30 peso, 0.04 dolar, bizim paramızla yaklaşık 25 kuruşluk bir zam bakın nelere yol açtı?..
Protestolar metroda para vermeden, turnikelerin üzerinden atlayarak geçişlerle başladı önce.
Güvenlik güçleri sert tepki gösterdi. Protestocular “düşman” ilan edildi, yaklaşık 30 yıl sonra asker devreye girdi, sokağa çıkma yasağı ilan edildi fakat sertliğin dozunu arttırdıkça protestolara katılım da arttı.
Son olarak 18 milyonluk Şili’de 1.2 milyon kişi başkentte sokaktaydı.
Olayların ne kadar büyüyebileceğini, toplumdaki huzursuzluğun boyutlarını yanlış hesaplayan, kaba güç ve baskıyla durumu kontrol edebileceğine inanan ve hatta olaylar sürerken ailesiyle kentin “kalbur üstü” bir lokantasında “kayıntı” yapan Başkan Sebastian Pinera nihayet “uyandı”...
Halkından özür diledi, zamları geri aldı, maaşlara zam yapılacağını duyurdu, ekonomik reform sözü verdi, kabine değişikliğini işaret etti ve aralarında akrabası olan bir bakan da olmak üzere bazı isimler istifalarını sundu...
19 kişi öldükten, 1100 kişi yaralandıktan, 3 bin 200 kişi gözaltına alındıktan sonra tabii!
Bardağı sadece 30 pesoluk bir zammın taşırdığını düşünmek saflık olur; protestolar sırasında
“Taklit, tağşiş yapılmış, ilaç etken maddesi ilave edilmiş” ürünler arasında yok yok. Baldan baharata, etli üründen sütlü ürüne liste uzayıp giden türden...
“Ünlü isimlerin” tanıtımında rol aldığı bir bitkisel zayıflama çayı bile var; içinde “orada asla bulunmaması gereken” ilaç etkin maddesi bulunmuş.
Tam listeye bakınca, market raflarında bizi ne gibi tehlikeler ve iğrençlikler beklediğini görünce “Sigara yasakları tamam, daha da yasaklayın isterseniz de; bir de böyle ciddi problemimiz var halk sağlığı açısından” diyorsunuz ister istemez.
Bu gıdalar insan sağlığı için direkt zararlı maddeler içerebiliyor; ölümcül hastalıklara yol açabiliyor.
Son açıklamayla birlikte 2012’den bu yana 1238 firmaya ait 2 bin 186 ürün açıklanmış oldu bakanlık tarafından.
Bakanlık “...gıda ve gıda ile temas eden madde ve malzemelerin üretim, işleme ve dağıtımının tüm aşamalarında resmi kontrol faaliyetlerinin büyük bir titizlikle yürütüldüğüne” vurgu yapıyordu.
O denetçilere başarılar dilerim, işlerine saygım büyük, bu denetimlerin sıklıkla yürütülmesini umarım.
“Son bir yılda hileli gıda üretimi yapan firma sayısının 173’ten 618’e, hileli ürün sayısının da 282’den 1211’e yükselmesini”
Galatasaray'ın defoları belli... Mesela bunlardan biri ve ‘aşikâr bütün sorunların anası’ diyebileceğimiz defo, atak sonlandırmakla ilgili… Meşhur ‘çıkarken yapılan basit top kayıpları’, yine beylik deyişle ‘kritik pas hataları’ defo, dev bir defo! Hem ritim tutmak güçleşiyor hem de zaten kırılgan savunma yapısı gardını tam olarak toparlayamıyor, hatalar zinciri boşalıyor... Hele karşınızda Real Madrid gibi (Eksik ve formsuz olsa bile) cezayı çabucak kesecek oyunculardan kurulu bir takip varsa, işiniz haliyle daha da zorlaşıyor. Sezonun üStünde oynadı ·
Galatasaray kötü bir maç mı çıkardı peki? Cevap elbette nereden baktığınıza göre değişebilir ama sezon ortalamasının üstünde performans gösterdiği kesindi. 10’uncu dakikada başlayan ve birkaç dakika içinde ikisi çok net olmak üzere 3 kez gole yaklaşılan pozisyonlar üreten süreç mesela... İlk yarıyı neticede topa daha fazla sahip olan, rakip kadar koşan, 5 pozisyon üreten bir takım var. Taraftara “Bu kadro böyle bir şey de oynayabiliyor” dedirten bu heyecanlı dakikalar maç boyunca arada kendisini gösterdi, Galatasaray gücü oranında tehlike yarattı, gole de yaklaştı.
