Paylaş
Fıstıki yeşil boyalı duvara çakılmış çiviye asılı takım elbisenin önünde iki evladıyla çektirdiği fotoğrafa bakınca içinizde susturmak istediğiniz o sesin yükseldiğini hissediyorsunuz:
(ABD’li aktör Edward Norton, Suriyeli bilim adamının sosyal medya üzerinden yayılan hikâyesini öğrenince gözyaşlarına boğulduğunu söyleyerek bağış kampanyası başlattı. Dün itibarıyla Suriyeli bilim adamının, ABD’nin Michigan eyaletine gitmesi için 440 bin dolar (1 milyon 300 bin TL) toplandı.)
“Herkesin başına gelebilir, senin de başına gelebilir işte bütün bu felaketler; gör!”
Sosyal medyada hikâyesi hızla yayılınca duyduk sesini bütün dünyayla birlikte...
Başarılı bir bilim insanı olduğunu, evine isabet eden bir füzenin ailesinden 7 can aldığını, mide kanserine yakalandığını, çaresizlik ve yokluk içinde İstanbul’da ayakta kalmaya çalıştığını öğrenmemiz için ABD’deki bir blog yazarının öyküsünü anlatması gerekti.
*
Humans of New York (HONY) üzerinde yayınlanan hikâyesine Obama’nın destek mesajı yollaması, ABD’nin bilim adamı ve ailesini davet etmesi, ünlü aktör Edward Norton’un maddi yardım kampanyası başlatması gibi iyi haberler birbirini izledi.
Hikâyesi, yüz ifadesi içimize işleyen bu parlak bilim insanı artık ABD’de, Michigan’da bir hayat kuracak kendisine.
Yaşadığı acıları gözleriniz dolmadan okumak mümkün değildi:
“...Füzenin içinde her biri iğneler ve şarapnelle dolu 116 bomba vardı. Pembe evde kardeşim oturuyordu. Tüm ailesi öldü. İkinci füze yeşil eve düştü ama patlamadı. Burası benim evimdi. Eğer füze patlasaydı, sağ çocuğum kalmazdı. Evin sadece üst katı gitti. Ama karım ve kızım o kattaydı. Saldırıda 16 kişi öldü. Yedisi benim ailemdendi.
Evimize füze düştüğünde şehir dışında bir şantiyedeydim. Yardım edecek kimse yoktu. Oğlum annesinin ve kız kardeşinin cesetlerinin parçalarını elleriyle evin dışına çıkardı...”
*
İnsanı hayata, dünyaya küstürecek, belini bükecek, ruhunu ezecek bu büyük dramın ardından koruduğu umut, beslediği “insanlığa faydalı olmak isteğinin” devam etmesinin beni ayrıca çarptığını belirtmeliyim.
Yakıtsız 48 saat havada kalabilecek uçak, depremi önceden tahmin edecek cihaz gibi projelerini anlatırken şöyle diyordu:
“Michigan’a gideceğimi öğrendim bugün. Hakkında hiçbir fikrim yok. Ama umarım güvenli bir yerdir, umarım orada bilime saygı gösteriliyordur. Sadece yeniden çalışmaya koyulmak istiyorum. Yeniden bir insan olmayı istiyorum. Ben hâlâ buradayım...”
Mide kanseri olduğunu, Türkiye’de 5 kez hastaneye gitmesine rağmen sigortası olmadığı için bir şey yapılamadığını da söylüyordu mesajında...
*
Nereye varacağım?.. Derdimi anlatmaya çalışayım.
Türkiye’nin “açık kapı” politikasını yöntem ve uygulamalara şerh koysam da sonuna kadar destekledim.
Zorda kalmış insanlara kapımızı açmak beni gururlandırdı.
Bu konuda Türkiye’ye getirilen eleştirileri (kimilerinde haklılık payı bulunsa bile) sahtekârca buldum.
“Çok biliyorsan gel taşın altına sen elini koy!” demekte haklı olduğumuzu düşündüm.
Ama el âlem eleştiremeyecek diye bizlerin de eleştirmemesi gerekmiyor.
Bu kadar büyük ve yoğun bir göçü kaldırmak konusunda Türkiye’nin kendi şartlarına göre olağanüstü iyi bir performans gösterdiğini düşünüyorum.
2 milyondan fazla göçmeni belli bir sistem içinde kaydetmek çok zor bunu da biliyorum ama bu bilim adamı örneğinde de gördüğümüz üzere gelinen vaziyet “Aldım yurda, Mevlâm kayıra” tabelasını işaret ediyor.
*
Parayla satılan ve fuhuş çetelerine kaptırılan çocuklar, iradesi dışında kamplarda tutulanlar, dilendirilenler, eğitilemeyenler, sesleri bu kaosta duyulmayanlar...
Türkiye elinden geleni yaptı, doğrudur ama daha doğru daha sistemli yürütülebilirdi sanki.
Daha iyisini bildiğim için, acımasızca eleştirmek için söylemiyorum...
Ama bir daha düşünelim ve nasıl daha sağlıklı bir sistem kurabiliriz, mesela kıymetli bir bilim adamına “Bilime saygı duyulan bir ülkeye geldim ben” dedirtebiliriz bir daha bakalım demeye çalışıyorum.
Bu kadar...
Paylaş