İç sahadaki bildik baskısını kurmakta zorlanan, yorgunluğu her halinden belli olan sarı kırmızılı ekip, iştahlı rakibi karşısında oyuna hükmedemedi. Enerjisi yüksek Bursaspor sahanın her noktasında kora kor mücadele ederek kolay lokma olmadığını gösterdi, sağlam durdu, diş gösterdi…
Galatasaray da orta sahadaki yaratıcı oyuncu eksikliğini, ileri uçta “belalı santrfor” yoksulluğunu bir kez daha iliklerine kadar hissetti. Ne diyeceksin işte; kader değil, transfer politikası utansın…
Galatasaray ikinci yarıya çok alışık olduğumuz ‘kendisinin bile inanmadığı’ nafile ataklarla ve bir mucize arayışıyla başladı. Malumunuzdur; mucizeler kendi kendine gerçekleşmiyor… Birilerinin mucizelere inanması, risk alması, inisiyatif kullanması, sağlam karakterini ortaya koyması şarttır. Sahasında geriye düşmüşken, pek de umut ışığı vermezken mucize Belhanda’nın pasıyla, Eren’in kafa vuruşuyla gerçekleşiverdi.
Galatasaray’ın durgunluğundan/yorgunluğundan dakikalar ilerledikçe heves kotarmış olan Bursaspor, gardını bir anlığına düşürmüş olmanın bedelini kalesinde golü görerek ve uyuyan devi uyandırarak ödemiş oldu… Bu ‘izaha muhtaç’ yorgunluk ve durgunluktan 1 puan kurtarmış olmak Terim’in ekibi için tek tesellidir.
Aldırma sakın, devam Ozan
OZAN Kabak sadece Galatasaray’ın değil, memleket futbolunun da bu sezondaki en önemli kazanımlarından. Galatasaray’da dün akşam oyunun içinde kalan ve işini hakkıyla yapmaya çalışan nadir oyuncuların başında o geliyordu. Dikkati, pozisyon sezgisi, zamanlaması, eforu ‘yaşına ve tecrübesine göre’ mükemmele yakın sayılır.
Elbette daha da gelişecektir. Arkadaşının hatasına yama yapmaya çalışırken yol açtığı penaltı moralini bozsun istemem. Yolu doğru, böyle sağlam yürümeye devam etsin yeter.
Sakatlıklar kader midir?
2 Ekim’den bu yana yaşananlar roman olsa “Sürükleyici ama abartılı”, film olsa “Yok artık, bu kadar da olmaz” diyerek karşılanırdı büyük ihtimal.
İki uçak dolusu “kralın adamı” gelecek...
Gün ortasında konsoloslukta pusu/tezgâh kuracak...
“Verilmiş sözlere güvenmiş” bir adamı kıtır kıtır kesecek...
Katil(ler), temizlikçi(ler) sonra yine uçaklara doluşup memleketlerine dönecek...
Sonra?
Sonrası gizli hesaplardan örülü ağır ve kanlı bir kumaştan perdenin arkasında gelişiyor.
Hem her şeyi biliyoruz, hem hiçbir şey bilmiyoruz. Her şeyi biliyoruz derken...
3’üncü havalimanı “işinin” yüklenicisi şirketlerin kurduğu İGA’nın CEO’su Kadri Samsunlu, bir grup gazeteciye şantiyeyi gezdirirken Fatih Altaylı’ya böyle demiş...
İşçiler “Rica ederiz, önemli değil” der mi, problemler böyle çözülür mü bilemem ama işe gelişmeleri hatırlatarak başlamakta fayda var.
Binlerce işçinin çalıştığı, ihaleyi kazanan konsorsiyumun işlerin yürümesi için 200 taşeron ve 700 civarında alt şirketten hizmet aldığı dev bir şantiyeden söz ediyoruz.
İlk etabı için 29 Ekim’e söz kesilen inşaat için çok çalışmak, çok işçi çalıştırmak ve bu işçileri bir zahmet insanca çalıştırmak gerekiyordu.
CEO Samsunlu “Sorunlar varmış, birikmiş, haberim olmadı” demiş Altaylı’ya.
İlahi CEO Samsunlu... Yolu oralara hiç düşmeyen, projenin hiçbir aşamasıyla alakası olmayan, sorumluluğu bulunmayan benim bile haberim vardı işçilerin çok uzun süredir devam eden şikâyetlerinden, sizin nasıl olmaz?
