karşımıza çıktı...
Anlayabildiğim kadar Toroğlu, hakemlerin katkısını bu devrimde ön plana çıkarıyordu. Hatta, diğerlerinin adını bile ağzına almıyordu.
Her hafta yerden yere vurduğumuz... Çaldıkları her düdüğe şüphe ile baktığımız... Daha da coşup "Bu lig bu hakemlerle bitmez" diyerek yüklendiğimiz kişiler bir değişimin ön sıralarında onurlandırılıyordu.
Peki, nasıl gerçekleşti bu iş. Neler oldu bu camiada...
Kaşarlar gitti, gençler geldi!
Sonra?
Gençler gördüklerini çalmaya başladı!
Daha sonra?
Büyük-küçük ayırımı kalktı.
Daha daha sonra...
Gençler biraz da yürekli davranınca...
Devam et... Sonra ne oldu?
Daha ne olacak. Puanlar adilane dağılınca, 5 takımın şampiyonluğa oynadığı... Kıyaklar azalınca, emeğin değer kazandığı namuslu bir Süper Lig doğdu.
Dilerim, sürekliliği diğer sezonlara da sıçrar!
* * *
BU Süper Lig’de geçen hafta neler yaşandı. Şöyle kısa bir gezinti yapalım...
Trabzonspor, Başkent’te Ankaraspor galibiyeti ile liderle arasındaki puan farkını eritti. Ve bu sonuçtan sonra bazı Trabzonlu dostların ağzını yokladım...
Trabzonspor’un şampiyonluğuna inananların sayısı hızla artıyor.
Güvenceleri de Trabzonspor’un deplasmanlarda çizdiği başarılı grafik.
10 maçta 20 puan!
Ve özellikle deplasman puanlarının şampiyonluk maratonunu önemli biçimde etkileyeceğine inanıyorlar.
Sivasspor’un Kayserispor beraberliği bazı çevrelerce eleştirildi. Gariptir, eleştiri oklarının ağırlık merkezi Bülent Uygun’du. Eleştirenlere göre...
Bülent Uygun, Sivasspor’u belli bir kalıbın dışına çıkarmıyordu. Lider bir takımın daha yürekli oynaması gerekirdi. Ve Sivasspor şampiyonluğa oynayan bir takım havasında değildi.
Söylenecek her şey aklıma gelebilirdi. Ancak, sınırlı bir kadro ile Sivasspor’u iki sezon zirvede tutan bir hocanın, Kayseri beraberliği için böyle bir eleştiri alacağını düşünemezdim.
* * *
GELELİM 3 Büyüklere... G.Saray, Denizli deplasmanından tam puan alırken, Ümit’ten sonra kırmızı kartla Ayhan Akman’ı da yitirdi. Servet Çetin’in forma giymesi ise, G.Sarayları sevindirdi.
Peki, Lincoln nerelerdeydi?
Servis arkadaşım sevgili İlhan Söyler’in sözleri kafamı karıştırdı...
Zorlu deplasmanlar bitince, havalar da ısınınca ortalara çıkar!
Allah Allah... Sakat değil mi Lincoln?
Ben ne diyorsam, ona inan!
* * *
F.BAHÇE’nin Gaziantep beraberliği ortalığı birbirine kattı.
Tepkilerin odak noktası ise, Aragones’ti. Yorumlar, eleştiriler İspanyol hocayı adeta delik deşik etti...
Burası dingonun ahırı değil!
Aragones’in sözlerine gelince, bir yaraya tuz basmak gibi, eleştirenleri iyice çileden çıkardı...
Bir puandan daha fazlası olamazdı. Sahadaki futbola bu kadar!
Açıkçası, Kadıköy’de herkes adeta burnundan soluyor...
* * *
BEŞİKTAŞ mı? Antalyaspor’dan alınan üç puanın keyfini yaşıyor. Ve yeni transfer Fabian Ernst’in oynayacağı günü merakla bekliyor.
