Paylaş
Yıllardır sahnelerde tespihini sallayıp adını tüm Türkiye’ye duyuran Ferman Toprak’ı pek de iyi tanımıyoruz aslında... O yüzden klasik sorumuzla başlayalım. Kimsin, kimlerdensin, nereden geldin, nereye gidersin bir anlat bakalım...
- Annem Türkiye’nin en büyük aşiretlerinden biri olan Urfa Siverekli İzol aşiretinin lideri Bozan İzol’un öz torunu, Emin İzol’un da kızıdır. Babamsa Adıyaman Bezik aşiretine mensup Mehmet Nuri Toprak. Annemle, babam dayı-hala çocukları.
Akrabalar yani...
- Bizim oralarda Osmanlı zamanından kalan bir adet o. Eskiden aşiretler güçlensin diye yabancıdan kız alıp verilmezmiş. Düğünler hep kendi aralarında olurmuş. Ben de bu iki aşiretin meyvesiyim işte.
Böyle güçlü iki aşiretin meyvesi olmak senin sırtına kim bilir neler yüklemiştir.
- Her şeyden önce bu yaptığım meslek çok ters geldi onlara. “Ben sanatçı olacağım” dediğimde hepsi birden “Biz aşiretiz. Sanatçılar düğünlerimizde gelip bizi eğlendirir. Ne yani şimdi bizim oğlumuz mu milleti eğlendirecek?” dediler.
Ailenin senin için kurduğu hayaller neydi peki?
- Babamın tek hayali benim ve kardeşlerimin okumasıydı. Kız kardeşim Çukurova iktisat, erkek kardeşim işletmeden mezun oldu. Küçük kardeşimiz Berzan ise Adana’nın en başarılı avukatlarından biri çok şükür.
Sen arada mı kaynadın?
- (Gülüyor) Ben de Ankara Dil Tarih Coğrafya Sümeroloji Bölümü’nü kazandım fakat ilk seneden terkim.
Sümerolojiye özel bir merakın mı vardı?
- Girdiğim bölümden çok babamı memnun etmem önemliydi. Peder Hacettepe mezunu, haliyle dört evladı da okusun istedi. Bir de o dönemlerde Güneydoğu’da aşiretlerin feodal yapısı yüzünden yörede yaşanan kan davalarından uzak durmamız için hepimizi Adana’ya yerleştirmişti.
Asıl amacı sizi kan davasından uzak tutmaktı yani...
- Annem de, babam da çocuklarına çok düşkün olduğu için o ortamlarda kalıp psikolojimizin bozulmasını istemediler.
ANAM 13’ÜNDE GELİN OLMUŞ 20’SİNDE 4 ÇOCUK ANNESİ
Ailen kendi çektiği acıları çekmeyin diye sizi kaçırmak istemiş değil mi?
- Aynen öyle. 77 yılında toprak paylaşımı yüzünden köyde büyük bir kan davası başladı. Anneannem, dedem ve üç dayım annemgilin gözü önünde öldürüldü.
Sen hatırlıyor musun yaşananları?
- Yok, o zamanlar daha 3-4 yaşındayım. Annem Kadir Gecesi namaz kılarken tüm olan bitene şahit oluyor. 13 yaşında evlendirilmiş, 20 yaşında 4 çocuk sahibi olmuş, 3 kardeşini, anne ve babasını aynı gün kan davasından dolayı kaybetmiş bir kadın benim anam.
Bu travmayı yaşayan kadın bir taraftan da çocuk gelin...
- Düşünsene İzzet hayatın bunca ızdırabını o yaşta sırtlanmanın ne demek olduğunu! Bugün hâlâ hayatta olan koca bir çınardır o benim için. Allah hiç kimsenin anasını başından eksik etmesin.
Sen hiç böyle bir çatışmaya tanık olmadın değil mi?
- Maalesef ben de tam ortasında kaldım. 6 yaşındayken annem ve kardeşlerimle Adana’ya gitmek için Urfa garına gelmiştik. Arabanın arkasında oturuyoruz, önde de şoför var. Tam kapıları açıp inmek üzereyken, kalaşnikoflarla çapraz ateşe tutulduk.
