İsmet Berkan

Davutoğlu, dikensiz gül bahçesi devralmadı

29 Ağustos 2014
ADALET ve Kalkınma Partisi ile bu ‘dava’nın yürütücü bireyleri söz konusu olduğunda, bir göz önünde yaşananlar, yani ‘görünenler’ var, bir de ‘görünmeyenler’.

Görünenleri herkes gördü zaten. Partinin 1425 delegesi Ahmet Davutoğlu’nu genel başkan adayı gösterdi. Başka kimse aday olmadı. Bu delegelerden 47’si sabah saat onda attıkları imzaya rağmen oy verme işlemine katılmadı, 1388’i oy verdi, 6 geçersiz oy çıktı, 1382 delege Ahmet Davutoğlu’na oy verdi.
Görünene bakınca, kavgasız gürültüsüz bir iktidar devri gerçekleşti; parti Recep Tayyip Erdoğan’ın işaret ettiği adaya disiplinle oy verdi.
Ama Davutoğlu, bir AK Parti geleneği haline gelen ‘platformda teşekkür turu’nu atarken delege sıraları neredeyse boştu; teşekkür konuşması yaptığında salon büyük ölçüde boşalmıştı bile. (Tayyip Erdoğan’ın son kongresinde seçildikten sonra attığı platform turuna ve teşekkür konuşması sırasında salondaki mevcuda bir bakın, ne demek istediğimi anlayacaksınız.)
Davutoğlu’nun genel başkanlığını devraldığı partinin büyük ölçüde Recep Tayyip Erdoğan ‘kült’ü üzerinde durduğunu, önceki gün salondaki bunaltıcı sıcağı, oylamanın sonucunun daha oylama yapılmadan belli olmasını vs hesaba kattığınızda belki salonun boşalmasını ‘normal’ sayabilirsiniz. Öte yandan Ahmet Davutoğlu’nun Erdoğan’la yarışacak seviyede olmasa da ‘lider’ olabilmesi için zamana ihtiyaç duyulduğunu da kabul etmeliyiz.
Ama yine de, göründüğü kadarıyla bile Davutoğlu bir ‘dikensiz gül bahçesi’ bulmadı; genel başkanı olduğu parti henüz ‘onun partisi’ değil.
Bir de ‘görünmeyenler’ var. Kongre salonu Tayyip Erdoğan’ın veda konuşmasından sonra büyük ölçüde boşaldı; çünkü arada film gösterimi vardı, yabancı konukların tanıtımı vardı vs. Ama sıra Ahmet Davutoğlu’nun konuşmasına gelirken art arda ve defalarca yapılan ‘Arkadaşlar az sonra genel başkan adayımız konuşacak lütfen salona dönün’ anonslarını salon dışında dinleyip bıyık altından gülen AK Parti ileri gelenlerini de gördüm; ‘Patrondan sonra başkasını dinlemeye ne gerek var’ diyenini de; Davutoğlu konuşurken ‘Dur rakamlarla madde madde sayıyor, daha harflerle de sayacak’ diyerek açık açık alay edenini de.
Davutoğlu’nun en fazla zorlanacağı alanın, partiye hâkim olmak ve partiyi çalıştırmak konusu olacağını şimdiden söyleyebiliriz. Parti, her tartışmalı durumda dönüp Çankaya’ya, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a bakacaktır ve onun hakemliği, hatta karar vericiliğini arayan birileri olacaktır. Erdoğan bu noktada genel başkana rağmen partiye müdahale edecek midir, önümüzdeki dönemin kritik sorularından biri bu.

Yazının Devamını Oku

Restorasyon listeleriyle başlamak

28 Ağustos 2014
ANKARA yazın en sıcak günlerinden birini yaşıyor. Adalet ve Kalkınma Partisi’nin kongresinin yapıldığı Arena daha da sıcak, klimalar kalabalığa da, dışarının sıcağına da yetişmiyor.

Önce Recep Tayyip Erdoğan partisine veda etti. Duygu dolu ve geçmişi hatırlatan bir konuşmaydı Erdoğan’ınki. Salonun tersine ben Erdoğan’ın konuşmasından çok Ahmet Davutoğlu’nun konuşmasını bekliyordum. Erdoğan, konuşmasında gelecekle ilgili yeni anayasa ve paralel devletle mücadele dışında fazla mesaj vermedi, vermesini de beklemiyordum ama Davutoğlu ister istemez gelecekten söz edecekti. Nitekim Davutoğlu yanıltmadı, gelecek dönemde yapacaklarını ‘restorasyon’ adıyla maddeler halinde sıraladı.

Demokratikleşme, hukuk devletini ayağa kaldırma, özgürlükleri güvence altına alma, devlet-millet ayrılığını sona erdirip devleti hizmetkâr yapma, ekonomide ikinci büyük sıçramayı gerçekleştirme, dış politikayı ele alma gibi temel başlıkları sıraladı. Ve elbette ‘paralel yapı’ ile mücadeleyi sürdürme sözü...

