25 Kasım 2008
BİR elinde kağıt bir elinde kalem... Süper Lig tutkunları haftayı bakkal hesabı ile geçirdi. Yine de evdeki hesap çarşıya hiç uymadı. <br><br>Kafadaki 6 takımın yitirdiği puanlar Beşiktaş hanesine yazılınca... Beşiktaş da Eskişehir’i yenince... Gazete manşetleri bir anda siyah beyaza boyandı. Kartal 2 attı 13 puan götürdü!
Haftanın özeti böyleydi... Gelecek haftaların da böyle geçeceğine inanıyorum. Benzeri sürprizler Süper Lig’in yakasını hiç bırakmayacak.
Beşiktaş’ın geçen hafta yediği kaymağı gelecek haftalarda bir başka Büyük yiyecek. Ve manşetler onların renklerine boyanacak.
Lafı nerelere getirmek istiyorum, onu anlatayım...
Hafta sonu oynanacak F.Bahçe-Beşiktaş derbisi şimdiden gündemi kapladı. Tartışmalar-tahminler gırla gidiyor.
Coşkusuna, heyecanına söyleyecek bir lafım yok. Ama zirveyi ne ölçüde etkiler, bunu tartışabilirim...
Hele hele, geçen haftanın sürpriz sonuçlarını gördükten sonra derbilerin getirisi kafaları karıştırdı.
Bir zamanlar derbiyi kazananın şampiyonluk yolunda bir adım öne geçtiğini söyleyenler, şimdi olaya umursamaz gözle bakabiliyor.
Neye güvenerek?
İnanıyorlar ki derbinin galibi bir hafta sonra sıradan bir deplasman maçında beklenmedik bir kroşe yiyebilir.
Veya iç sahada akıllara durgunluk veren bir puan kaybına uğrayabilir. Derbide aldığı üç puanın sevincini yaşamadan hüsranla tanışabilir.
* * *
BİR örnek verebilirim... 2006-2007 sezonunda F.Bahçe 70 puanla şampiyonluğa ulaştı. Bu rakam günlerce tartışıldı.
Yine bu rakam, ligin 18 takımla oynanmaya başlandığı 1994-95 sezonundan bu yana, bir şampiyonun topladığı en az puandı.
Neden böyle oldu?
Çünkü, F.Bahçe, küme düşen 3 takıma 8 puan kaptırdı.
Ve sıralamada ilk 8 takımın altında kalanlar, her fırsatta F.Bahçe’yi hırpaladılar, puanını yediler.
Aynı sezon G.Saray, Beşiktaş ve Trabzonspor da benzeri sonuçlarla büyük şoklar yaşadılar.
Bir örnek de bu sezondan...
Ankaragücü berbat bir giriş yaptı yeni sezona. Sahasında bile yüzü gülmedi. Yine de F.Bahçe’ye tek puanlık bir çelme atarak şampiyon adayının iki puanına kan doğradı.
Şöyle bir toparlayayım...
Eski derbiler tarih oldu!
Derbi kazanıp yan gelip yatmak yok artık.
Küçüklerden biri gelir, vurur kazmayı beline!
Öyleyse, sakın saç-baş yolmayın. F.Bahçe-Beşiktaş derbisinden çıkacak kötü bir sonuç, asla hayatın sonu olamaz...
* * *
YAZIYA derbiden girdim sonuna dek gidelim.
Derbinin sonucu asla hayatın sonu olamaz dedim...
Ancak, çıkacak sonucun her iki teknik adamın konumunda bazı değişiklikler yapacağını hisseder gibiyim.
Kim ne söylerse söylesin, F.Bahçe’nin yenilgisi, bir zirve görüşmesini gerçekleştirebilir.
Acaba, Başkan Aziz Yıldırım-Aragones buluşmasından nasıl bir sonuç çıkar?
Olası bir galibiyet ise, Aragones ile F.Bahçe arasında uzun haftalar sürecek bir nikahın müjdecisidir...