İnsan ne yapar öyle bir anda düşünemiyorum bile!
- Hiç unutmam annem bizi kollarının arasına aldı ve Ayetel Kürsi’yi okumaya başladı. Anamın duaları bize sıkılan 167 kalaşnikof mermisine karşı kalkan oldu inanabiliyor musun? Onun için ben evden çıkarken de, arabaya binerken de, sahne öncesi de hep Ayetel Kürsi okurum. Yahu düşünsene 167 tane mermi arabaya giriyor, bir tanesi bile bize isabet etmeden koltuğa saplanıyor! Anlatırken film gibi de, Allah kimseye böyle bir olay yaşatmasın! Ama nur içinde yatsın, şoförümüz rahmetli oldu.
O yaşta bir çocuk böylesine bir travmanın altından nasıl kalkar?
- O gün yaşadıklarımızın psikolojik baskısı yüzünden 12 yaşıma kadar kekeme oldum. İlkokulda rakamları öğrendiğimiz zaman ben “Bibibibibibibibi bir” diyene kadar arkadaşlarım 100’e geliyordu.
Peki ya annenin durumu?
- Annem senelerce evde üç dayımın, anneannnemin ve dedemin resimlerine bakıp ağladı. Bir dönem neredeyse bizi bile unuttu. Tabii belli bir zaman sonra “Ben ne yapıyorum? Benim dört tane evladım var. Gidenin artık dönüşü olmuyor” diyerek silkelendi ve hep dimdik yanımızda durdu.
KANIN KANLA TEMİZLENMEYECEĞİNİ HERKES ÖĞRENDİ
Bitti mi kan davanız?
- Çok şükür ki bitti de sonunda o feodal yapının mensupları olarak kanın kanla temizlenmeyeceğinin farkına varabildik.
Bunları yaşamış biri olarak, kan davalarını konu alan dizileri seyredebiliyor musun?
- Seyrediyorum ama olayın iç yüzünü yaşamadıkları için bazılarında konuyu çok yanlış işliyorlar.
Asıl senin bir senaryo yazman gerek...
- Dedemgil hayat hikayesini yazmış zaten. Şu an için çok erken ama ileride bunu bir film olarak hayata geçirmek isterim. Sonuçta dizi ve filmlerde bazı rollerim oldu ama benim asıl mesleğim ses sanatçılığı. Oyunculuk konusunda da kendimi geliştirip bu yönde iyi yerlere gelmek istiyorum.
KEKEMELİKTEN ŞARKI SÖYLEYEREK KURTULDUM
12 yaşına kadar kekeme olduğunu söyledin. Peki nasıl oldu da sonunda dilin açıldı?
- Şarkı söyleyerek kekemelikten kurtuldum diyebilirim. Benim için en büyük terapi müzikti.
Kendini arabeskçi olarak mı tanımlıyorsun?
- Hayır ben arabeskçi değilim, popüler müzik sanatçısıyım.
Ama çok güzel arabesk okuyorsun...
- Evet çok güzel okurum, ayıptır söylemesi...
Arabeskin “acı tınıları” hayatın sana kodladığını düşünüyor musun?
- Muhakkak öyledir. Bir acıların çocuğu hesabı var işin içinde. Üstelik gerçek acıların çocuğuyum ben...
Okuyup büyük adam olmanı bekleyen ailen, şarkıcı olmana nasıl izin verdi?
- Babam işitme kaybı üzerine Adana’daki en büyük tıbbi malzeme satan şirketlerden birinin sahibi... Ben daha lisedeyken onun yanında odyometristlik yapıyordum. Gördüğün gibi artık mesleği değiştirdim, şarkı söyleyerek işitme kaybıyla değil, kazancıyla uğraşıyorum (gülüyor).
İyi de nasıl bu tarafa transfer oldun?