Bir şey söyleyeyim mi... Beşiktaş’ın oynadığı oyun pek beğenilmese de, Mustafa Denizli’nin inancı ve konuşmaları tribünleri etkiliyor.
Antalya maçından önce kapalının Mustafa hocaya sevgi gösterisi dört dörtlük bir şovdu. Beşiktaş, bu sevgi ve tek gollü galibiyetlerle sessizce 26.haftaya doğru yol alıyor. Sessizliği bozan tek konu...
Beşiktaş tek santrfor mu oynar, çift santrfor mu!
Yazının Devamını Oku 2 Şubat 2009
BOBO ve Holosko’nun kulübede oturduğu bir oyunda Beşiktaş bazı sıkıntılar yaşadı.<br><br>Kağıt üzerinde tek santrfor gibi görünen Nobre’ye Mustafa Denizli iki hücum arkadaşı seçmişti... Sağda Serdar Özkan, solda Tello... Oyunun ilk bölümünde üç kafadar işin özünü kavramada ve uygulamada zorlandılar.
Birbirlerinden kopuk ve uzak oynayınca sahadaki sıkıntı tribünlere de sıçradı. Taraftarın ısrarla Bobo’yu istemesinin ve isyanının tek nedeni de Beşiktaş’ın hücumdaki silik ve etkisiz görüntüsünden kaynaklandı.
Tribünlerin sesini Tello’nun müthiş golü kesti. İşin zora gireceği dakikalarda bu gol, Beşiktaş için bulunmaz bir soluktu. Rahatladı da, farklı bir kimliğe mi büründü Beşiktaş... Yine aynı havadan çaldı!
Temposuz oyunda Yusuf Şimşek’in ayağına bakan... Tello’dan yaratıcı bir pas bekleyen... Nobre’nin çabasında karambol golü arayan bir Beşiktaş izledim ilk yarıda.
Serdar Özkan, koştukça çuvalladı. Cisse, oyuna pek karışmadı. Sivok’un oyun hevesi ateşli ama katkısı sınırlıydı.
* * *
DEVRE arasında kafama takılan ve beni düşündüren birkaç soruya yanıtlar aradım. Öncelikle Mert Nobre’ye...
Ve inandım ki, Nobre’nin hücumdaki yalnızlığı ancak Holosko veya Bobo’dan biriyle giderilebilir.
Bu alanda başka düzenleme aramak, bana bir fantazi gibi geliyor!
Bunu düşünürken Mustafa Denizli ikinci yarıya Holosko’yla başladı. Ve Beşiktaş’ta hücuma çıkışlar daha kolaylaştı ve sıklaştı.
Yusuf Şimşek, sanki gözetim altında bir suçlu gibi... Hata yapmaktan korkuyor, düşündüğünü oynayamıyor.
İkinci yarıda Beşiktaş ile birlikte o da rahatladı. Holosko’nun önüne attığı nefis pası sık sık tekrarlaması biraz zaman alacak. Bu süreyi kısaltmak ise Yusuf’a bağlı.
Değerini bilsin yeter!
* * *
BEŞİKTAŞ ikinci yarı pozisyon yönünden hiçbir sıkıntı çekmedi. Ancak, yakaladığı fırsatları değerlendirmekte beceriksizdi.
Beşiktaş kaçırdıkça akıllara hep Bobo geldi. Tribünlerin tezahüratı hiç dinmedi.
Oysa, kafama takılan asıl sıkıntı, savunmanın zaman zaman tekrarladığı basit hatalardı.
Tribünlerin ikinci bir golün peşine düştüğü dakikalarda, gözlerim ve dikkatim savunmanın üzerindeydi.
Doğrusunu söyleyeceğim, Antalyaspor’un kaçırdığı birkaç pozisyonu hatırlıyorum...
Beşiktaş paçayı iyi sıyırmış!
