Festus Okey’i taşıyan tabut, cansız bedenin sahibini memleketi Nijerya’ya, üstüne iliştirilmiş bu notla götürüyordu...
Festus Okey, 20 Ağustos 2007’de polis tarafından uyuşturucu bulundurduğu iddiasıyla şüpheli görülerek gözaltına alındı ve Beyoğlu Polis Merkezi’ne götürüldü.Karakolun kapısını gösteren kamera kayıtlarına göre 17.47’de, sivil bir polis memuru eşliğinde karakola girdi Festus...
19 dakika sonra...
Saat 18.06’da...
Aynı kamerada ağır yaralı, hareketsiz Festus Okey’in ellerini ve ayaklarını tutan iki polis tarafından dışarı taşındığını görüyoruz.
Henüz 25 yaşındaki, gencecik Festus Okey, acilen kaldırıldığı Taksim İlkyardım Hastanesi’ne ulaştı ancak hayata tutunamadı.
Ne olmuştu Festus Okey’e?
Festus Okey
Kölelik döneminde Amerika’da bedenen ve ruhen ezilen, sömürülenlerin dilinden yükselen bu anonim blues şarkısı, bu basit türkü, dünyanın düzenini basit şekilde özetler.
2018 yılının ilk günlerinde “Çalışmayı ödüllendir, zenginliği değil” başlığıyla OXFAM tarafından yayınlanan rapor, acımasız gelir adaletsizliğini çarpıcı rakamlar eşliğinde ortaya koyuyordu.
“Dünyanın en varlıklı yüzde 1’lik kesiminin küresel servetin yüzde 82’sine sahip olduğunu, nüfusun en yoksul kesimine denk gelen 3.7 milyar kişinin ise ‘pastadan’ hiç pay alamadığını” ortaya koyuyordu mesela...
“En büyük beş moda markasının genel müdürlerinin maaşlarının sadece dört günlük toplamının Bangladeş’teki işkencehane benzeri tekstil atölyelerinde çalışan tekstil işçilerinin tamamının bir ömür boyu kazandığından fazla olduğunu” ortaya koyuyordu mesela...
Böyle bir dünyada adaletten bahsedebilir miyiz?
Fransa’da akaryakıt fiyatlarındaki artışa bir tepki olarak Mayıs 2018’de toprağa düşen, sosyal medya platformları üzerinden filizlenen “Sarı Yelekliler” hareketi 17 Kasım’dan itibaren kitlesel boyut kazandı...
Geçtiğimiz hafta sonu Hollanda ve Belçika’da da benzer eylemlerin düzenlenmesi (geçen hafta Berlin’de günlük kıyafet olarak sarı yelek giyen pek çok kişi gördüğümü de not düşeyim) “sıkıntının” sadece Macron’un başını ağrıtmayacağına bir işaret olarak yorumlandı.
Sırtlarında yükselen, alın terleriyle artan refahtan paylarına düşeni alamayan, ellerindeki avuçlarındaki eriyip giderken zenginlere ayrıcalık üstüne ayrıcalık tanındığını gören kitleler
15-24 yaş arasında yaklaşık 13 milyonluk bir nüfus var.
Bu genç nüfusun yüzde 93’ü kentlerde yaşamakta ki; 10 yıl önce bu oran yüzde 71’di.
Bu gençlerin önemli bir bölümünün gençliklerini yaşamak konusunda sıkıntı yaşadıklarını tahmin etmek için dâhi olmaya gerek yok.
Ekonomik şartlar, genel kültürel iklim vesaire malum...
Peki eğitimde manzara nasıl? “Tırnak işareti içinde” rapordan bazı tespitler paylaşalım: “Türkiye’de eğitimden erken ayrılma oranı, Avrupa ülkelerinin pek çoğunda olduğu gibi, düşüş gösteriyor. İyileşmeye karşın, Türkiye, karşılaştırmalı sonuçların bulunduğu Avrupa ülkeleri içinde eğitimden erken ayrılma oranının en yüksek olduğu ülkedir. Kadınlar ve erkekler arasındaki fark da en yüksek Türkiye’dedir; 2017’de bu oran kadınlarda % 34, erkeklerde % 31’dir.”
