Seni Yunanca şarkılar söyleyen bir Türk kızı olarak tanıdık. Tam olarak şecereni dök bakalım ortaya...
- Babam, ’63 yılında ailesiyle birlikte ‘yavru vatan’dan Londra’ya göç etmiş. Orada babaannemlerle kendilerine yeni bir hayat kurmuşlar.
Yine bir ada bulmuşlar yani...
- Akılları memleketlerinde kaldığı için her fırsatta soluğu Kıbrıs’ta almışlar. Fakat babam 74 yılında tatil için geldiğinde hayatı tamamen değişmiş...
Bunun altından bir aşk hikâyesi çıkacak sanki... - Ah sorma neler çıkacak neler. Memleketine gelen babam, köyde akrabalarını ziyarete gittiğinde genç ve güzel bir kız görüp ona vurulmuş. “Ben bu kızla evleneceğim” demiş.
O genç ve güzel kız annen mi oluyor?
- Ta kendisi. Babam dediğini yapmış ve evlenmişler.
Şimdilerde yepyeni bir heyecanı var; CNN Türk ekranlarında yeni başlayan “Falan Filan” adlı programı... Ben de bu hafta herkesin fotoğrafını çeken adam Mehmet Turgut’u objektifimin karşısına aldım. Hişşşt, kıpırdama çekiyorum...
Aslında seninle röportaj değil, fotoroman yapmak lazım...
- (Gülüyor) Ne fotoromanı abi ya?
Çocukluktan günümüze hayatının fotoromanı...
- Biz eski usul devam etsek... Sen sorsan ben anlatsam...
Yarın öbür gün başkasıyla fotoroman yaparsan kapına dayanırım ama!- (Gülüyor) Tamam tamam söz, senden başkasıyla yapmam.
Fakat evleneceğim insan daha önce evlenmemiş olsun...
Kendi evi, düzenli geliri ve SSK’sı da mutlaka olmalı...
Başkasının çocuklarının sorumluluğunu almak da istemiyorum...
Sazanlar sakin olun!
“İzzet orta yerde aşk arıyor” diye fesatlık yapmayın! Okumuş olduğunuz cümleler yıllardır ekranlardaki izdivaç programlarında “adayların” en çok kullandığı sözlerden sadece bazıları.
Reality show’lar hayatımıza girdiğinden beri daha bunlar gibi onlarca trajikomik “demeçle” karşılaşıyoruz.
Adanın birinde kimler birbirini yiyecek diye merak içinde yaşıyoruz...
Etrafındaki ‘gürültü kirliliğinden’ benim gibi sıkılanlara, bugün sıra İstanbul sokaklarının söylemek istediklerini anlatmakta.
1. Yeni ve yeni kalan Haydarpaşa Mythos Meyhanesi... Onu yıllar sonra Sezen Aksu’nun “Yeni ve Yeni Kalanlar” klibinde görünce ilk işim eski dostun ziyaretine gitmek oldu. 110 yıllık mekânın üçüncü kuşak sahibi, dost sohbetlerini Yunan Adaları’ndan ‘ithal ettiği’ aşçıların hazırladığı Ege mezeleriyle şenlendirmeye başlamış. İstiridye sosunda piyaz, vişneli yaprak dolma ve Urla’dan gelen karideslerin tadı damağınızdan uzun süre silinmiyor. Üstüne bir de çarşambadan cumartesiye kadar popüler şarkıların da olduğu fasıl eklendiğinde mekânın tadına doyum olmuyor. Ee ne diyelim ‘selamlar olsun, çok yaşasın yaşasın yaşasın hep yenilenenler...’
2. Galata’nın müzik kutusu gibidir Zuhal... Benim gibi iyi müzik dinlemenin dışında hiçbir şey yapamayanların bile saygı duruşunda bulunurmuşçasına kapısını eskittiği bu masalsı dükkan, şimdi de Maslak’taki Uniq’in içine duvarları boydan boya müzik aletleriyle dolu yeni bir şube açmış. Bana yine tek bir şey alamayacağımı bile bile ‘müzik müzesi’ gibi bu yeni şubenin yolları düşer...
3. İstiklal Caddesi’ni terk eden ilk kitapsever dost oydu... Ardından ona uyup Robinson Crusoe da düşmüştü yollara. Neyse ki hasrete daha fazla dayanamayıp önce Robinson Salt’a demir attı, şimdi de Pandora Valikonağı’na... İsminden midir bilmiyorum ama orada kitapların hepsi sihirliymiş ve her an canlanabilirmiş gibi geliyor bana. Hele ki Nişantaşı’ndaki yeni şubenin ihtişamlı vitrini, daha ilk bakışta ‘haydi içeri gel artık’ diye insanı hayaller dünyasına çağıran binlerce karakterle dolu... Yazılı kahramanları sevenlere duyurulur.
İşte ABD’nin en ünlü oyuncu koçu Ivana Chubbuck’un oyunculuğa ve hayata dair anlattıkları...* Bugün buraya belki keşfedilirim de Hollywood’a kapağı atarım ümidiyle geldim!