<script src="https://embed.dugout.com/v3.1/sporarena.js" data-dugout-video="eyJrZXkiOiIwS2h2QnFLMiIsInAiOiJzcG9yYXJlbmEiLCJwbCI6IiJ9"></script>
Andone belki yakaladığı fırsatlardan gol üretemedi ancak doğru yerlerde olması, hareketliliği, takıma savunmada da katkı sağlaması takdiri hak ediyordu. Heyecan verdi... · BunLAR iyi yönleriydi Galatasaray’ın fakat resmin Real Madrid yüzüne bakarsak, Benzema, ‘Eğer gününde olsaydı’ fark kolaylıkla artabilirdi. Daha önce de bahsettiğimiz o meşhur pas hatalarının çok büyük bölümünü pozisyona çevirdi, ancak gol üretemedi İspanya ekibi. Real Madrid’in değeri 1,2 milyar dolar, Galatasaray ise 123 milyon dolar olduğu gerçeğini biliyoruz. Ama gerçeğin yanında tarihi de biliyoruz. Mesela 6 sene önce Sneijder’lı, Drogba’lı kadrosuyla yine kendisinden katbekat değerli Real Madrid’i, sahayı rakibe dar ettiği maçta 3-2 yenmişti. Galatasaray dün tarih yazamasa da, bazı bölümlerde oynadığı oyunla heyecan verdi, gole çok yaklaştığı anlar oldu ve sonuçta boynunu çok büktürmedi taraftarının. Teselli olur mu bilmem...
'YUH' MESELESİ
Belhanda kötü oynadı, fırsat değerlendiremedi, kritik top kayıpları yaptı; buna ben de katılırım. Görevini layığıyla yerine getiremedi; buna da katılırım. Hatta ileri gidip vurdumduymazlığından, bezginliğinden, maça asılmayışından bıktığımı ve bu şartlarda hayırlı bir kısmet çıkarsa tez elden verilmesi gerektiğini de söyleyebilirim. Ama oyundan çıkarken “yuhlamak” nedir? İlla tepki mi göstereceksin? Alkışlamazsın, olur biter. “Sahadaki arkadaşlarının psikolojisini de mi düşünmüyorsun?” sorusunu, o klişeyi mi hatırlatmak gerekiyor? Yakışmadı.
İlk olarak Steve Tesich 1992’de The Nation dergisinde kullanmış bu ifadeyi ama yaygınlaşmasını tetikleyen kişi 2004’te “Gerçek Ötesi Çağı” kitabını yayınlayan Ralph Keyes.
Hakikatin önemsizleştiği, kitlelerin duygu ayarlarıyla oynamak isteyenlere kucak açtığı bu “Yalan da olsa söyle hoşuma gidiyor” çağında, Oxford Sözlüğü de 2016’da “yılın kelimesi” seçti ifadeyi.
Tam da adının hakkını verecek şekilde yalanlara, “Ben söyledim oldu, güzel de oldu” tarzı kerameti kendinden menkul analizlere kalkan da oldu neticede...
“Biliyorsunuz, post-truth çağındayız” diyerek gözlere zorlama bir kararlılık yükledikten sonra sık yalanı gitsin...
Birkaç gün önce Mirgün Cabas “Bize Yalan Söylediler” projesi kapsamında Barış Pınarı ile ilgili sosyal medyaya yüklenen ve çılgınca yayılan “yalan videoları” analiz eden 10 dakikalık bir video yüklemişti; seyretmenizi isterim bu vesileyle...
Bu devirde “yalan” denildiğinde ilk bakılacak kişi hiç şüphesiz ABD Başkanı Donald Trump oluyor.
Malumunuz, göreve geldiğinden bu yana söylediği yalanların, paylaştığı yanıltıcı bilgilerin çetelesini tutanlar var.