Daha önce defalarca küçük çaplı protestolar yaptılar.
Vinçlerin üstüne çıktılar, iş bıraktılar, basın açıklaması yaptılar.
“İzmir’de Toplum Yararına Program (TYP) kapsamında okullarda çalıştırmak üzere alınacak geçici işçiler arasında Roman vatandaşlarının bulunmaması tepkiye neden oldu. Konak’taki Ege Mahallesi Muhtarlığı önünde buluşan Roman vatandaşlar, kendilerinin dışlandıklarını öne sürdü...”
Toplum Yararına Program (TYP) nedir, önce ona bakalım mı?
İŞKUR, web sayfasında şöyle tanıtıyor programı:
“İşsizliğin yoğun olduğu dönemlerde veya yerlerde doğrudan veya yüklenici eli ile toplum yararına bir iş ya da hizmetin gerçekleştirilmesi yoluyla özellikle istihdamında zorluk çekilen işsizlerin çalışma alışkanlık ve disiplininden uzaklaşmalarını engelleyerek işgücü piyasasına uyumlarını gerçekleştirmek ve bunlara geçici gelir desteği sağlamak amacıyla İŞKUR tarafından uygulanan programlardır...”
Hürriyet’te “Fahiş zamları KDK’ya şikâyet ettiler” başlığıyla kullanılan haberi okuduğumuzda memleketin her yerinden, her yaş grubundan bıkmış vatandaş portrelerine rastlıyoruz.
Ankara’dan bir vatandaş “Dövizi bahane edip bebek bezine yüzde 50 zam yapmışlar” derken, İzmir’den 10 yaşında bir çocuk “Okul kantinindeki tostlar çok pahalı” diyerek KDK’nın kapısına (bu durumda web sayfasına) dayanmış...
Daha geçen hafta market fiyatının 12 TL olduğunu bildiği biraya dışarıda 30 TL ödemiş biri olarak kendimi de bu listeye eklemek isterdim ama bencillik yapmanın lüzumu yok, konuya biraz daha geniş ölçekte bakmak lazım.
Nereye bakalım? Mesela Türkiye’de çalışan kesimin yüzde 40’ını oluşturan asgari ücretle hayatını devam ettirmeye çalışan yaklaşık 6 milyon kişiye...
Dün asgari ücretlilerin durumuna odaklanan iki haber vardı dikkatimi çeken.
Birinci haber/dosya BBC Türkçe’den Onur Erem’in imzasını taşıyordu ve “Avrupa’nın en düşükleri arasına giren asgari ücretin nasıl eridiğine, önümüzdeki süreçte ne kadar olması gerektiğine” odaklanıyor, cevap arıyordu.
2018 başında 353 Euro’ya denk gelen asgari ücretin aradan geçen süreçte 197 Euro’ya kadar gerilediği vurgulanırken (bugün itibariyle 225 Euro), bir dönem Polonya, Çek Cumhuriyeti veya Macaristan’ın önündeyken bugün geriye düşüldüğünü işaret ediyordu.
Tablolarla, istatistiklerle, uzman görüşleriyle, karşılaştırmalarla zenginleştirilmiş bu haberin
MAÇIN 20’nci dakikası oynanırken yayıncı kuruluşun paylaştığı istatistiğe göre topla oynama oranları şöyleydi: Galatasaray yüzde 77, Antalyaspor yüzde 23.
Bu rakama bakarak Galatasaray’ın boğucu bir baskı kurduğunu düşünenler çıkabilir maçı izlemeyenler arasında.
Ancak topla oynadığı yer, meşhur “ikinci bölge” ile “üçüncü bölge” arasında, hakkını vererek söylemek gerekirse “iki buçukuncu” bölgeydi.
Nafile bir top çevirme sistemi ile kapanan ve bekleyen Antalyaspor’un kilidini açacak anahtar arayışı seyredenleri esnetecek bir tempoda sürüp gitti.
Uzun bir süre de Rodrigues’in zayıf kalan şutu dışında bir pozisyon bulamadı, topu Sinan Gümüş’e aktaracak bir formül üretemedi.
