Konu Finlandiya...
Finlandiya, malumunuz kendi mucizesini yaratmış bir memleket.
1970’lere kadar kaderi neredeyse Türkiye ile paralel...
İlk asfalt otoyola 1963’te kavuşabiliyor, ekonomisi kırılgan, eğitim sistemi “fırsat eşitsizliğine” dayanıyor filan...
1970’lere gelindiğinde “Madem yanlış gidiyor işler, şimdiye kadar ne yapıyorsak tam tersini yapalım” diyorlar.
Bu konuda Selçuk Şirin hocamızın 2014’te Hürriyet’te yayınlanan “Finlandiya nasıl başardı?” başlıklı yazısını okumanızı öneririm. Üşenenler için biraz alıntı yapalım...
1970’lerde devleti küçültüyorlar ve kıt kaynaklarını yeni bir eğitim sistemine aktarmaya başlıyorlar.
Bugün dünyanın
Galatasaray için sezonu aklama maçı olmasa da; çok ihtiyaç duyulan bir özgüven kotarma, Avrupa macerasına tamam veya devam deme maçıydı Club Brugge karşılaşması.
Kadro kalitesi tartışılan, form düzeyi sorgulanan ve teknik yönetim açısından zaafları tartışılan Galatasaray, bahanelerini tüketmiş bir takım. Ne savunması, ne hücum hattı tatmin ediyor taraftarını. Fakat asıl eksikliği hissedilen duygu, bu takımın genetik kodunun belirleyici ögesi olan ‘cüret’ ve ‘cesaret’.
Hal böyleyken, Club Brugge karşısında biraz sarsak ancak iyi niyetli bir başlangıç yapmayı başardılar. Bahsettiğimiz ‘cüret’ ve ‘cesaret’i taşıyan Ömer Bayram’ın bindirmesi mükemmel senaryoyu tetikledi; Adem Büyük de maksimum performans sergileyerek 10’uncu dakikada golü buldu. Sonrası, Galatasaray açısından hem bütün zaaflarını sergilediği, hem de elinden geldiğince ve gücü yettiğince maça tutunduğu bir süreç olarak gekişti. İyi futbol ve iyi plan yerine bir kez daha iyi niyete dayanan bir takım izledik. Muslera gibi bir cengâvere kuvvet ayakta kaldı desek yalan konuşmuş olmayız herhalde!
Topu tutamadı, pas haritası oluşturamadı ama en azından gerekli olan direnci bir şekilde gösterdi. İkinci yarı başlarken görece olarak daha fazla top tutan, oyunu ‘mümkün mertebe’ dikte eden bir Galatasaray vardı sahada. Fakat yine pas trafiğindeki bozukluklar, atağa niyetlenirken kaptırılan toplar ve genel anlamda ‘Allah’a emanet’ uygulanan kaos taktiği ayağına dolaşıp durdu.
YENiLEN GOL, GENEL BİR KARAKTER SORUNU
Daha çok Muslera, daha çok Lemina, daha çok Ömer Bayram ve daha çok Adem Büyük bulması gereken bir takım Galatasaray. Dün gece ‘maksat hâsıl oldu’ derken yenilen gol genel bir karakter sorunudur. Cüret ve cesaretini kaybetmiş, bahanelere sığınan bu zayıf değerli takımın nasıl toparlanması gerektiğini en başta Fatih Terim olmak üzere bütün Galatasaray camiası kendisine sormalı.
Olayı hatırlayalım önce...
2015 yılında Erzincan Üniversitesi’nden Meriç Aybar, “19. yy’da Osmanlıyı ziyaret eden yabancı yazarların eserlerinde Osmanlı halk hayatının derlenmesi” başlıklı bir doktora tezi sundu.
Tez, bir profesör ve dört yardımcı doçent tarafından incelendi, başarılı bulundu ve onaylandı.
Buraya kadar iyi, güzel, akademik âleme müjdeler olsun; cennet vatan ilim irfanla dolsun diyebileceğimiz bir hadise.
Ancak iki yıl sonra, 2017’de tezin “derin içeriği” ortaya çıkınca işler değişti.
Sadece “indeks” diyebileceğimiz, kaynak kitapların adlarını ve konuyla ilgili sayfalarının numaralarını içeren bir listeden ibaretti tez.