Benim merakım başka!
Mustafa Denizli ile Beşiktaş seyircisi arasındaki sıcak temas ne zaman gerçekleşebilir?
İnönü Stadı’ndaki maçlarda bakıyor ve görüyorum...
Denizli kulübeye birkaç kişinin alkışları ile gidiyor. Yeni Açık’ın önünden geçerken eline tutuşturulan bir demet yasemen ve sonra cılız bir alkış... Eskişehir maçında da böyleydi. Yanılmıyorsam, Rıza Çalımbay’ın aldığı alkış daha fazlaydı Denizli’den.
Evet, F.Bahçe-Beşiktaş derbisinden çıkacak sonuç, F.Bahçe veya Beşiktaş’ın zirve savaşında aşırı bir tahribat yapmaz ama...
Denizli-taraftar arasındaki soğukluğa sıcak bir boyut getirebilir.
* * *
Ve derbinin hakemi açıklandı!
Bünyamin Gezer.
Alkışlıyorum, MHK bir maçın hakemini sayın Melih Gökçek ve Cemal Aydın’dan önce davranıp bizlere duyurdu.
Şükürler olsun!
Yazının Devamını Oku 24 Kasım 2008
BEŞİKTAŞ’ın oynadığı oyundan tat ve keyif almadığım maçlarda, gözlerim bir süre sonra iki adama kayar. Biri, Matias Delgado diğeri Rodrigo Tello... Teknik adamın bu ikiliye yükleyeceği görevi hiç düşünmeden Beşiktaş’ın kötü bir gününden ve skordan öncelikle onları sorumlu tutarım.
İnanırım ki, her ikisi de Beşiktaş’ı yönlendirecek, kötü giden bir oyunun kaderini değiştirecek özelliklerle donatılmıştır.
Dün gece Beşiktaş’ın özellikle ilk yarıda hücum organizasyonunda sıkıntılar çektiği dakikalarda gözlerim yine bu iki adama yöneldi.
Delgado, oyuna hiç elini sürmedi. Bir-iki çalım ve birkaç pasın ötesinde varlığı hiç hissedilmedi. Fizik açıdan da sağlıksız bir görüntü verdi.
Rodrigo Tello, Delgado’nun kaybolduğu dakikalarda oyuna asıldı. Rakip yarı alanın her bölgesinde hareketli ve etkiliydi.
İlk golde, Sivok’un kafasına kestiği orta nefisti. Ve golden önce kornerden direkt kaleye gönderdiği top, tartışmalı bir pozisyonu da beraberinde getirdi.
Bana göre, Tello’nun vuruşunda Eskişehirspor kalecisi Ivesa, topu içerden çıkarttı!
Tribünler bastı yaygarayı... Hadi, orta hakem Hüseyin Göçek pozisyonu kaçırdı. Yan hakem Murat Şahin nerelere bakıyordu...
* * *
BEŞİKTAŞ, ikinci yarıya farklı bir coşku ile başladı. İkinci golün hazırlanışı Beşiktaş’ın özlenen görüntülerinden güzel bir kareydi...
Tello, Holosko’ya mükemmel bir pas attı. Holosko, çizgiden taşıdığı topu Nobre’nin önüne bıraktı...
Bu gol, bir bakıma üç puanın garantisiydi. Daha sonraki dakikalarda aklım hafta sonu oynanacak Fenerbahçe derbisine takıldı. Ve kafamı kurcalayan bazı sorulara yanıtlar aradım...
Dün Youla’yı, İbrahim Toraman’la kontrol altında tutan Denizli, herhalde derbide aynı kilidi Alex’e uygulayacak. Acaba, hangi futbolcuyu kullanarak...
Kenarda beklettiği Gökhan Zan’ı Kadıköy’de sahaya sürecek mi?
Hücumdaki tercihi yine Nobre-Holosko mu olacak? Bobo, kenarda mı bekleyecek?
Orta sahanın göbeği Eskişehir maçındaki gibi Sivok-Cisse ikilisinden mi oluşacak?
