İçeride safları sıklaştırmak için dışarıyla ipleri germenin sağlayacağı bir fayda olabilir mi?
Resmen ırkçı, kafatasçı, yabancı düşmanı, korku ve nefret taciri dengesiz bir fanatiğin kurduğu oyuna gelmek akıl kârı mı?
Sınırları sadece hakaretlerin, küçümseyici ifadelerin, gurur kırıcı demeçlerin aştığı bir ortamda mantığı ve sağduyuyu dinleyen çıkar mı?
Yaşananlar, Hollanda’nın yaptığı, diplomatik rezaletin daniskası...
Yasal hakkını kullanan protestocuların üstüne at üstünde cop çekip yürünmesi, köpeklere ısırtılması alçakça ve utanç verici uygulamalar.
Hemfikir olunmayacak noktalar değil bunlar; öfkeyle, utançla kızararak izleniyor olan biten.
Peki ne olacak?
Bu kadar yanlıştan nasıl bir doğru çıkacak?
Sadece skor manasında hızlı gelişmedi maç elbette. Mesela Rodrigues... Zaman zaman kendisini dahi sollayıp geçecek hıza ulaştı, şık çalımlarıyla, kararlı ilerleyişiyle hem pozisyon hem de heyecan yarattı. Haklı sebeplerden homurdanan, 1-1’in yakalandığı anda bile “Yönetim istifa!” çağrısı yapan az sayıdaki taraftarı maça çekti, özetle kendi açısından pek çok hayırlı hizmette bulundu. Ev sahibi Galatasaray beraberlik golünün ardından bu sezon nadiren yapabildiği ve genellikle “kısa film” kadar süren türden bir baskı mekanizmasını devreye soktu. Oyunu rakip sahaya yıktı, (çoğunlukla) soldan, sağdan, ortadan yüklendi, uzun top denedi, elinde ne varsa ortaya dökmeye çalıştı.
Bu baskının seyir zevki yarattığı anlar da oldu ama biri çıkıp “Eksik yanları daha çok ortaya çıkarttı o baskı” derse tereddütsüz katılırım.
Nedir o eksikler? Başta “iyi” bir golcü elbette... Rakibi zar zor, bin bir çabayla dağıtsa bile esas işi gol yapmak olan bir oyuncu olmayınca olmuyor.
Podolski sağ olsun; “vuran adam” olarak ilk yarı sona ererken imza şutlarından biriyle harika bir gol de attı ama bahsettiğim golcünün (bakınız Drogba) özelliklerine sahip değil. İkinci yarıya silkelenerek çıkan Gençlerbirliği benzini bitmiş Galatasaray’ı fiziksel olarak da, hız olarak da, baskı olarak da sallamaya başladı. Nitekim Chedjou’nun elle oynamasıyla bir de penaltı kazandı.
Bu dakikada “duran adam”, “sağlam duran adam” Muslera çıktı sahneye ve penaltıyı kurtardı ama Tolga Ciğerci “Aaa, bir de ben deneyeyim” diyerek, aynen bu “şuurla” bir kez daha eller oynadı.
ZEKA TESTi ŞART
Ne yapsın artık Muslera? Ne yapabilirsin bu durumda?..
Futbolcu transferlerinde fiziksel kontrolün yanı sıra ufak çaplı bir akıl, fikir, zeka testi de uygulanmalı diyeyim gerisini siz anlayın işte...
8 Mart’ta Radyo Eksen’de plak döndürdüğüm program için sadece kadın şarkıcıların seslendirdiği parçaları çalmaya karar vermiştim.
Çok sevdiğim kadın vokallerden Stevie Nicks’ten de bir şarkı seçmek istedim ve Fleetwood Mac’in “Tango in the Night” albümünde karar kıldım.
Albüm pikapta dönerken kapağına baktım ve “1987 ha? 30 yıl ha?” dedim kendi kendime...