Niye ayrılıyor peki gençler okuldan?
En büyük neden “eğitim maliyetinin karşılanamaması”. Yani parasızlık.
“Parasız değil mi eğitim?”
Çoğu kamu spotunun aksine eli yüzü düzgün sayılacak 44 saniyelik videoda dış ses şunları söylüyordu:
“Evdeki şiddet hangi koşullar altında yaşanırsa yaşansın meşru değildir. Kadına şiddetin bir bahanesi ya da affı yoktur. Kanunlarımıza göre şiddet uygulayan kişi, alınan tedbir kararına aykırı hareket ederse doğrudan soruşturma ve yargılama yapmaksızın, ertelenmeksizin, para cezasına çevrilmeksizin zorlama hapsine alınır. Evdeki şiddet hapiste biter...”
Gayet yerinde, doğru, toplumu bilinçlendirmeye veya “kendine getirmeye” yardımcı olacak türden takdir edilecek bir uygulama.
Buraya kadar iyi geldik ama bundan sonrası hazin...
“Nedir bundan sonrası? Ne olmuş olabilir? Bu son derece yerinde mesajlara karşı çıkılmadı herhalde?” diyeceksiniz; demeyin...
Çünkü bu videonun altına gelen yüzlerce yoruma bakmak ve “Ah vicdan, ah izan, vah insanlık!” demek gerekecek önce.
Seçtiğim birkaç yorumu paylaşayım, vaziyeti görün isterim:
“Çok güzel bir video olmuş resmen beni canlandırmışlar. Tebrik ederim. Bu videoyu tasarlayan arkadaşın gelmişine geçmişine selam ederim. Devamında; sadakatsiz kadınları, ahlaksızlık ve edepsizlik abidesi kızları, insanı çıldırtan kaprisleri de yayınlamanızı temenni ederim...”
Haber 2016’nın ilk günlerinde yayınlanmıştı. Japonya’da devlet, artık bir lise öğrencisinden başka hiç yolcusu kalmayan Kyu-Shirataki tren istasyonunu öğrenci okulu bitirene kadar çalıştırma kararı vermişti.
Nitekim sözünde durdu, lise öğrencisi eğitimini tamamlayana kadar hattı açık tuttu.
Devletin vatandaşa saygısını, kamu hizmeti bilincini vb harika şekilde özetleyen bu haber, geçtiğimiz günlerde Türkiye’deki bazı sosyal medya kullanıcıları tarafından yeniden hatırlatılır oldu.
Sebep? Sayıları en azından “binlerce” ile ifade edilecek deniz otobüsü yolcularının yaşadığı şok, karşı karşıya kaldığı vaziyet.
Bir tarafta tek bir kişiye duyulan sorumluluk, bir tarafta 18 milyonluk şehrin sık kullandığı önemli bir şehir içi ulaşım enstrümanını trafik denkleminden çekip almak...
Nasıl bu noktaya gelindi?
“İstanbul denizyolu şehir taşımacılığına ‘sistematik’ olarak ancak 19’uncu yüzyılın ortalarında girebilmişti” diye başlayıp tarihin derinliklerinde kaybolmayalım.
Ama bir dönem geliri Sultan
Öncelikle “pek de sevimli olmayan” mevsim şartlarında saatlerce kuyruk beklemeyi, metrobüs durağında itilip kakılmayı, trafiği tıkadıkları gerekçesiyle yoldan geçen araçlardan gelen hakaretleri sineye çekmeyi göze alan o kalabalıktakilere selam olsun, helal olsun!
Çoğu uzun mesafeler kat ederek Beylikdüzü’ne ulaşabilen kalabalığın aslında toplum içinde yalnız sayılan bir kitle olduğunu belirterek başlayalım söze.