Biliyorum, Delgado’nun formuna hiç aldırmadan, kaptanı direkt sahaya sürecek. Benim bu konudaki merakım, acaba Delgado, Denizli’nin bu güvenine derbide nasıl bir karşılık verecek.
Söylediğim gibi Beşiktaş’ın Kadıköy derbisinden alacağı sonuçta bu iki adam Rodrigo Tello ve Matias Delgado önemli rol oynayacak.
Yazının Devamını Oku 18 Kasım 2008
KORKULAR boşunaymış... Alev alev yanan bir kente gideceğimi düşünürken, bir huzurevinin sakinliğine bürünmüş Bursa’da sıcak bir doksan dakika yaşadım.
Hani, dedikodulara inansam, işi gücü bırakıp geri döneceğim... Eskihisar’da arabalı vapura binerken, ekmek arası köfte satan birinin yanımıza yaklaşıp, pis pis sırıtarak söylediklerine kulak versem, vazgeçeceğim bu seferden...
Abiciğim, ölüme mi gidiyorsunuz! O, pis pis sırıtarak korku salarken, ben de pis pis sırıtarak baktım adamın suratına. Ne demek istediğimi anladı. Dönüp gitti.
* * *
BURSA’ya girerken gözlerimizle sağı-solu tarıyorduk. Plakamıza bakan bir gözü yakalamak ister gibi...
Yazının Devamını Oku 17 Kasım 2008
BEŞİKTAŞ’ın oyun düzeninde Mustafa Denizli’nin hücum hevesinden net çizgiler gördüm.<br><br>Sanki her Beşiktaşlı rakip kaleye kilitlenmişti. Kolayca atağa çıktılar, pozisyon yaratmakta zorlanmadılar. Nobre ve Holosko hücum mangasının öndeki ikilisiydi. Arkadan gelenlerle rakip kalede ve her pozisyonda kalabalık bir hücum ordusu oluşturdu Beşiktaş...
Nobre’nin 34. dakikada kaçırdığı fırsat oyundaki tüm değerleri değiştirebilirdi. Ve olası bir gol, Denizli’nin hücuma yatırdığı primin ve bazı risklerin karşılığı olabilirdi.
Denizli, iki adamına ekstra sorumluluk yükledi. Delgado ve Tello...
Özgürce dolaştıkları sahada Beşiktaş’ı yönlendiren ikiliydi. Özellikle Tello’nun oyun hevesi üst düzeydeydi.
Beşiktaş’ın kısır bir skora takılmasının bazı nedenleri vardı. Özellikle son vuruşlardaki kararsızlık... Ve gol bölgelerinde fantaziye varan gereksiz oyalanmalar...
Beşiktaş, ilk yarıda sol kulvarı gerektiği gibi kullandı. İbrahim Üzülmez ve Ekrem Dağ’ın bu kanattaki çabalarına her fırsatta Tello da katıldı. Ve taşıdıkları toplar Beşiktaş’a pozisyon ortamı yarattı.
* * *
Beşiktaş’ın endişe ve korkuları sadece tek adam üzerinde yoğunlaştı. Mustafa hoca, İbrahim Toraman’la Yusuf Şimşek’i kontrole alarak Bursaspor’un oyun organizasyonunu bozmayı düşünmüştü. Planı tuttu...
Maçın skorunu bir kenara itiyorum. Beşiktaş’ın bir lig maçında ilk kez böylesine farklı bir performans ve oyun felsefesiyle bütünleştiğini gördüm.
Maçın stresi belki daha rahat oynamalarını etkiledi. Bunu da normal karşılıyorum...
Ancak, kullandıkları rekor düzeydeki kornerleri değerlendiremeyen... Ve bazı pozisyonlarda beceriksizce davranan bir takımın gereksiz hovardalığını da anlamakta zorlanıyorum.
* * *
Mustafa Denizli düşlerindeki Beşiktaş için bir süre istedi.