Tez çalışması olmak bir yana, herhalde ilkokulda ödev diye verseydik geçer not alamayacağımız türden bir şaka girişimiydi.
Tez diye fihrist sunup geçmek ileri bir örnek olsa da Türkiye’de uyduruk tezler, ancak bir dönemin Gırgır dergisinin
“Antalya’da ağaçlar çiçek açtı” başlıklı haberde armut, maltaeriği, elma, nar ve keçiboynuzu ağaçlarının kasım ayında çiçek açmasının “görenleri şaşırttığı”, hatta bazı ağaçların meyve tutmaya başladıkları belirtiliyordu.
Hava sıcaklığı ortalamasının 28 derece, deniz suyu sıcaklığının 24 derecede seyrettiği Antalya’da normalde nisan-mayıs aylarında çiçeklenecek ağaçların coşması elbette sevinçle karşılanacak bir hadise değil.
Çünkü normal değil, çünkü ters giden bir şeyler var...
Dün de İstanbul’un kasım ayı sıcaklık ortalamasının 21.7 dereceyi gördüğüne dikkat çeken bir haber vardı.
1981’den beri yapılan ölçümlere göre İstanbul’un kasım ayı ortalaması 11.7 derece...
Yani ortalamanın 10 derece üstünde seyrediyor havalar, durum da sosyal medyada ikiye bölünüp “Yaşasın yaz sevenler, kahrolsun kış sevenler” zevzekliğiyle tartışılamayacak kadar ciddi.
Meteorolojik veriler Türkiye’nin ortalama sıcaklığının son 50 yılda 1.2 derece arttığını gösteriyor. “Ne var ki canım, 1.2 derece sonuçta” değil, “Eyvah!” demek gerekiyor bu durumda; çünkü “Ay resmen iklim değişikliği ayol!” dememiz gereken noktadayız uzmanlara göre...
Meselenin sadece örneklediğimiz Antalya ve İstanbul için geçerli olmadığını, hatta sadece Türkiye’ye özgü olmadığını da âdet yerini bulsun diyerek not düşeyim...
Emevilerin, Abbasilerin, Hazarların, Peçeneklerin, Çepnilerin, Moğolların, İlhanlıların, Celayirlilerin, Karakoyunluların ve dahi Akkoyunluların da hiç mi hiç aklına gelmemiş...
Osmanlılar da düşünememiş bir güzel yayladaki bir güzel gölün suyunu boşaltıp altında define aradıktan sonra üstüne toprak örtmeyi.
Bu eşsiz başarı, bu parlak fikir, bu zehir zekâ bizim yaşadığımız devri beklemiş belirmek için...
Biri hafriyatçı, biri inşaatçı görünümlü, işadamı kartvizitli iki dâhi nihayet 2019’un kasım ayında ortaya çıkmış ve Gümüşhane’de 12 bin yıldır yerinde duran Dipsiz Göl’ün dibini görüp hazine aramaya karar vermiş.
Dilimizde “Aslında yasal olmayan, ahlaki olmayan bir işi punduna getirip, adamını bulup halletmek” işine “kitabına uydurmak” denir ya, hah işte kitabına uyduruvermişler.
Milattan önce 40’lı yıllarda oluşturulan, Kuzey Afrika’dan Kapadokya’ya, bugünkü Macaristan’dan Trabzon’a kadar çeşitli yerlerde görev yapmış meşhur 15’inci Apollinaris lejyonunun hazinesini bulmak için kepçe/dozer girivermişler göle...
Ama bu iki dâhinin hakkını yemeyelim, hırsız gibi, köstebek defineci gibi yapmamışlar bu işi.
Dedim ya kitabına uydurulmuş bir operasyonla dalmışlar 12 bin yıllık Dipsiz Göl’e...
ABD vatandaşı bir IŞİD militanı olduğunu, ülkesine gitmek istemediğini, Yunanistan veya Hollanda’yı tercih ettiğini söylemiş; yetkililer de sınır kapısından salıp “Buyur git” demiş...
Demiş de, Yunanistan “Biz istemiyoruz, ne yapalım IŞİD’li tipi buralarda” deyince herif tampon bölgede kalmış.
Bundan sonra kimse kabul etmez ise o tampon bölgede volta atarak mı yaşayacak mesela?
“Ne ile beslenecek? Kim su verecek? Statüsü ne olacak?” gibi sorulara çok net cevaplarım var ama bir gazete sütununun bu samimi cevaplarımı kaldırabileceğini düşünmüyorum!