- Babamın işyerine gidip geldiğim günlerde dayanamadım, pat diye “Baba ben sanatçı olacağım” deyiverdim. “Oğlum biz aşiretiz, bizden sanatçı çıkmaz” diye cevap verdi. “O zaman bana ayrı bir işyeri aç çünkü ben senin yanında çalışmam” diye resti çektim. Adamcağız ne yaptı etti, kendi şirketinin karşısındaki iş hanında bana da bir tıbbi malzeme firması açtı. Fakat beni bir görsen, her şeyi nasıl yokuşa sürüyorum... Yok odalarda şöyle klima olsun, yok masalar bilmem ne ağacından olacak falan filan, bin dereden su getiriyorum. O da sanatçı olmayayım diye her isteğime “Tamam oğlum” dedi. Fakat bunların hiçbiri içimde kopan fırtınayı dindiremedi.
BABAMIN AÇTIĞI DÜKKANI GİZLİCE STÜDYO YAPTIM
Yoksa gizli gizli sahneye falan mı çıkıyordun?
- Yok abi daha ne sahnesi... Babamın bana açtığı işyerinin bir odasına mikser, mikrofon, hoparlör koyup orayı stüdyoya çevirdim. Akşam hanın kapanışından sonra sazlarla sabaha kadar kayıt yapıp, kasetleri de tek tek Unkapanı’ndaki yapımcılara gönderiyordum.
Ee foyan çıkmadı mı meydana?
- Çıkmaz olur mu? Bir gün hanın yöneticisi babamı arayıp “Beyefendi biz size burayı tıbbi malzeme satacaksınız diye kiraya verdik, sabaha kadar müzik sesleri geliyor” demiş.
Eyvah! Peder bey ne yaptı bunu duyunca?
- Ne yapsın, beni apar topar üniversiteye gönderdi. Daha 17-18 yaşındayım. Nasıl bir cesaretse üniversiteye başladıktan altı ay sonra tası tarağı toplayıp Unkapanı’nın yolunu tuttum.
Vay be ne cesaret...
- Sorma ağa, sonuçta iki aşiretin yükümlülüğünü taşıyordum üzerimde. Yaptığım her yanlış hareketi Ferman Toprak olarak değil de İzol ve Toprak aşiretlerinin bir mensubu olarak yapmış oluyorum. Ama müzik aşkı da beni öyle fena iteliyordu ki duramadım ne yapayım...
EVİMDE KALORİFER BİLE YOKTU AMA HER AKŞAM ŞAMPANYA AÇTIRIYORDUM
Cebinde hayallerinle Unkapanı’na geldin. Ya sonra?
- Burhan Çaçan ile görüşüp kasetimi çıkarmak üzere el sıkıştık.
Ama evdekilerin hâlâ haberi yok değil mi?
- Baktık iş ciddiye bindi, onlara konuyu açmaya karar verdim. Bir gün Burhan Abi “İyi günler ben Burhan Çaçan” diye bizim evi aradı. Annem de biri işletiyor zannedip “Ben de Semra Özal, buyurun” diye cevap vermiş. Neyse bunlar sonra ciddi ciddi konuştular. Bizimkiler baktı ki olacak gibi değil, “Tamam çıkart bu albümü de, içindeki heves gitsin. Sen de rahat et, biz de rahat edelim. Sonra da gel şirketlerin başına geç, zeki adamsın. Bizim senin gibi evlada ihtiyacımız var” dediler.
Oh sonunda albüm için vize çıktı!
- Anam babam sağ olsun, benim kaset için üç daire parası harcadılar.
Ama yapımcı, ertesi gün gelip albüm tutmadı dedi. Oysa video kanalında ne bir klip dönüyor, ne de bir reklamı yapılıyordu. Yahu millet Ferman Toprak’ı rüyasında görüp de mi gidip albümünü alacaktı? (Gülüyor)
Bir üç daire parası da reklama mı harcadın?
- Beşiktaş’ta bir ev tuttum. Görsen anahtara bile gerek yok, kapısına tekme atıp giriyordun içeriye. Bir yandan da babamdan para almaya devam ediyorum. Yok fotoğraf çekimiydi, yok kayıt masrafıydı diye sürekli bir şeyler uyduruyordum.
Hem ailenden devamlı para geliyor hem de kapısı tekmelenince açılan bir dairede oturuyorsun. Bu ne yaman çelişki Ferman?