5-6 haftalık bir zaman dilimine yayılan bu sürenin sonunda alkışlanan bir Beşiktaş yaratacağını söyledi.
Bursa maçında bundan net kareler gördüm.
Beşiktaş, özellikle ilk 45 dakikadaki performansını oyunun daha geniş dakikalarına yayarsa, özlenen Beşiktaş’ın gelişi yakındır...
Yazının Devamını Oku 12 Kasım 2008
ÖNCE ilk 45 dakikalık bölümü anlatacağım. Beşiktaş ilk yarıda sipere yatmış bir mangayı andırıyordu. <br><br>Trabzonspor ataklarını çok adamla karşıladı. Savunmadan pek çıkmadı. Daha doğrusu, böyle bir fırsat bulamadı. Mustafa Denizli, öncelikle Yattara-Serkan Balcı ikilisinin sağ kulvardan taşıyacağı ataklara özel bir önlem almıştı.
Bu bölgeye İbrahim Üzülmez-Seric ikilisi önlü-arkalı koruyarak sert bir savunma duvarı oluşturdu.
Bu duvar, zaman zaman delinse de, böyle bir önlem gerekliydi.
İlk yarıda Beşiktaş savunması kendi derdiyle uğraştı. Oyuna pek katılmadı. Üstelik, orta saha dabu bölgede tutunmakta zorlanınca, savunmanın yükü ikiye katlandı.
İlk 45 dakikanın en başarılı adamı tartışmasız kaleci Hakan Arıkan idi. Nefes alacak fırsat bulamadı.
Bobo’nun golü, Beşiktaş’ın başına konan bir talih kuşuydu. Tony Sylva’nın elinden kaçırdığı topa sadece dokundu, Bobo...
* * *
BU gol Beşiktaş’ın oyun karakterini değiştirebilirdi. Daha çok hücuma çıkarak daha yürekli oynayabilirdi. Üstelik sahadaki görünümü ve diziliş düzenide buna inandırıyordu.
Yinede eğri oturup doğru konuşalım... Öncelikle böyle bir düşünceyi ateşleyecek isimler, oyunun sadece bir yönüne çakılı kaldılar.
Uğur İnceman, boğuşmaktan kaçmadı. Ama ileriye atacağı adımları sınırları kaldı.
Tello’nun ne yaptığını, neler yapmak istediğini anlayamadım. Ne oyunu yönetebildi, ne de kendini.
Gelelim Beşiktaş’ın yediği gole... Fazla anlatmayacağım. Her hafta yediği klasik gollerden biriydi. Pozisyonu film izler gibi seyrettiler. Golden sonra başladılar dövünmeye...
Belki, bu maçtan alacağı tek puan bile Beşiktaş’ın bir üst tura çıkmasını kolaylaştıracaktı.
Bu tek puanı garantiye almak için kontrollü bir oyuna yönelmesi göz ardı edilebilir.
Ancak, benim derdim başka...Bu düşünce Mustafa hocadan mı kaynaklandı. Yoksa futbolcuların işgüzarlığından mı?
Beşiktaş tek puanı ararken, Zapo’nun kafa golüyle galibiyete ulaştı. Umduğundan da fazlasını buldu. Bu golde bir üst turun garantisiydi...
Yazının Devamını Oku 11 Kasım 2008
PAZARTESİ sabahı servise adım attım ve gürültü kirliliği arasında boğulan bir şarkıya kulak kabarttım... <br><br>F.Bahçe muhabiri Sadi Kemal Yaşar’ın bilgisayarından dökülen nağmeler, G.Saray muhabiri Adem Kabayel’in suratında sanki bir kamçı gibi patlıyordu.
Biri pür-neşe diğeri bir karış surat... Sadi çalıyor, Adem acı çekiyor.
Bir teselli ver kırılan gururuma.
Bir tebessüm et unutursun zamanla.
Yine dalmışım, aynada yüzüm aynı.