- Aa harika, böyle bir istekle yanıma gelen ilk kişi sensin (gülüyor).
* Niye öyle diyorsun? Bak Brad Pitt gibi adamım...
- Brad’i çok iyi tanırım ama sana pek benzetemedim doğrusu.
* Boydan kaybediyorum değil mi?
- (Gülüyor) Evet, inan bana sadece boydan... Fakat yine de mucizeleri gözardı etmemek lazım; sen de belki bir gün Hollywood yıldızı olursun.
* Sıkıcı bir soruyla başlayacağım için öncesinde biraz saçmalamak istedim...- Neymiş o sıkıcı soru merak ettim?
Bir pazar sabahı...Telefonun o “acı çığlığı” hâlâ kulaklarımda...Nereden seçtim bu saçmasapan zil sesini?
Ekrana bakıyorum... Tanıdık bir isim... “Cevapla”ya bastığımda içimden saydırdığım küfürlere rağmen “Hayırdır canım nasılsın?” diyorum.Hattın öbür ucundaki ses sabahın körüne yakışmayacak kadar şen şakrak ve heyecanlı; “İzzet, mutlaka röportaj yapman gereken biri var. Boğaziçi Film Festivali için İstanbul’da. Hollywood’dan gelmiş.”
Röportaj lafını duyunca bir cezve dolusu Türk kahvesi içmiş gibi uyandım. Vay vay vay hem de bir Hollywood ünlüsüyle.“Dur tamam sakin ol! Kim bu gelen?” diye soruyorum.“Omar... Omar Metwally!” cevabını alır almaz gayriihtiyari “Kim?” diye tekrar sordum. Sonra da patavatsız bir şekilde “Omar Sharif’ten aşağısı beni kurtarmaz!” diye telefonu kapattım.
Tam yastığımla yarım kalan aşkıma geri dönüyordum ki içime bir kurt düştü. Aldım tableti elime, Omar Metwally yazdım. İlk birkaç seferde soyadında yaptığım hatalardan dolayı pek bir sonuca rastlamadım, fakat sonunda “kibar” arama motorunun “Bunu mu demek istemiştiniz?” sorusunun yanıtıyla istediğim bilgilere ulaştım.
Susayınca bir şeyler içerim...
Uykum gelince başımı yastığa koyar koymaz hemen uyurum...
Kolum, bacağım, sırtım falan ağrıdığında da Ertuğrul’a giderim...
Efendim fizyoterapist Ertuğrul Ural ya da nam-ı diğer ‘Fizyotek Ertuğrul’, yıllardır benim gibi birçok kişinin ‘belini doğrultmasına’ yardımcı olmuş işinin en iyilerinden...
30 yıllık tecrübesiyle bugüne kadar elinden 40 binin üstünde hastanın geçmesi de bunun en basit kanıtı olsa gerek.
Geçen hafta yine kendimi Herkül zannedip evdeki ağır bir sehpayı yerinden oynatmaya kalkınca sehpa yerine belimde bir şeyler oynayıverdi.
Acınacak haldeydim. Yatsam yatamıyorum, kalksam kalkamıyorum. “Eyvah fıtık oldum” paniğiyle aradığım doktor arkadaşım, beni Ertuğrul’a yönlendirdi. O da telefonda “Hemen gel” deyince koşa koşa olmasa da iki büklüm vaziyette en hızlı şekilde fizyoterapi merkezinin yolunu tuttum.
Yıllardır sahnelerde tespihini sallayıp adını tüm Türkiye’ye duyuran Ferman Toprak’ı pek de iyi tanımıyoruz aslında... O yüzden klasik sorumuzla başlayalım. Kimsin, kimlerdensin, nereden geldin, nereye gidersin bir anlat bakalım...- Annem Türkiye’nin en büyük aşiretlerinden biri olan Urfa Siverekli İzol aşiretinin lideri Bozan İzol’un öz torunu, Emin İzol’un da kızıdır. Babamsa Adıyaman Bezik aşiretine mensup Mehmet Nuri Toprak. Annemle, babam dayı-hala çocukları.
Akrabalar yani...
- Bizim oralarda Osmanlı zamanından kalan bir adet o. Eskiden aşiretler güçlensin diye yabancıdan kız alıp verilmezmiş. Düğünler hep kendi aralarında olurmuş. Ben de bu iki aşiretin meyvesiyim işte.
Böyle güçlü iki aşiretin meyvesi olmak senin sırtına kim bilir neler yüklemiştir.
- Her şeyden önce bu yaptığım meslek çok ters geldi onlara. “Ben sanatçı olacağım” dediğimde hepsi birden “Biz aşiretiz. Sanatçılar düğünlerimizde gelip bizi eğlendirir. Ne yani şimdi bizim oğlumuz mu milleti eğlendirecek?” dediler.
Ailenin senin için kurduğu hayaller neydi peki?
- Babamın tek hayali benim ve kardeşlerimin okumasıydı. Kız kardeşim Çukurova iktisat, erkek kardeşim işletmeden mezun oldu. Küçük kardeşimiz Berzan ise Adana’nın en başarılı avukatlarından biri çok şükür.