- Çünkü dedim ki kendime, madem bu işte hüsrana uğradım, ben de albümsüz, reklamsız, klipsiz İstanbul’un orta yerine ismimi yazdıracağım. Azmimi de hep doğru yolda kullandım. Hiçbir zaman yalakalık yapmadan dimdik durdum.
Babamın yolladığı paralarla da Etiler’de gece kulüplerine gitmeye başladım. Bir görsen en iyi müşteriyim, şampanya üzerine şampanya açtırıyorum. Mekanların çalışanları “Ne iş yapıyorsunuz abi” diye yanıma geliyordu, “Sanatçıyım” deyince tepkileri “Allah Allah senin gibi şarkıcıyı ilk defa görüyoruz” oluyordu. Böyle böyle ismimi İstanbul gece hayatında duyurmaya başladım.
Oturacak doğru dürüst evin yok ama her gece şampanya patlatıyorsun öyle mi?
- Sorma, evde kalorifer bile yoktu. Bir keresinde soğuktan zatürre oldum, hastaneye biraz daha geç gitseydim ölecektim. Tabi annemgil sorduğunda dört oda, bir salon saray yavrusunda oturduğumu söylüyordum.
Uçurduğun bu yalanın balonu nasıl patladı?
- Bir gün annem çat kapı İstanbul’a geldi. Evin halini görünce “Sen burada mı yaşıyorsun” deyip oracıkta bayıldı. Sonra hanımağa kalktı, bana kombili 3+1 ev tuttu. Ben de zatürreden dolayı üşümekten o kadar korkmuşum ki, bir gün kombiyi sonuna kadar açtım.
Oğlum buhar olacaksın...
- Buhar olmadım ama resmen yandım... Adana’dan gelmişiz, sıcak memleket, bizim oralarda kombi ne arasın...
Ev sahibini arayıp “Yanıyor burası nasıl söndüreceğim” diye sordum. Adam da ne sandıysa koştura koştura geldi, “Deli misin kardeşim kombiyi 130’a getirmişsin, çabuk kıs bunu” dedi.
AYNI UZUN HAVAYI BİR GECEDE 13 KERE OKUDUM
Peki İstanbul’da seni sahneye ilk kim çıkardı?
- Sen çıkardın ya hatırlamıyor musun? (Kahkahalar)
Yapma Ferman benim yaşım tutmaz...
- Düzenli sahne programına başlamamı soruyorsan, ufak bir kulüpte çalışmaya başladım. Sahneye bir çıkıyorum, içeride 3-5 kişi var. Orkestrayı falan memleketten gelen paradan ödüyorum. Fakat o günden beri uyguladığım bir kuralım vardır. Bir tane müşteri bile beni dinlemeye geldiyse ben çıkar programımı yaparım.
İyi hoş da hep 3-5 kişiye mi söyledin, ne zaman doldu bu mekanlar?
- Dur daha ona var... Bir gün dükkanı arayıp rezervasyon nasıl diye sordum. 13 kişi demesinler mi? Allahhhhhh. İlk defa orkestrayı cebimden ödemeyeceğim için sevinçten havalara uçtum. Çıktım sahneye, 13 erkek oturuyor. Yüzlerinde en ufak bir tebessüm bile yok. İçimden “Ulan bu adamlar nasıl eğlenmeye gelmişler” diyorum ama müşteri müşteridir. Tam o sırada bir şampanya patlamasınlar mı? “Oohh” dedim “Çıktı sazların parası”... Yanlarına gidip “Bir isteğiniz var mı?” diye sordum.
Başka masa olmadığı için rahat rahat özel ilgi gösteriyorsun tabii...
- (Gülüyor) “Maraş’tan bir haber geldi dediler ki Melik ölmüş” uzun havasını istediler benden. Tabii deyip okumaya başladım. Baktım uzun hava daha bitmeden ikinci şampanya geldi. “Başka bir istediğiniz var mı” diye tekrar sordum, yine “Maraş’tan bir haber geldi dediler ki Melik ölmüş” demesinler mi? Her söylediğimde de bir şampanya daha açıyorlar. Biz böyle böyle 13 kere aynı uzun havayı okuduk.