Süleyman Soylu, ihalesi Türkiye’ye kalan IŞİD’liler ve bu iki sınır arasındaki tip ile ilgili Sözcü’den Deniz Zeyrek’e konuşmuş:
“Uluslararası hukuk, kendi ülkesine (ABD) gitmek istemeyen bu şahıslara üçüncü bir ülke seçme hakkı tanıyor. Bu terörist de Hollanda ya da Yunanistan deyip Yunanistan’ı seçti. Biz belgesini düzenleyip sınır dışı ettik. Yunanistan’ın da almama hakkı var ve almadı. Ancak bizim de geri almama hakkımız var”.
Sevgili Deniz Zeyrek, “E peki bunların sayısı artarsa?” diye sormuş haklı olarak. Cevap şöyle gelmiş:
“Artsın, biz göndermekte kararlıyız...”
Galatasaray, Şampiyonlar Ligi defterini hiç varlık gösteremediği ve yüz kızartıcı derecede farklı bir mağlubiyetle noktaladıktan sonra lige dönüş maçına çıktı. Beklendiği üzere bazı isimler kızağa çekilmiş, katkı sağlamalarına rağmen ilk 11’in gediklisi olamamış Ömer Bayram ve Adem Büyük gibi isimler formayı kapmıştı. Beklentileri çok düşürdüğü ve ‘daha kötüsü olamaz herhalde’ dedikçe daha da kötü oynayan takım, nihayet biraz kıpırdanmış veya işini ciddiye almış gözüktü ilk yarıda. En azından mücadele dozu artmış, maçın içinde kalan, en ufak baskıda tel tel dökülmeyen ve oyunu rakip sahada oynamaya çalışan bir takım seyrettik bu süreçte. Ömer Bayram ve sol kanatta bu sezon Nagatomo’nun yapamadıklarını yapan Emre Taşdemir’in gösterdikleri irade bile bir fark oluşturmaya yetti. Ömer’in attığı şık gol kadar sahaya yansıttığı yüksek enerji de dikkat çekiciydi. Ancak sürekli sahada olmayan oyuncunun bu kadar enerji sarf etmesinin bir bedeli de var. Nitekim 65’inci dakikada yerini Seri’ye bıraktı. İlk yarıda 2-0’ı yakalayarak rahatladı Galatasaray. Bu sezon oynadığı tüm maçlarda gol yiyen, ligin en çok gol yiyen 3’üncü takımı durumundaki Gaziantep ekibine iki gol atmak ne derece büyük başarıdır, elbette tartışılır. Ama hakkını yemek ve yanlış istemem Gaziantep’in. Düne kadar, ilk 10 haftada Galatasaray’ın 11 gol üretebildiği ligde 16 gol atmışlardı ve eğer dün kazanabilselerdi puan olarak da sarı kırmızılıları sollayabilecek pozisyondalardı. Zaten ikinci yarı perde açıldığında Galatasaray’ı epeyce zorladılar, gole yaklaştılar; ancak bir türlü skor farkını eritebilecek ve maça ortak olabilecek pozisyona gelemediler.
MÜCADELE DOZU ARTMIŞ BİR G.SARAY İZLEDİK
Dün akşam elde edilen galibiyetin Galatasaray açısından önemi pek çok açıdan büyüktü. Ağır yaralı, psikolojik ve fiziksel açıdan tükenme noktasındaki takım öncelikle lig yarışına bir şekilde tutunabileceğine dair sinyal verdi; bu bir. Ömer Bayram, Âdem Büyük, Emre Taşdemir ve dahi Ahmet Çalık görev verildiğinde işlerini yapabileceklerini gösterme şansı buldular; bu iki. Milli maç arasına taraftarına bir derin üzüntü daha yaşatmadan giderken zorlu bir deplasman engelini galibiyetle aşmış oldular, bu da üç. Şu şartlarda daha fazlasını beklemek de hayalcilik olurdu zaten.
“Kendini eksik hissetme...
Boşluk duygusu yaşama...
Aşırı çaresiz hissetme...
Korkma...
Baş dönmesi...
Kalp çarpıntısı...
Nefes almada zorluk yaşama...”
Oysa Cumhurbaşkanlığı Dijital Dönüşüm Ofisi’nin uyarısı