Mesela
Maça çıkarken ligde ikinci sırada bulunan, Galatasaray’ın iki katı (12) gol atmış olan rakip hiç yabana atılacak türden değildi. Amacım Rıza Çalımbay ve öğrencilerinin başarısına gölge düşürmek değil elbette ama… Düne kadar sadece 6 gol üretebilmiş olan ve bu 6 golün yarısını da zaten bir maçta atmış olan Galatasaray’dan fazla skor üretmiş olmak pek de büyük bir meziyet sayılmayabilir! 21. dakikada ‘ani gelişen atakta’ Andone’nin birinci sınıf vuruşuyla gelen gole kadar net pozisyonlar yakalayan ve ne yaptığı belli olan, planını doğru uygulayan taraf da Sivasspor’du. Hızlı çıkışlarla hantal Galatasaray savunmasını perişan eden Fernando Andrade ve bu yılın parlayan isimlerinden Mert Hakan Yandaş ile golü kokladıysa da Muslera’yı aşamadı Sivas.
OYUN ŞAHANE Mi, HAYIR
Ve o klasik kural devreye girdi: Atamayana atarlar!
Florin Andone önce 21. dakikada şahane bir şut ile biriken stresi dağıttı, ardından kendisine yapılan faulle kazanılan penaltıyla farkı 2’ye çıkardı. İkinci perde açılırken Isaac Cofie’nin ikinci kez sarı kart görerek takımını 10 kişi bırakması, Galatasaray’ı elbette daha da rahatlattı. Ancak malumunuz, 10 kişilik rakip önünde 2 farkla öne geçmek bile Galatasaray taraftarının rahat maç seyretmesini sağlamaya yetmiyor bu sezon. Sivasspor’un skoru 2-1’e getiren golü “Yine diken üstünde seyredeceğiz maçı” endişesini tetiklerken Babel’in golü geldi neyse ki.
Bu arada Babel’e birileri tribüne ‘trip atmanın’ pek de iyi bir fikir olmadığını bugüne kadar öğretemediyse bir an önce kendi öğrensin derim! Neticede Galatasaray kritik maçlar öncesinde önemli ve ‘şart olmuş’ 3 puanı cebine koydu.
Oyun şahane mi? Hayır. Ama bu galibiyete çok ihtiyaç vardı ve maksat hâsıl oldu…
3 PUANIN ÖRTEMEDİĞİ GERÇEKLER
MUSLERA büyük bir karakter, iyi bir kaleci… Nzonzi önemli bir kazanım, bir serinkanlılık abidesi… Andone 2 gol atarak işini yapmış olmanın rahatlığını yaşaması gereken bir golcü…
Almanya, Stuttgart’ta düzenlenen Artistik Cimnastik Dünya Şampiyonası’nda halka aletinde altın madalya kazanan 24 yaşındaki İbrahim Çolak verdiği emeği arkadaşımız Adil Demirçubuk’a bu cümleyle özetliyordu.
Bu Türkiye’nin cimnastik alanında tarihinde kazandığı ilk dünya şampiyonluğu ki; 150 yıl önce Galatasaray Mekteb-i Sultani’sine beden öğretmeni olarak gelen Mösyö Curel tanıştırmıştır sporu topraklarımıza.
1868’den bu yana, halihazırda federasyon başkanlığını yürüten Suat Çelen, Murat Canbaş, Ferhat Arıcan, Ümit Şamiloğlu gibi başarılı sporcular yetişti ülkemizde ama neticede 150 yıl beklemek gerekti işte...
Hepimiz gururlandık, konvansiyonel medyada da, sosyal medyada da haklı olarak övdük İbrahim’i.
Bu madalyaya, elde edildiği şartları göz önünde bulundurursak ancak “mucize” diyebileceğimizi de biliyoruzdur herhalde...
Niye mucize?
Çok başarılı bulduğum, bu spordan geldiği için sorunları bilen ve samimi çaba gösteren federasyon başkanı Suat Çelen, 2018’de yaptığı konuşmada son 5 yılda cimnastikle ilgilenen sporcu sayısının 66 kat artarak 1200’den 80 bine çıktığını söylüyordu.