Onlar dinlemekten sıkılmadı da sen söylemekten bıkmadın mı?
- Abi ilk defa para kazanacağız, elimiz mahkum ne yapalım. Fakat baktım 14’üncü defa yine isteyecekler “Abiler kusura bakmayın cep telefonu olan var mı aranızda” diye sordum. “Var” cevabını alınca “Abi bir arayın, belki Melik ölmemiştir. Biz bu kadar boşuna ağıt yakıyoruzdur” dedim. Ufak bir tebessüm edip bir şampanya daha patlattılar ve “O zaman içinden gelen şarkıyı söyle” dediler.
Ne okudun peki?
- “Bu da benden size gelsin” dedim “Maraş’tan bir haber geldi dediler ki Melik ölmüş”ü okudum. (Kahkahalar)
Ve bu azimle İstanbul gece hayatının vazgeçilmez ismi oldun.
- Olduk abi çok şükür.
VARLIK İÇİNDE YETİŞTİM AMA ASLA KİBİRLİ OLMADIM
Nedir bu işin sırrı? Niye dışarıya çıkan pek çok kişi geceyi Ferman Toprak’ta noktalıyor?
- Kesinlikle ailemden aldığım terbiyenin bunda çok etkisi var. Varlık içinde yetiştim ama asla ukala, kibirli, yüksek egolu biri olmadım. Büyüklere saygı, küçüklere sevgide hiç kusur etmedim. Benim müşterim değil, dostlarım vardır. Ferman Toprak’ı bir kere dinleyen de, bin kere dinleyen de dostumdur.
Baban ne diyor şimdi geldiğin yere?
- Valla babam hâlâ meşhur olduğumun farkında değil. “Ferman Toprak senin oğlun mu?” diyenlere “Allah Allah bizimki o kadar ünlü mü oldu?” diye cevap veriyormuş. 2008’deki albüm lansmanıma geldi, gazeteciler ona “Bir şeyler söylemek ister misiniz?” diye sorunca ne cevap verse beğenirsin; “Oğlumuzu okul okusun diye gönderdik ama bizimki okumadı”... Ben de bunun üzerine “Baba senin istediğin gibi üniversiteye gitseydim, dört yıl okuyacaktım. Bak
şimdi her gün okuyorum. Doktoramı bile yaptım” diye espriyi patlattım.
“Şapkasız çıkmam abi” misali sen de tespihsiz çıkmıyorsun bir yere bakıyorum...
- Aa çıkmam tabii... Lansmanımda dört bin tane tespih dağıttım.
Aşiretiz, zenginiz diyorsun...
- Yok abi altın ya da gümüş değil, plastik tespih dağıtıp ucuza getirdik. Ama geniş aşiret olmanın şöyle bir faydasını gördük. Hep beraber oturup boncukları ipe dizdiler ve sağ olsunlar lansmana yetiştirdiler.
Geçenlerde de biri gelmiş “Abi verdiğin tespih koptu” dedi. Eee ben ne yapayım koptuysa şimdi. Allah’tan “Onun Arabası Var”ı söylemedik. Yoksa lansmanda herkese birer araba vermek zorunda kalırdık, yanmıştık vallahi. (Kahkahalar)
NUR YERLİTAŞ YILLARDIR MÜDAVİMİMDİR
Dinlemekten bıkmadığın biri var mı?
- Her zaman söylüyorum benim idolüm İbrahim Tatlıses’tir. Biz 20 yıldır İbrahim Tatlıses’in şarkılarıyla ekmek yiyoruz. Onun şarkıları, sesi, sahnesi tartışılmaz.
Seni en çok dinlemeye gelen ünlüler kim?
- O kadar çok gelen var ki, gelmeyenleri saysam daha kolay olur. Her gelen de “Ne güzel ortammış, biz böyle bilmiyorduk” diyor. Nur Yerlitaş senelerdir müdavimimdir. Sağ olsun Aziz Yıldırım da gelir, “dayı” derim kendisine...
Niye Fenerbahçeli misin?