Sarı kırmızılılar ilk yarı sona ererken nihayet biraz kıpırdadı, tehlikeli olabileceğine dair sinyal çakmaya başladı ancak katı ve disiplinli Antalya savunmasını esnetmek mümkün olmadı.
Malum dün elektriğe konutlar için yüzde 9, sanayi tesisleri için yüzde 18 oranında zam geldi. Doğalgaz da yüzde 9 oranında zamlandı ki; ajans haberleri son 3 ayda toplam yüzde 29.5’e ulaşıldığını işaret ediyor.
Ağustos ve eylül aylarında da benzer oranlarda zam geldiği düşünülürse bu “hat-trick” ortamında tasarruf işini her zamankinden fazla ciddiye almakta fayda var.
Kısabildiğimiz yerlerden kısacağız hepimiz el mecbur...
“Ekonomik şartların bir kazanımı(!)” olarak görür müsünüz bilemem ama dün sabah İstanbul trafiğinde gözle görülür bir rahatlık yaşandığını bildiriyordu Sözcü’nün web sayfası.
Toplu ulaşım araçlarında “Çin’i andırır” kuyruklar ve yığılmalar yaşanırken, şehir trafiği gayet rahat akar vaziyetteymiş. Pollyanna görse “Oh be benzine zam geldi, trafik rahatladı” derdi herhalde, o derece...
Evde tasarruf için yanan ampul avcılığı yapmak, suyu biraz daha kontrollü kullanmak, market alışverişlerinde minimum harcama/maksimum fayda esasıyla hareket etmekle bir nebze de olsa başarı sağlanabilir ki; cebinizin dışında karbon ayak izinize de iyi gelecektir.
Peki şirketler, fabrikalar, atölyeler vb ne yapacak?
Cumhuriyet gazetesinden
GEÇEN haftaki deplasman faciası sonrası ortak görüş G.Saray’ın bu yenilgiden ders çıkartacağıydı. Terim uyarıları gereken ton ve şekilde yapacak, takım kendisine çeki düzen verecek, işin ciddiyetini kavrayacak vesaire vesaire...
Lige henüz tam uyum sağlayamamış bir görüntü çizen Erzurum’la iç sahada oynayacak olmak futbolcularda bir, “Çantada keklik” havası yaratmış herhâlde, yine o karakteri ve ciddiyeti göremedik ilk 45 dakikada... İlk yarı büyük ölçüde rakibin pas hatalarından kaynaklanan ve gol üretebileceği pozisyonlar buldu, gol de çıkartabilirdi ama ciddiyetsizliği ayağına dolaşıp durdu G.Ssaray’ın. Rodrigues’in aklı ve bedeni geçen hafta kaçırdığı penaltıda kalmış gibiydi mesela.
BASKI KURAMADI
Kestirmeden gidip G.Saray’da Donk ve Badou dışında maçın önemini kavramış pek kimse olmadığını söylesek de olur herhâlde... İkinci yarıda G.Saray kaçacak balığın büyüklüğünü biraz daha idrak etmiş gibi göründüyse de uzun süre sadece göründüğüyle kaldı. Dakikalar ilerledikçe maça daha sıkı tutunan, konsantrasyonunu diri tutan, oynaması gereken oyunu daha iyi uygulayan taraf cesaretlenen Erzurumspor oldu.
İçerideki meşhur baskısını kuramayan, sadece namına ve endamına güvenen G.Saray’ı kurtaran kişi Maicon oldu. Maicon sadece 3 puanı getiren golü atmadı, kalkacak kaşları, fokurdamaya başlayacak kazanları da engellemiş oldu bir bakıma. Sedece beraberliklerden, yenilgilerden, “istenmeyen sonuçlardan”, “yol kazalarından” ders çıkartmak yetmiyor futbolda; bazen alınan bir galibiyetten de ders çıkartmak gerek... Dün geceki galibiyet de, çok ciddi bir uyarıydı silkinmek için...
SARI KART VAKASI...
HAKEM üzerinden maç analizi yapmak pek sevdiğim bir hadise değil. Niyet okuması yapacak hâlim de yok. Ancak aklıma takılan bir pozisyona dikkat çekmek isterim. Yok, Rodrigues’in 41’de gözünün önünde, ceza sahasında formasından çekildiği pozisyon değil; o zaten akşamdan sabaha tartışılır.
36. dakikada, Erzurumsporlu