Yazının Devamını Oku 27 Ocak 2009
ŞİMDİ daha da meraklandım. Sivasspor’un G.Saray’ı net bir skorla yenişini... Trabzonspor’un, Kadıköy’deki gücünü ve favori geçinenlerin çektiği sıkıntıları gördükten sonra merakım bir kat daha arttı... <br><br>Acaba 26. hafta sonunda nasıl bir tablo ile tanışacağız!
17. hafta sonuçlarını aldıktan sonra birden aklıma geldi. Mustafa Denizli’nin dilinden hiç düşürmediği ve kiminin merakla kiminin de tebessümle beklediği o sihirli güne sadece 9 hafta kaldı.
Denizli’nin nasıl bir hesap içinde olduğunu bilmiyorum. Yine de 26. hafta panoramasında Beşiktaş’ı zirveye veya yakınında bir yere kondurduğunu hissedebiliyorum. Hocama göre...
Rakipler kaybedecek. Beşiktaş kazanacak. Sonra ver elini zirve!İşte bir başka merakım da burada başlıyor. Denizli, 26. hafta panoramasını çizerken, hangi takımları kendine rakip gibi algılıyor?
Acaba, yılların alışkanlığından yola çıkarak sadece G.Saray ve F.Bahçe ile boğuşacağını mı düşünüyor...
Yazının Devamını Oku 25 Ocak 2009
KAPALI tribün Mustafa Denizli’yi İnönü’de ilk kez alkışlar ve sloganlarla karşıladı. Ve serin bir gecede sıcak bir sürpriz yaşadı Mustafa Hoca. Hemen oyuna geçiyorum. Yusuf Şimşek ve Rodrigo Tello’nun yer aldığı bir kadronun daha az pas hatası ile oynamasını bekliyordum. Yanıldığımı gördüm...
Yine de Beşiktaş’ın bu yarıda yakaladığı iki pozisyonda gollük paslar Tello’nun ayağından çıktı. Bu da işin gerçek yönü...
Tempo, Beşiktaş’ın oyundaki etkinliğini hemen artırıyor. Ve farklı bir kimliğe bürünüyor. Bunu, oyunun sadece birkaç dakikalık kısa zaman dilimine sıkıştırması hiç de hoş değil.
Oysa, tribünlerin beklentisi sahadaki oyundan çok farklı ve ateşli. Beşiktaş’ı alkışlamak ve coşturmak için adeta fırsat kolluyor.
Yusuf Şimşek, topla buluştuğu her pozisyonda alkış aldı. İyi veya kötü oyun umurunda değildi taraftarın. Anladım ki, tribünler Yusuf Şimşek’e inanıyor ve güveniyor.
* * *
Beşiktaş’ın kolay yolu bırakıp, zoru seçmesinin anlamını çözemiyorum... Bunca sıkıntı ve eziyet niye!
Gördüm ki, Holosko’nun önüne atılan her top, Beşiktaş’a pozisyon heyecanı getirdi. Ve yine Holosko’nun taşıdığı her topla Beşiktaş, rakip ceza alanına girdi.
Böyle bir adamın varken, neden bir köşede unutursun!
Doğrusunu konuşalım... Dün gece daha farklı bir Beşiktaş bekliyordum. Aradığım Beşiktaş’ı bulamadım. Yusuf’a ise, bir-kaç güzel hareketinde rastladım. Onu bekleyecek kadar sabrım var.
Ama Beşiktaş’ın zamanı var mı, bilemem!
* * *
Nobre, gerçek bir asker gibi. Savaşmak sanki ruhuna işlemiş. Bıkıp-usanmak ve görevden kaçmak Nobre’nin lugatında yok.
Beşiktaş’ın atacağı her kornerde rakip ceza alanına koşuyor. Beşiktaş’a atılacak bir başka kornerde nefes nefese kendi ceza alanına dönüyor.