- Yoo, Galatasaraylıyım. Dayım şarkılarımı seviyor, tuttuğum takımla ilgilenmiyor. Süreyya Yalçın da senelerdir beni yalnız bırakmayan dostlarımdandır. Bir kere benden “Diyarbakır Güzel Dağlar”ı istedi, halay çekmeye başlayınca mekanın işletmecisi gelip “Aa inanmıyorum Süreyya Yalçın halay çekiyor” dedi. Kız zaten Diyarbakırlı ulan manyak, Vegas’ta mı doğmuş, anası Teksaslı mı! Tabii ki Diyarbakır şarkısı isteyecek.
Valla senden her şey beklenir, Van Damme’ı bile oynatan adamsın?
- Yıllar önce İstanbul’a geldiğinde “Türk müziği dinlemek istiyorum” demiş. Yanındakiler de alıp bana getirdiler. “Mavi Mavi”yi söylerken Van Damme kalkıp göbek atmaya başladı.
Sıkılmadın mı “Tespih”i söylemekten artık?
- Valla ben sıkıldım ama insanlar sıkılmadı. Halbuki yeni albümüm hazır. Bir öncekinin büyüsü bitsin de çıkarayım diye bekliyorum ama çok şükür 2,5 yıldır o büyünün bittiği yok.
BU HAYATI KALDIRACAK KADINDA MANGAL GİBİ YÜREK OLMASI LAZIM;
Hiçbir zaman özel hayatınla gündeme gelmiyorsun.
- Asla gelmedim ve gelmeyeceğim.
Seni alacak kızın da işi zor...
- Ee biz sanatçıların hayatını kaldırmak kolay değil. Buna “evet” diyecek kadında da mangal gibi yürek olması lazım.
Uzaktan bakıldığında ürkütücü bir havan var.
- Onların hepsi önyargı. Kin tutmayı, intikamı hiç sevmem. Daha sahneme bir kere bile gelmeyen insanlar “Her gün orada kavga varmış” diye dedikodu çıkarıyorlar. En az olay çıkan, belki de hiç çıkmayan kulüp benimkidir. O dedikodular da başarımızın nazarı olsun artık...
Daha çok kimler geliyor sana; ağır abiler mi, sosyete mi?
- Tesettürlüsünden jet sosyetesine herkes geliyor çok şükür. “Tespih”i söylemeye başladığımda durumuna göre kimi pırlanta tespih çıkarıyor kimisi de plastik...
“KURŞUN ADRES SORMAZ Kİ” DİYE POP ŞARKISI MI OLUR
Senin yaptığın müziğe burun kıvıranlar çok...
- Eskiden daha fazlaydı, “Niye böyle sakalların var, neden bu şarkıları söylüyorsun?” diyorlardı. Abicim ben böyleyim, iş yapamazsam alır ceketimi giderim. Şu an İstanbul’da belli aralıkla arabesk geceleri düzenleniyor. Arkadaş biz 20 yıldır hip-hop mı okuyorduk, R&B mi okuyorduk? Fakat ilk başta kimse cesaret edemedi arabesk okumaya. Ben insanların içindeki o baskın duyguyu dışarıya çıkardım. Zaten bu memleketin damarında, DNA’sında var arabesk. Serdar’ın (Ortaç), Kenan’ın (Doğulu) şarkılarına bir baksana “Kurşun Adres Sormaz ki” sözleriyle pop olur mu Allah aşkına? Bunlar da tamamen arabesk.
Yeri geldiğinde sen de pop okuyorsun.
- Pop da okurum, Türk sanat müziği de... Sahne zaten bambaşka bir olay. “You Can’t Touch This”, “Unchain My Heart” bile okuyorum. Zaten eskiden rap’çiydim, heavy metal’cilere karşı asitçi takılırdık.
Kafa mı buluyorsun benimle?
- Yok abi doğru söylüyorum. Bon Jovi düşmanımızdı, ben MC Hammer’cıydım. Sam Brown falan da dinlerdim.
Benim öyle bir kıro tarafım da var diyorsun yani...
- (Gülüyor) Tabii bana göre kıro onlar oluyor. Onlara göre de ben. Artık bundan sonrasına dinleyici karar versin.
Paylaş