Cuma günü ayırttığım bir albümü almak için Kadıköy’e geçtim. Arkadaşlarıma ait olan Rainbow 45’de bir yandan plakları karıştırıp bir yandan sohbet ederken fonda çok tanıdık, çok sevgili bir albümün döndüğünü fark ettim.
“Paul Butterfield di mi?” diye başlayan konuşma “İlk albüm müydü bu, ikinci mi?”, “Tabii ikinci ya!” diye devam ederken biri “Paul Butterfield ölmüştü di mi?” diye sordu.
Öldüğünden emindik ama detaylar için Sayın Google’a başvurmaya karar verildi: “1987’de ölmüş...”
Hadiselerin en azından bu hafta için 1987 ile net bir bağlantı kurma niyeti olduğunun son kanıtı D&R’ın dergi bölümünde belirdi.
Yıllardır sektirmeden takip ettiğim müzik dergisi Mojo’nun kapağında U2 ve bu yıl çıkacakları
Doğal ve haklı olarak “Çantayla gelmeyin... 1 saat önce sınav yapılacak yerde olmaya çalışın... Metal aksesuvarlı kıyafet giymeyin, sade ve rahat giyinin... Geçerli bir kimlik belgesi getirin...” ve benzeri uyarıların faydası olacaktır.
Sınava girecek genç arkadaşlarıma, kardeşlerime de şimdiden zihin açıklığı ve başarı dileklerimi yollamış olayım.
Ama bir ağabeyleri olarak YGS, daha doğrusu YGS sonrası için faydasını göreceklerini umduğum başka uyarılarım olacak.
Pratik, gerçekçi, işlerine yarayacağını umduğum uyarılar, öneriler bunlar...
Önce hasbelkader orta sahayı geçmiş olan Ahmet Çalık’tan aldığı topu canlandırdı Bruma, kaleye doğru hızlanırken Josue’yi duvar olarak kullandı ve şık bir şekilde golünü attı. Bu golden sonra Bruma’nın abartılı sevinci yüzünden haklı olarak sarı kart görmesi ve Tudor’un kulübeden tribüne yollanması Galatasaray’ın ruh hali veya gerilim düzeyi bakımından bir veri kabul edilir mi, takdir sizin?.. 0-1’lik skorla oyunu daha güvenli şekilde öne taşımak istedi ve Eren Derdiyok’un muhteşem şutuyla 0-2’yi gördü, iyice rahatladı.
İlk yarının son demlerinde skoru 0-3’e getirecek netlikte bir pozisyon daha yakaladı ama...
Ama hani “kırılma anı” diyoruz ya, işte tam ondan oldu!
Chedjou önce kendine gelen topu yanlış, özensiz, düşüncesiz ve mantıksız bir şekilde arkadaşına pas olarak yollamaya kalktı. Olmadı, o top rakibe çarpıp önüne düştü. Ama basireti bağlandığı için kaybetmişken bulduğu ikinci şansı da kaleciye değil rakibe pas olarak kullandı.
ANTALYA DEVREDE
Skor 1-2’ye gelirken hırs ve inanç grafiği yükselen, doğan umut ışığına daha hızlı koşan bir Antalyaspor da devreye girmiş oldu. İkinci yarı bu rüzgârla sahaya çıkan Antalyaspor’un baskısına sadece 8 dakika kadar dayanabildi Galatasaray ve skor 2-2’ye geldi. Kalan bölümde Galatasaray elinde avucunda hücum namına ne varsa kullanmaya çalıştı, netice alır gibi de oldu.
Bruma’nın direkten topu, bir de yine Bruma’nın kaleciyle karşı karşıya kaldığı pozisyon akla hemen gelenler...
DENGE PROBLEMİ
Bunu kamuoyunun Cübbeli Ahmet olarak tanıdığı Ahmet Mahmut Ünlü’nün takipçilerine sormak gerekebilir, çünkü tam olarak bunu yaşadılar.
Ama “takipçiler” dedim ya; asıl problem de oradan çıkmıştı zaten.