Hep düşünürüm... Nobre, bunca eforu sadece hücum yollarında kullansa, Beşiktaş’ın çehresi hemen değişir, etkinliği ikiye katlar.
Savunmaya fazla bir iş düşmedi. Aynı savunmayı daha etkili bir ekip karşısında izlemeden bir yorum getirmeyeceğim.
Yine de, tek adama kefilim... Kaledeki Rüştü Reçber’e!
Zapo mu? Ona kızıyorum. Oyundan atılması olay oldu. Galiba Beşiktaş’ın başına beklenmedik işler açacak.
Yazının Devamını Oku 7 Ocak 2009
MUSTAFA Denizli, sakatların dışında eli-ayağı tutan herkesi oyuna soyundurdu.<br><br>İyi bir idman gibi algıladı G.Antep BŞB maçını... Belki, zaman zaman zorlanacağını da hiç düşünmedi. Kolay goller attı Beşiktaş, kolay da pozisyon verdi. İlk 45 dakikada Cafercan’ın golünü bir kenara koyuyorum. Rakip, Beşiktaş kalesinde 6 pozisyon rahatlığı yaşadı.
Herhalde, bunları Mustafa Hocam da saymıştır!
Tomas Zapotocny, ilk yarıda orta sahada oynadı. Bu alana farklı bir kimlik getirmedi. Yanındaki Uğur İnceman da Zapo’ya uydu. Mustafa Denizli’nin, orta saha gibi hassas bir bölgeden beklentilerini biliyorum...
Ancak gördüm ki, bu bölge hala sallanıyor!
* * *
MERT Nobre’nin iş ahlakına hayranım. Ama geniş alanlarda mesai yapmak Nobre’yi gol bölgelerinden uzak tutuyor.
Bobo için iyi bir moral maçıydı. Hevesli ve arzulu başladı. Golünü de attı. Kötü şans... Gelip yakaladı Bobo’yu. Sahayı sedyeyle terk etti.
İkinci yarı Holosko sahadaydı. Oyuna ısınamadı. İşin doğrusu, maçı da pek ciddiye almadı. Ayağına gelecek fırsatı bekledi.
* * *
SERDAR Özkan, çalışkan ve araştırıcı... Ancak, bazı pozisyonlarda bencillik gözünü karartıyor.
İlk yarıda gol pozisyonuna koşan Bobo’yu es geçmesi sadece bir hata değil, koca bir ayıptı!
Beşiktaş’ın Antalya kampında oynayacağı iki ciddi maçı merakla bekliyorum. Leverkusen ve Werder Bremen maçlarını... Bu iki oyun Beşiktaş için daha sağlıklı bir yorum yapmama olanak sağlayacak. Yine de derim ki... Beşiktaş için zaman daralıyor!
Yazının Devamını Oku 23 Aralık 2008
G.SARAY yenilgisine bozulanlar Beşiktaş için bir yazı yazmamı istediler. Hatta direttiler. Sordum onlara... Beşiktaş’ın nesini yazayım?
Kısa ve sade bir yanıt geldi: Hiç sıkma kendini. Aklına ne geliyorsa. Gönlünden ne geçiyorsa yaz!Gönlümden ne geçiyorsa... Hiç düşünmeden bilgisayarın tuşlarını dövmeye başladım.
Gözlerimde derbiyi canlandırdım. Ve sahada koşan Beşiktaş’a baktım. Sonra Beşiktaş’ın son şampiyon kadrosunu hatırlamaya çalıştım. Ve bir soru yönelttim kendime...
Şu takımda bir Zago forma giyseydi. Yanına da Ronaldo’yu alsaydı. Beşiktaş savunması G.Saray derbisini böylesine kolay kaybeder miydi?
O dönemden bir-iki isim aklıma geldi. Bir Guinti ile Tayfur Havutçu’nun egemenliğini ilan ettiği bir orta alanda G.Saray tam yol yelken açabilir miydi?
Yazının Devamını Oku