Kanat Atkaya

Sonsuza kadar genç

2 Nisan 2017
HALİT Akçatepe’nin ‘Hababam Sınıfı’nda rol aldığında aslında 37 yaşında, iki çocuk babası bir aile reisi olduğunu öğrendiğimde yaşım bu şoku kaldıracak kadar ilerlemişti neyse ki!

Fakat çok şaşırmış hatta daha sonra kontrol etmiştim bu bilgiyi.

37 yaşında, deneyimli, setlerde ve tiyatro sahnesinde doğmuş, büyümüş bir oyuncunun zerrece sırıtmadan liseli bir genci canlandırması karşısında ilk madalya elbette kendisine verilir.

LİSEDEN ARKADAŞIMDIR

Fiziğinin sağladığı “sonsuz gençlik” avantajının ötesine geçiyordu rolünde Akçatepe.

Her seyreden kişinin okul bahçesinde elini omzuna atıp konuştuğu yakın, sempatik, neşeli okul arkadaşını gördüğü bir performans koyuyordu ortaya.

Elbette Ertem Eğilmez’in olağanüstü “kadro” yeteneği, sıcacık sinema dilinin, dehasının etkisi vardı bütün oyuncuların parlamasında.

Ama çift dikiş gitmesiyle malum Hababam’da bile sırıtması gereken o yaştaki bir oyuncunun liseliyi yaşama ve yansıtma becerisi inanılmazdı.

DAMARDAN ALAYLI

Yazının Devamını Oku

Aman Gürcistan, aman Azerbaycan!

28 Mart 2017
GÜRCİSTAN ve Azerbaycan bence şu sıralar her zamankinden daha fazla dikkatli olmalı, çünkü komşularımız arasında kafaya “Eyy!” yemeyen yalnızca onlar kaldı.

“Dış Haberler” bahsinde her yeni güne var olan sorunlara en az bir tane daha yükleyerek uyanıyoruz, malum. O “şok şok şokdozunu vermezlerse, almazsak, işimiz yolunda gitmeyecek sanki...

Dün de “İran’dan sert tepki” haberiyle güne merhaba dedik, dozumuzu aldık, rahatladık.

Nedir İran’la mesele?

Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan Yardımcısı Veysi Kaynak’ın hafta sonundaki konuşmaları tetikledi, öğrenmiş olduk.

Tatlı Dil Forumu’nda konuşan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, AB ülkelerinin dışında İran’a da söyleyecekleri vardı.

Erdoğan, İran’ın “tarihsel kökü olan, mezhepçiliğe ve yayılmacılığa dayalı bir ırkçılık” yaptığını söylerken, Kaynak da 3 milyona yaklaşan bir mülteci hareketinden bahsederken İran’ı işaret etti.

Komşu İran da buna “Kabul edilemez. Yayılmacı ve müdahaleci sizsiniz!” dedi.

Şimdi ne olur? Dışişleri’nin kapısında kınanmak üzere bekleyen çoğu Avrupalı diplomatın oluşturduğu kuyruğa İranlı meslektaşları da katılır mı? Göreceğiz. Dün

Yazının Devamını Oku

Al sana ayıp!

26 Mart 2017
HARBİYE’deki Askeri Müze’de düzenlenen Çikolata, Şekerleme ve Pasta Festivali’nde şehit Ömer Halisdemir’in pastadan heykelinin sergilenmesi doğal olarak tepki çekti.

Akılsızlık, saygısızlık, rezillik, tanıtım için ne yapacağını şaşırmak... Hangisini (hepsini veya ötesini) uygun görürseniz, işte öyle bir hareket...

Hatırlarsanız, “devrin yükselen değeri” pozisyonundaki bir inşaat şirketi de Halisdemir’in adını kullanarak bir konut projesi yapacağını duyurmuş, ailesi karşı çıkınca, oğullarının adının reklam amaçlı kullanılmasına isyan edince apar topar geri adım atmıştı.

Bir şehidin adını kullanarak maddi kazanç sağlanacak bir işe kalkışmak ne akla, ne vicdana sığar.

Fakat biz neler gördük neler?..

Hatırlayalım mı içimiz kararak, “Oooof, of!” diyerek?..

“Şehide ayıp”, “Şehide büyük saygısızlık” diye arşiv taraması yapınca ortaya neler çıkıyor bir bakalım mı?..