TÜİK araştırmaları, memlekette kitabın ihtiyaç listesinde 235’inci sırada yer aldığını ortaya koyuyor.
100 kişiden 4’ü kitap okuyor (ki bence iyimser bir yaklaşım), bir Norveçli yılda kitaba 130 dolar harcarken bizde bu rakam 25 cent vesaire...
Günde 6 saat televizyon seyrediyoruz, 3 saati sanal âleme gömüyoruz ama araştırmalara göre kitaba sadece 1 dakika ayırıyoruz.
Kitap okuma alışkanlığı toplumlar için bir nevi aynadır; dışı kaba ve sert ama içi kof insan modelinin üretiminde kullanılan hammadde sistematik cehaletle elde ediliyor neticede...
Biz TÜYAP Kongre ve Fuar Merkezi’nde bu yıl 37’inci kez düzenlenen kitap fuarına dönelim yine...
Nedir kitap fuarlarını geniş kitleler için cazip kılan özellikler/güzellikler?
Bu acı dolu satırların yazarı Mısra Öz Sel...
8 Temmuz 2018’de kamuoyunun “Çorlu Tren Kazası” olarak hatırladığı faciada hayatını kaybeden 25 kişi arasında eşi Hakan Sel ve 9 yaşındaki dünyalar güzeli oğlu Oğuz Arda Sel de vardı...
Mısra Öz Sel’in üzüntüsünün derinliğini tahmin bile edemeyiz.
Gözü gibi baktığı evladı, babasıyla Uzunköprü’de akraba ziyareti yaptıktan sonra dönüş yolundayken çerçevesi ihmaller, hatalar, yanlış uygulamalar, iş bilmezlikler, sorumsuzluklarla çizilmiş bir tür cinayete kurban gitti.
Kaza sonrasında hazırlanan çeşitli raporları okuduk, kanlı ihmal zincirini halka halka saydık...
Kaza sonrası verilen “Sorumlular mutlaka gerekli inceleme ve araştırma ve savuşturma ve geçiştirme neticesinde belirlenecektir” nutuklarına doyduk...
Sıcağı sıcağına verilen ve gündem savuşturma sanatının nadide örnekleri olan bu nutukların, demeçlerin hükmü alıştığımız/alıştırıldığımız üzere uzun boylu olmadı elbette.
Sözdür, verilir, unutulur...
Hırsızlık, taciz, kapkaç, dolandırıcılık vb suçlardan hakkında işlem yapılmış olanların bile taksi şoförlüğü yapabildiğinin konuşulduğu o günlerde tam 5 bin taksicinin sabıkası ortaya çıktı.
İstanbul’da “yasal olarak” 18 bin taksinin çalıştığını düşünürsek her 3-4 taksi şoföründen biri sabıkalı çıkmıştı ki; bu orana “Korkunç!” demek bile kesmez...
Bu noktada “Neyse ki o uygulamadan sonra taksiler çok güvenli, çok temiz, çok medeni hale geldi ve hepimiz mesut, bahtiyar yaşadık bu şehirde” demek isterdim...
Fakat öyle olmadığını bal gibi biliyoruz.
Geçtiğimiz günlerde Taylandlı bir kadının çektiği video sayesinde hem tacize uğramasını hem de dolandırılmaya çalışıldığını gördük Şişli’de...
“Olay büyüyünce” (sosyal medya marifetiyle yayıldı demek oluyor bu günümüz Türkiye’sinde) duruma el konuldu, taksici bulundu, araba bağlandı, 3 bin küsur TL ceza kesildi. Tutuklandı.
Haberde tacizci ve dolandırıcı şoförün zaten ehliyetine el konulmuş bir şahıs olduğu ortaya çıktı ki; 2013’teki uygulamanın zaferine bir bakın hele demek isterim!
Tek örnek bu olsa