Mahmut Ünlü, takipçilerine “Niye takip etmiyorsunuz beni yutup’ta?” diye yükleniyordu:
“...Kaç takipçisi var biliyor musun o gece 2’de yemek yapanın? Yedi, yüz, bin!
Benim kaç takipçim var şeyde, yutup’ta? 100 bine zor çıktı. Ne diyim size şimdi?
Fatiha okuyacağım ama hayatınıza okuyacağım yani! Allah sizi ihya etsin yani (Amin sesleri yükseliyor). Ya biraz canlanın, kıpırdaşın ya! Millete ayet, hadis okuyoruz, tebliğ okuyoruz; para mı topluyoruz ya?”
ÜZMESENİZE HOCAYI!
Bir yemek programına hem de böyle açık bir farkla geçilmiş olmak belli ki oynatmış sinirlerini.
Artık bu tartışmaya üçüncü bir soruyu da gönül rahatlığıyla ekleyebiliriz: “Yoksa Süper Hakan mı?”
II’nci Abdülhamid’i ve devrini konu alan yeni TRT dizisi “Payitaht”ta Sultan neredeyse bir aksiyon figürüne, süper kahramana, ultra lider prototipine dönüşüyor.
“Dalavereci, sahtekâr yabancı ziyaretçiyi” masadan kalkıp savurduğu “The Osmanlı tokadıyla” kendine getiriyor.
Suikast düzenleyen kalkışmacı askerlerle çatışmaya giriyor, tabancasını çekiyor, adam vuruyor.
Saldırganı tekme atarak etkisiz elemana dönüştürüyor, fiyonklu hediye paketi yaparak kaldırıma bırakıveriyor.
Bizzat sorguya da giriyor, yaralanan güvercini de o tedavi ediyor...
Tarihi gerçeklere ve karakterlere odaklanan kurgusal yapımların dönemi ne derece doğru aktardığı hep tartışılmıştır.
Nitekim
Heybesi puan avantajıyla dolu olan rakibe ‘yaramayacak’ netice sadece yenilgiydi. Galatasaray ise kazanamadığı takdirde sadece pozisyonunu korumak veya fırsat bulursa belki ikinciliğe yükselmek hedefiyle baş başa kalacaktı. Orta sahaların kalabalık tutulduğu ve iki takımın da oyun disiplininden kopmadığı ilk yarı boyunca büyük ölçüde 30-40 metrelik alanda sürüp giden bir bilek güreşi izledik.
Galatasaray, Tudor’un disiplinle kompakt hale getirdiği kurguyla pozisyon vermeyen bir takım görüntüsü çizerken ezber bozan hızlı çıkışlar için fırsat kolladı, yakaladığı yarım pozisyonları yeterince çoğalamadığı için tamlayamadı.
Beşiktaş’ın da hemen hemen benzer bir görüntüde oynaması ‘gol ihtimalini’ anlık gelişen büyük hatalara ve büyük ölçüde de duran toplara bırakmış oldu.
HAYALLERiN SONU
Yıldızların parlayamadığı, saha içi gerilim düzeyinin ölçülemeyecek seviyede kaldığı (iyi bir şey tabii) ilk yarıda toplam 7 faul yapılması ve iki takımın da sadece birer kez ‘yalandan’ kaleyi bulmaları manzarayı özetliyordu.
İkinci yarı duran topun barajda yön değiştirmesi ve Muslera’yı yanıltmasıyla gelen golle başlayınca oyunun kartları da Beşiktaş lehine karıştırılmış ve yeniden dağıtılmış oldu.
Yeni vaziyette risk alan ve rakibin üstüne yürümeye çalışan Galatasaray, serinkanlı davranarak oyunun kontrolünden çıkmasını engelleyen rakibi bozmayı bir türlü başaramadı.
Sneijder, Bruma, Podolski gibi sürpriz veya mucize potansiyeli olan yıldızların fark yaratamadığı, etkisiz kaldığı maç tam da Beşiktaş’ın istediği şekilde gelişmeye devam etti.