Paylaş
Sonunu bildiğiniz bir filmi seyretmek gibiydi o hatıraları okumak...
Yıllarını sürgün hayatıyla geçiren (Sabiha Hanım 1968’de Bakü’de ülkesini bir daha göremeden hayata veda etmiştir) bu iki aydın insanın başlarına çorabın nasıl örüldüğünü adım adım okursunuz.
Suçları da pek büyüktür doğrusu! Daha demokratik, daha özgür bir rejim, bir ülke istemişler ve seslerini “yayın yoluyla” duyurmuşlardır.
Kâğıt üstünde, imzalanan uluslararası anlaşmalarda bir rüya gibi beliren ve yok olan demokrasiyi, insanca bir hayat için gerekli hakları talep etmek o yılların Türkiye’si için çok tehlikelidir.
“Bugün farklı mı sanki?” sorusunu biraz bekletin, sonra istediğiniz gibi sorup cevaplarsınız...
*
İkinci Dünya Savaşı boyunca “Türk Basını”nın aksine Nazizm’e karşı bayrak açmışlar, Milli Şef İnönü ve müesses nizâma ters düşmüşlerdir.
Muhbirler, sürekli polis takipleri, gözaltılar, “Gızıl gomoniz bunlar” yaygarası eşliğinde itibarsızlaştırma operasyonları...
Yazıları cımbızlanarak, çarpıtılarak, eğilerek, bükülerek hedef gösterilmişlerdir.
Cumhurbaşkanı İnönü’nün demecinden yola çıkarak, hatta neredeyse onun demecinde değindiği “demokrasi” kavramını tekrarlayarak yazdıkları yazıları yüzünden uydurma iddianamelerle yargılanmışlardır.
“TBMM ve Cumhuriyet hükûmetinin yüce varlığını tahkir ve tezyif etmek”le suçlandıkları o yazıları bugün okuyunca “Nerede küçümsemişler, nerede hakaret etmişler?” diye düşünüyorsunuz ki; malum bugün de benzer pratikleri yaşıyoruz.
*
Sabiha ve Zekeriya Sertel’i hedefe koyan muktedirler, taşa tutan meslektaşlar yıllardır tanıştıkları, dostlukları bulunan kimselerdir.
4 Aralık 1945’te Tan Matbaası’nın basılmasını, tamamen tahrip edilmesini, o “Türk işi Kristal Gün ve Gece”nin tetiklenmesini daha bir akşam önce birlikte oldukları Hüseyin Cahit Yalçın’ın “Kalkın ey ehli vatan!” makalesi sağlamıştır.
Kendisi 31 Mart Ayaklanması’nda canını tesadüfen kurtaran ve güya sürgün, hapis, baskı nedir bilen Hüseyin Cahit!
Hüseyin Cahit’in yazısı zaten dolmuş bardağı taşıran son damladır.
Rejime, muktedire yaranmak, avantaj sağlamak, koltuk kapmak, başını okşatmak isteyen diğer “gazeteci”lerin yazıları da arşivlerdedir.
Neticede Sertel çifti ülkeyi terk etmek zorunda kalır. O sıralar Demokrat Parti’nin kuruluş aşamasına da katkı sağlamış olan bu iki güzide insana sahip çıkan bulunmaz.
“Liberaller ve solcular” arasındaki kopuşu da simgeleyen bu hadisenin ardından yaşananlar yakın tarihimiz, herkes kendince yorumluyor işte, malumunuz...
*
Şu anda Erdem Gül’le birlikte Silivri’de “yatırılan” Can Dündar, Tan Matbaası Baskını’na katılan “heyecanlı gençlere” yıllar sonra sormuştur “O gün neredeydiniz?” diye.
Cevabı bilen biliyor ama mesela bir Cumhurbaşkanı bile (Süleyman Demirel) çıkarmıştır o “nümayişe” katılanlar.
Kimi CHP’den kimi DP’den vekil olmuştur.
Koca yazarlar, hukukçular, siyasetçiler çıkmıştır o “hassasiyeti kaşınmış” kitleden.
Demokrasi konusunda mangalda kül bırakmayan nice “büyük Türk büyüğü”, hürriyet kahramanı ve daha önemlisi bugün de içinde yaşadığımız yapıştırma demokrasi iklimi, zihniyeti neşet etmiştir.
Bugünün köşe muhbirlerinin de, gazete baskını yapan vandallara trafik polisliği yapanların da izini, prototipini okursunuz Sertel imzalı anılarda.
Can ve Erdem’i tehdit görüp cezaevine yollayanların ataları hakkında da fikir sahibi olursunuz...
Ümit Alan’ın Sertel çiftinin “Davamız ve Müdafaamız”ına yazdığı önsözde vurguladığı üzere “Tarih tekerrürden ibarettir” dersiniz, bu vecizenin hakkını daha önce bu kadar verememiş olduğunu düşünerek...
Okumanız dileğiyle...
------------------------
(Sabiha Sertel “Roman Gibi”. Zekeriya Sertel “Hatırladıklarım”. Sabiha-Zekeriya Sertel “Davamız ve Müdafaamız”. Can Yayınları, 2015)
Paylaş