Paylaş
Kısa ve sade bir yanıt geldi: Hiç sıkma kendini. Aklına ne geliyorsa. Gönlünden ne geçiyorsa yaz!
Gönlümden ne geçiyorsa... Hiç düşünmeden bilgisayarın tuşlarını dövmeye başladım.
Gözlerimde derbiyi canlandırdım. Ve sahada koşan Beşiktaş’a baktım. Sonra Beşiktaş’ın son şampiyon kadrosunu hatırlamaya çalıştım. Ve bir soru yönelttim kendime...
Şu takımda bir Zago forma giyseydi. Yanına da Ronaldo’yu alsaydı. Beşiktaş savunması G.Saray derbisini böylesine kolay kaybeder miydi?
O dönemden bir-iki isim aklıma geldi. Bir Guinti ile Tayfur Havutçu’nun egemenliğini ilan ettiği bir orta alanda G.Saray tam yol yelken açabilir miydi?
Yine aynı bölgede Lincoln, ritmik adımlarla ve latin dansından çeşitlemeler yaparak böylesine özgürce dolaşabilir miydi?
Son şampiyon kadronun yıldızları tek tek aklıma düşüyordu...
O kadrodan bir İlhan Mansız, bugünlere gelseydi. Pazar günkü derbide Beşiktaş atakları böylesine cılız ve etkisiz mi olurdu?
Bir Sergen Yalçın’ın zekası ile Tümer Metin’in yaratıcılığı bu derbiye bulaşsaydı, Beşiktaş böylesine ucuz bir yenilgiye eyvallah der miydi?
Evet, okurların istedikleri gibi gönlümden geçenleri yazıyorum... Belki başka şeyler de yazabilirdim. Ama aklıma bunlar geliyor.
O takımdaki özgüven duyguları ile bu takım arasındaki farkı düşünüyorum... Ve bugünün yabancıları ile o günün yabancılarını kıyaslıyorum da... Bakın, kafam nelere takılıyor:
Bu kadrodan fazla şeyler mi bekleniyor. Bu kadronun kalitesi isteklere karşılık verecek düzeyde mi. Bu kadro gerçekten Beşiktaş’ı temsil edebilecek ağırlığı taşıyor mu?
* * *
EVET, bu sorulara yanıtlar aradım. Harbi, samimi düşüncemi hiç çekinmeden haykıracağım...
Bu kadroya şampiyonluk umudu ile bağlanmak, bir hayal peşinde koşmaktan başka bir şey değildir!
İyi de, G.Saray yenilgisine bozulup benden bir yazı yazmamı isteyenler, yine de duygularına kapılıp sorabilirler?
Peki, Mustafa Hoca’nın sözleri de bir hayal ürünü mü!
Hangi sözleri...
Benim adım Mustafa Denizli, bu takımın adı da Beşiktaş ise, neler yapacağımızı göreceksiniz.
Olabilir, Mustafa Hoca’nın böyle düşünmesi ne güzel.
Ancak bana sorarsanız. İstediğiniz gibi gönlümden geçeni yazacağım...
Mustafa Denizli, Beşiktaş’a geldiği gün bu kadronun çapını-mapını bir kenara atıp, hayaller kurmuştum. Eleştirdiğim kadroya şampiyonluk kanatları takmıştım.
Peki, şimdi ne oldu?
Anladım ki, elinde sihirli bir değnek yok Mustafa Hoca’nın!
* * *
BEŞİKTAŞ ve Mustafa Denizli için böyle düşünüyorum. Ama maçın hakemi Cüneyt Çakır için neler düşündüğümü sorarsanız... Tek şey söyleyeceğim.
Şımarık!
Kırmızı kartını çıkartmadan önce Delgado’nun söylediklerini dinlerken suratındaki ifadeye baktım. Sinsi bir tebessümle bir az sonra çıkartacağı kartın adeta keyfini yaşıyordu. Her şeye karşın Denizli bu derbiyi 11 kişi tamamlamak isterdi.
Delgado, oyundan çıkarken hocanın da suratını gördüm. Belki Delgado’dan daha çok acı çekiyordu. Belki, derbinin gelecek dakikaları için bazı planları vardı.
Bir taşla üç kuş vurdu Cüneyt Çakır!
Delgado’yu oyundan attı. Beşiktaş’ı uçuruma itti. Ve ne olursa olsun Mustafa Denizli’nin beklentilerine makas attı.
Yakışmadı FIFA kokartlı hakeme!
* * *
LAF dönüp dolaşıp hakemlere gelince, derbiyi izleyen Ümit Özat’ın konu ile ilgili bir görüşünü satırlara taşımak istedim. Diyor ki...
Almanya’da futbol oynayan bir kişi olarak şunu söyleyebilirim. Türkiye’de hakemler bazı şeyleri çok saçma yorumluyor. Eğer futbolcu size aşağılayıcı bir harekette bulunmuyorsa... Sizi seyircinin önüne atmıyorsa, hoşgörülü davranmanız gerekir. Oyunun ruhunu anlamanız gerekir. Her şey kitaptaki gibi olmaz. Çakır, bir hata ile maçın kaderini etkiledi.
Duydunuz mu sevgili Çakır. Bu sözler size. Oyunun ve futbolcunun ruhunu anlamanız gerekiyormuş!
Her şeye karşın bir Beşiktaş yazarı olarak G.Saray’ı kutluyorum. Derbiye daha iyi hazırlanmışlardı. Daha gerçekçi oynadılar. Daha inançlı davrandılar ve kazandılar.
Paylaş