18 Mart 2007’de, İskenderun’da düzenlenen Çanakkale Şehitlerini Anma programına katılanlar arasında gözü yaşlı, ruhu isyanda bir aile daha vardı.

11 Temmuz 2006’da Şırnak’ın İdil ilçesinde devriye görevi yaparken arkadaşı

Yazının Devamını Oku

Elveda Hayal, görüşmek üzere abi

23 Mart 2017
ARKADAŞIMIZ Dinçer Gökçe’nin “Beyoğlu Hayal Kahvesi kapanıyor” haberi bir süredir sohbetlerde “altyazı” olarak geçen söylentiye netlik kazandırmış oldu.

“Hayal kapanıyormuş, öyle duydum” cümlesinin ardından kendi çevremden gelen tepkileri paylaşırsam “hadiseye verilen tepkiler” konusunda bir nevi özet çıkarmış oluruz sanırım.

“Abi, hadi ya!” diye üzülen ve/veya üzüntüsünde ısrarcı olmayanlar...

“Gençliğim eyvah!” diyerek, sırtına vurduğu nostalji yüküyle beraber konuya geriatri kavşağından dahil olanlar...

“Afrika Han’dan taşındığında kapanmış sayılırdı” girişiyle tarihsel bir perspektife sahip olduğunu vurgulayanlar...

“Beyoğlu mu kaldı abi? Orayı da nargileci, şekerci, kahveci yapsınlar rahat etsinler” çıkışmasıyla muhitin yıllardır askıda olan vefat ilanını hatırlatanlar...

“Yapma ya? Niye ki?” diye şaşırarak en az 10 yıldır kendi hayal âlemimde yaşadığını belli eden şapşikler...

“Kapı politikası küskünleri” gibi butik yaklaşımlar da vardı ama kestirmeden gidersek, tepkiler bu ana hatlar üzerine yığılıyordu işte...

KALDIRIMLARIN DİLİ YOK

Yazının Devamını Oku

Battal’a bulaşmayın, çok pis ok atıyor!

21 Mart 2017
EĞER söz konusu filmle ilgili, içinde çeşitli rekorlar da barındıran bir tarihim olmasaydı bu kadar umursamazdım.

Neymiş? Savulun Battal Gazi filminde gerçek akrep değil, hamamböceklerine yapıştırılmış plastik akrepler kullanılmış! Film restore edilince “gerçek” gün yüzüne çıkmış!

Haberi görmeyenler için küçük bir hatırlatma yapmak gerekiyor sanırım bu noktada...

“Savulun Battal Gazi Geliyor”, 1973 yapımı, başrolünde Cüneyt Arkın’ın oynadığı bir film.

Battal Gazi ihtiyarladığı için “serdar” unvanını oğluna, Seyyid Battal’a devreder. İki rolde de aynı kişi oynadığı için biz bu devir teslim törenini sakallı Cüneyt Arkın’ın sakalsız Cüneyt Arkın’a kılıcı vermesi şeklinde izleriz.

O dönemde parlamenter demokrasi vesaire olmadığı için Seyyid Battal herkesin bir ok attığı yerde dört ok atarak, dev bir kütüğü havada çevirdiği kılıcıyla ipek mendil gibi keserek filan hak kazanır serdarlık makamına.

Lakin Kara Şövalye ve Azize Maria’nın Anadolu krallığı kurmak gibi bir planları vardır. Seyyid Battal köyde değilken baskın verirler, Battal Gazi’yi esir alırlar, kız kardeşine tecavüz ederler, tüm köyü kılıçtan geçirirler.

Film bu noktadan itibaren Cüneyt Arkın’ın aralarında -nereden geldilerse artık- bir Viking ve Ninja efektli bir Çinli savaşçının da (Çen-Yu) bulunduğu orduyu tepelemesi şeklinde gelişir.

İşte bu mümtaz eserin bir sahnesinde esir düşen Seyyid Battal’ı içi akrep dolu bir yere sarkıtırlar, gözlerini kör ederler. Daha sonra yine akrepten elde edilen bir ilaçla gözleri açılacak, ordunun kalanını telef edecek, arada Azize Maria’yla sevişecek, kaleyi zapt edecek, babasını kurtaracaktır.

Yazının Devamını Oku

Bükemediği bileği öptü

19 Mart 2017
BİR bilek güreşini andıran maçta dayanma gücünü yitiren, karşılık veremeyen ve neticede kaybeden taraf Galatasaray oldu.

