Paylaş
“Hayal kapanıyormuş, öyle duydum” cümlesinin ardından kendi çevremden gelen tepkileri paylaşırsam “hadiseye verilen tepkiler” konusunda bir nevi özet çıkarmış oluruz sanırım.
“Abi, hadi ya!” diye üzülen ve/veya üzüntüsünde ısrarcı olmayanlar...
“Gençliğim eyvah!” diyerek, sırtına vurduğu nostalji yüküyle beraber konuya geriatri kavşağından dahil olanlar...
“Afrika Han’dan taşındığında kapanmış sayılırdı” girişiyle tarihsel bir perspektife sahip olduğunu vurgulayanlar...
“Beyoğlu mu kaldı abi? Orayı da nargileci, şekerci, kahveci yapsınlar rahat etsinler” çıkışmasıyla muhitin yıllardır askıda olan vefat ilanını hatırlatanlar...
“Yapma ya? Niye ki?” diye şaşırarak en az 10 yıldır kendi hayal âlemimde yaşadığını belli eden şapşikler...
“Kapı politikası küskünleri” gibi butik yaklaşımlar da vardı ama kestirmeden gidersek, tepkiler bu ana hatlar üzerine yığılıyordu işte...
KALDIRIMLARIN DİLİ YOK
Hayal Kahvesi’nin veya sık kullanıcılar arasındaki kısaltılmış haliyle Hayal’in kapanmasına elbette üzüldüm ama şaşıracak bir taraf bulamıyorum.
Konum itibariyle gerçekçi yaklaşanlarla, nostalji heybesini yoklayanların hattına yakın gezdiğimi söyleyebilirim.
1992’de Hayal kapılarını açtığında sevinen, hayranlık duyan, müdavimi olan, barında bir dirseklik alan açıp mesela Bulutsuzluk Özlemi dinleyebilmek için mücadelesi bulunanlardanım.
1990’larda başlayan “Beyoğlu Baharı”ndaki öncü rolünü gördüm, yaşadım.
İçinden Kemancı, Roxy, Godet vb geçen o şahane dönemin başlama vuruşunu yapan mekân olduğuna şahitlik ettim, ederim.
Beyoğlu’nda uygulanan sistematik yıldırma politikasını da adım adım, mekân mekân yaşadım.
Elde kalan Beyoğlu ve yeni manzara ortada zaten; kimsenin çıkmadığı, çıksa da elde kalan gidecek 3-5 adres dışında uğrayacak yer bulamadığı bir virane desek yeridir.
Hal böyleyken Hayal’in kapanmasına değil bu kadar dayanabilmesine şaşırmak, içlenmek, iyimser yanına kuvvet “Bir gün gittiğimiz bu yoldan geri döneceğiz” demekten öte bir tepki bulamıyorum ruhumu yokladığımda.
HİKÂYEMİZİ ANLATMAYA KALKSAK...
Ömrünün önemli bir bölümünü Beyoğlu’nda geçirmiş (halen de geçiren), Cadde-i Kebir ve bağlantılı/bağlantısız sokaklarında çiğnemedik kaldırım taşı bırakmamış olanlardanım.
Belki Erkin Baba’nın “Ankara” şarkısına sığınarak özetlemek mümkün olur hislerimi bu noktada:
“Kaldırımların dili yok, onlar söylemez
Biz söyleriz onları nasıl çiğnediğimizi
Sabaha karşı fırından ekmek alıp yediğimizi
İçtiğimizi, sevdiğimizi, sevildiğimizi
Aslında bir hikâyemizi anlatmaya kalksak
Zamanın beyni durur, denizler kurur
Peh, eh, eh...
En hızlı durumlara başlamadan önce birbirimize şöyle bir bakıp...”
Büyükparmakkapı Sokak’ta o günleri yaşamış olanlara barın tuvalete yakın köşesinden, basçı o küçücük sahnede gaza gelip dönünce kafayı eğerek gitar darbesinden ancak “yırtılan” noktadan selam ederim.
Söyleyeceklerim bu kadar; elveda Hayal, görüşmek üzere abi...
Paylaş