Çok güzel, harika, müthiş, muhteşem!
Manisa Kırkağaç’ta Ankara’ya yürüyüşleri jandarma tarafından engellenen madenci temsilcileri ve sendikacılardan oluşan gruptan biri “Otobüse binin gidin, yürüyerek gitmeyin” diyen komutana böyle sesleniyordu...
Yürüyenler, 13 Mayıs 2014’teki facianın ardından Soma Holding ve Uyar Madencilik’te çalışırken tazminatları ödenmeden işlerinden kovulan 3 bin 500 işçiyi temsil ediyor.
Bugüne kadar verdikleri mücadele kâr etmedi, sesleri duyulmadı, paraları ödenmedi. İşçi temsilcileri ve Bağımsız Maden-İş yetkilileri haklarını aramak için 5 Ekim’de “gerekli izinleri de alarak” yola koyuldular ama ilerlemeleri mümkün olmuyor, olamıyor.
Yol boyunca durduruluyorlar, dertlerini barikatlara anlatmaya çalışıyorlar.
Geçtiğimiz mayıs ayında Soma’ya giderek temaslarda bulunan ve maden işçileriyle iftar programına katılan Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Fatih Dönmez’in bu gezisi bakanlığın web sayfasında şöyle duyurulmuştu:
“Madencilerle aynı masada orucunu açan Bakan Dönmez, daha sonra yaptığı konuşmada, Soma’daki maden faciasını hatırlatarak, şehit madencilerin haklarının ne yapılsa ödenemeyeceğini ifade etti...”
Bakan Dönmez “Ne yapılsa hakları ödenemez” derken herhalde şu anda yaşananları, kurulan barikatları kastetmiyordu.
Sorumluluğu Türkiye Kömür İşletmeleri’ne atan şirket yetkililerinin de TKİ’nin de kılı kıpırdamıyor işte.
Suriyeli Vail Es Suud, Kocaeli’nin Kartepe ilçesine bağlı Acısu Mahallesi’nde ailesiyle birlikte yaşıyordu.
Aslen veteriner olan, Suriye’deyken polis olarak da görev yapan babası, 4.5 yıl önce Türkiye’ye göçtüklerini, önce Ankara ve Suriye’de veterinerlik yaptığını sonra Kocaeli’ye yerleştiklerini söylüyor. Artık Maşukiye’de turist rehberliği yapıyormuş.
Vail niçin canına kıydı?
9 yaşında bir çocuğu tüketen, hayattan soğutan, vazgeçiren kötülük neydi?
Babasının sözlerine kulak verelim: “Vail, hassas, zeki, hayatı seven, sakin bir çocuktu. Yaşına göre olgundu. Her sabah kendi hazırlıklarını kendi yapar öyle okula giderdi. Çevresinde çok sevilirdi. Camiye giderdi, müezzinlik yapardı hocayla birlikte. Hata yapmaktan çok çekinirdi. (Okulda) Yer kavgası olmuş, çanta asma mevzusundan. Ancak bu kavgadan bize bahsetmedi. Olaydan sonra Türk arkadaşlarından duyduk. ‘Camiye gidiyorum’ dedi, bir daha gelmedi...”
İddialar Vail’in okulda arkadaşları ve öğretmeni tarafından psikolojik baskıya maruz kaldığı yolunda.
Milli Eğitim Bakanlığı çok üzülmüş, bir açıklama yaptı bu iddialar üzerine. Onu da okuyalım:
“Son derece başarılı bir öğrenci olan Vail El Suud’un, Türk-Fransız Kardeşlik İlkokulu’nda 2018-2019 eğitim öğretim yılında 4’üncü sınıftayken ayın öğrencisi seçildiği, okulda öğretmeni ve arkadaşları ile ilgili herhangi bir problemi olmadığı, babasının ilgili bir veli olduğu, okulla sürekli iletişim halinde olduğu anlaşılmıştır. Ayrıca rehberlik il ekibinin ilk gözlemlerinde, öğretmenleri ve arkadaşları tarafından sevilen bir öğrenci olduğu tespit edilmiştir...”