İki takım da baskı kurmaya ve rakibin baskı girişimini de bu yolla savuşturmaya çalışarak başladı oyuna ve bu alanda başarılı olan taraf Trabzonspor’du.

Galatasaray dakikalar ilerledikçe sadece rakibi karşılamak için enerji sarf eden, hücum organizasyonu düşünecek zaman ve alan bulamayan tarafa dönüştü. Trabzonspor rakibinin iştah uyandırıcı defans yapısını ‘araya atılan toplarla’ dağıtmak için fırsat kollarken ofsayt tuzağına yakalandı bir süre. Ancak aradığı golü bir duran topla (sürpriz diyen çıkmaz herhalde!) bulunca ipleri tamamen ele geçirmiş oldu. Orta saha mücadelelerinde tükenen, ileri ucuyla bağlantısı tamamen kopan Galatasaray bir türlü oyuna tutunamadı.

Trabzonspor istim üstünde bir takım. Lig arasını belki de en iyi değerlendiren kulüp olarak mücadeleci, elindeki kadrodan maksimum fayda sağlayan bir yapıya büründü. Zor gol yiyen, fiziksel olarak güçlenmiş, maçtan kopmayan Trabzonspor ile hele ‘eski günlerine dönen’ taraftarı önünde baş etmek güç bir iş.

Maçın ikinci perdesi açılırken “Bakalım Tudor satrançtan anlıyor mu?” sorusuna da cevap aranıyordu. Oyunun kaderini değiştirecek hamleyi devrede yapamadığını gördük, fatura da 2-0 geriye düşerek geldi zaten.

CEVAP ÜRETEMEDİLER

Galatasaray iki farklı geriye düştükten sonra rahatlayan ve geriye yaslanıp topuyla tüfeğiyle gelecek rakibinin boşluklarını kollamaya başlayan Trabzonspor’un üstüne yürümeye başladı. Trabzonspor defansı artan baskıyı taktik faullerle savuşturma yoluna giderken 65’inci dakikada 10 kişi kaldı, zaman zaman epeyce zorlandı, ama neticede skoru korudu.

Tudor ve öğrencileri ilk yarıda oyunu çözememenin, karşılaştıkları probleme cevap üretememenin bedelini ödedi.

Neticede bükemediği bileği öperek evine dönmüş oldu

Yazının Devamını Oku

Şiirler, hırsızlıklar, büyük ayıplar

19 Mart 2017
SORU şu: “Şair mısra çalar mı?”

Cevabı bulacağımız anekdot ise, bu “Olur mu canım öyle şey?” dedirtecek türdeki soruyu gülümseyerek anacağımız türden.

Ahmet Oktay tarih düşmemiş ama büyük ihtimalle 1950’li yıllar, bilemediniz 1960’lı yıllar olmalı.

Ankara’da bir dönem müdavimleri arasında yazar-çizer tayfasının da bulunduğu Özen Pastanesi’nde bir grup entelektüel sohbet ediyor.

Ahmet Oktay’ın yanı sıra İlhan Berk, Necati Cumalı, Oktay Akbal ve Kenan Harun var masada.

Sohbet pastane çıkışında Çankaya’ya doğru yürürlerken de devam ediyor, birbirlerine şiirlerini okuyorlar.

Gruptaki “ağabeyler” Ahmet Oktay’a “Hadi bakalım sen de oku” diyorlar.

Genç adam güvendiği bir şiirini okuyor:

“Daha belalı değil

Yazının Devamını Oku

Kıskananlar çatlasın; pis şeyler!

16 Mart 2017
EKONOMİ eğitimi almadım, maddi konularda savruk biriyim, yatırımdan anlamam.

Ancak son 1-2 yıldır (haber kanallarında çalışan arkadaşlarım kırılmasın lütfen) “hobi olarak” neredeyse sadece ekonomi bültenlerini, Bloomberg HT’yi vesaire izlediğim için ilginç bir bilgi birikimine sahip olmaya başladım.

“FED nedir, bu yıl 3 kez faiz arttırırsa neyleriz, 4 kere arttırırsa nerelere gideriz?” öğrendim.

Adına müthiş saygı duyduğum “Baltık Kuru Yük Endeksi”yle tanıştım, müşerref oldum, bilgilerle donandım.

Elektrik Eşleşme Miktarı beni niye ilgilendirir hâlâ tam çözemesem de değişimini ilgiyle izler hale geldim.

Yazının Devamını Oku