Yazının Devamını Oku 8 Kasım 2008
KAYSERİ yenilgisinden sonra tribünlerin Beşiktaş’ı böylesine coşku dolu bir moral sofrasında ağırlamasını beklemiyordum. Kırgın ve küskün değillerdi. Belki de belli etmek istemiyorlardı. 15 dakika dolmadan yedikleri gol bile o coşkuyu bozmadı. Hatta bir dakika sonra gelen ikinci gol de umutları tüketmedi.
Gelelim, yedikleri gollere... Her ikisinde de adeta bir savunma faciası yaşadı Beşiktaş... Tek tek isim vermeyeceğim. İşledikleri suçu, tüm savunma ailesinin üzerine yıkacağım.
Acaba, Denizli bu bölgede farklı bir yapılanmaya yönelecek mi, merakla bekliyorum. Ve düşünüyorum...
Bu savunma özellikle derbilerin yükünü taşıyabilir mi?
İlk 45 dakika biterken kadroyu şöyle bir taradım. Nobre’nin dışında gözüme çarpan bir başka isim bulamadım.
Tello, silik ve etkisizdi. Hiçbir pozisyonda görünmedi. Beklenen işleri becerecek bir performanstan uzaktı.
Herhalde, onun haline Mustafa hoca da şaşırmıştır!
Delgado’yu sormayın. İlk yarıda elini oyuna hiç sürmedi. Ne yaratıcı bir pas, ne de şut... Misafir bir sanatçı gibiydi. Nazlı adımlarla dolaştı sahada. Ama öyle bir sağ ayak var ki, attığı golle her şeyi unutturdu.
* * *
KOCAELİSPOR gibi ağır oynayan bir rakip karşısında Beşiktaş, yüksek tempoya yönelmeliydi. Bunun için de Tello ve Delgado’nun daha farklı bir performans sergilemesi gerekiyordu.
Ancak, ikinci yarıda akıl ettiler. Ve gerçek kimliklerine yaklaştılar. Kanatlara gelince, ne Ekrem Dağ ne İbrahim Üzülmez bu bölgelere hareketlilik ve ofansif bir güç taşıyabildi...
Denizli, Cisse’nin sakatlanmasından sonra Gökhan Zan’ı oyuna aldı. Ve Sivok’u orta sahaya gönderdi.
Gördüğümü söyleyeyim... Sivok, geniş alanda daha yararlı ve becerikli. Oyunun her iki yönüne katılma isteği ise, onu daha farklı bir düzeye taşıyor.
Ve Sivok’tan boşalacak yerin adamı da Gökhan Zan’dır!
Beşiktaş, dün gece ikinci yarıdaki oyunu ile giden maçı kurtardı. Skora göre konuşmayacağım. Rakip Kocaelispor değil de, daha dişli ve yürekli bir rakip olsaydı, Beşiktaş bu skoru yakalayabilir miydi?
Skoru bırakın, maçı kurtarabilir miydi?
Beş gol, bu gerçekleri unutturmasın...
Yazının Devamını Oku 4 Kasım 2008
UAN şemasının tepesinde 3 Anadolu takımı... Trabzonspor, Ankaraspor ve Sivasspor. Oralarda ne kadar kalacakları önemli değil. Belki tek tek dökülecekler. Ancak bu, büyüklerle ilgili düşünceleri asla değiştirmeyecek.
Büyük kelimesi, artık onların sırtında eğreti bir kostüm gibi duruyor!10 kişilik Eskişehirspor karşısında tek puanı güç-bela kurtaran F.Bahçe’nin neresi büyük? Hadi geçelim Fener’i...
Kayseri’de üç puan bırakan ve adam gibi bir pozisyon yaratamayan Beşiktaş, nesiyle büyük...
Üç puana karşın oyunun ikinci yarısında Ali Sami Yen’in her noktasını Gaziantepspor’a teslim eden G.Saray, hangi aklın büyüğü...
Geçin bu büyüklük egosunu. Geçen hafta yine gördük...
Yazının Devamını Oku