Davutoğlu, bugün akşam saatlerinde hükümeti kurmakla görevlendirilecek ve büyük ihtimalle dün yaptığı konuşma, pazartesi günü Meclis’te okunması beklenen hükümet programının da çatısını oluşturacak.

Bekleyelim, bu vaatlerin nasıl ve ne şekilde hayata geçeceğini görelim.

Yazının Devamını Oku

Davutoğlu’nun büyük sınavı: Ekonomiyi dönüştürmek...

27 Ağustos 2014
AHMET Davutoğlu, bugün Adalet ve Kalkınma Partisi kongresinde genel başkanlığa seçilecek.

Büyük olasılıkla yarın öğlenden sonra da hükümeti kurmakla görevlendirilecek; yani başbakan olacak.
Daha önce başbakan ve iktidar partisinin genel başkanı olarak, Haziran 2015’teki seçimi de kazanması halinde Davutoğlu’nun önünde 2019’a kadar iktidar olma şansı bulunduğunu, bu dönemde yapılması gereken işlerin ise üç temel başlık altında toplandığını yazdım.
Bu başlıklardan birincisi, genel bir ‘demokratikleşme’ konusuydu, onu geçen hafta cuma günü bu köşede detaylandırmaya çalıştım. İkinci başlık ise ekonomik dönüşüm. Bugün biraz onu konuşalım istiyorum.
Türk ekonomisi, uzun yıllardır milli gelirin yüzde 7’sinden az olmayan miktarlarda cari açık vererek büyüyor. Yani, kendi paramız, kendi tasarruflarımız bize yetmediği için başkasının parasını kullanıyoruz; dünyanın başka yerlerinde oluşmuş tasarruf fazlasını ülkemize çekerek büyümemizi finanse ediyoruz.
Bu durumun sürdürülemez olduğu aşikâr. Yarın öbür gün dışarıda o tasarruf fazlası oluşmazsa veya başkaları paralarını bize vermekten cayarsa ekonominin sıkıntıya gireceği ortada.
Bu kırılganlığı yıllardır biliyoruz ve kendimizce çareler üretmeye çalışıyoruz ama başarılı olamadığımız belli. O yüzden bugün hükümet kurmaya çalışan Davutoğlu’na, ‘Aman mevcut ekonomi yönetimini değiştirip güvensizlik yaratma, yoksa dışarıdan para gelmez ve krize gireriz’ deniyor, o da ilk iş olarak gidip Ali Babacan’ı görevine devam etmesi için iknaya çalışıyor.
Türkiye’de ekonomi gerçek anlamda yapısal bir dönüşüm geçirmedikçe, ülkemizin bu kırılganlığı devam edecek. Bu durumu en iyi bilenlerden ve yıllardır çare önerenlerden biri, zaten Ali Babacan’ın kendisi.

Yazının Devamını Oku

Kafadan aşağı bir kova buz dökmek...Eğlence sanıyorsunuz ama...

23 Ağustos 2014
ASLINDA size yapılan meydan okumaya ya bir yere 100 dolar bağışlamak ya da kafanızdan aşağıya bir kova buz dökmekle cevap vermeniz yeni bir şey değil.

Üstelik bunun başlangıcının korkunç bir nörolojik hastalık olan ALS ile ilgisi de yok.
Önce bazı Amerikalı profesyonel sporcular bu modayı başlatıyor, sonra 2012 yılında 29 yaşındaki beyzbol oyuncusu Pete Frates’e ALS teşhisi konunca, ALS derneği bazı medya kuruluşlarının da desteğiyle bu buz kovası meselesini ALS için bağış kampanyasına çeviriyor.
Dünyada bu yazın başından itibaren hızla yayıldı. Sanırım Facebook’un kurucusu Zuckerberg ile Microsoft’un kurucusu Bill Gates’in bu meydan okumaya katılması dünya çapında etki yarattı. Türkiye’de inanılmaz bir hızla yaygınlaştı; 11 yaşındaki oğlum bile kafasından aşağıya bir kova buz dökmek için benden izin istedi.
Fakat korkarım Türkiye söz konusu olduğunda bir magazin hadisesiyle karşı karşıyayız. Sanki bu bir eğlenceymiş gibi yapılıyor, canı çeken canının çektiğine meydan okuyor, görüntüler paylaşılıyor vs. Dün Mehmet Yılmaz köşesinde yazana kadar ALS için nereye bağış yapılacağına dair tek bir cümle bile görmedim. (Türkiye’deki ALS MHN Derneği’ne bağış yapmak isteyenler, TR 320001001672113 640835001 İBAN numaralı hesaba yapabilirler.)
Oysa ALS hiç de şakası yapılacak, eğlenilecek bir hastalık değil. ALS (Amyotrophic lateral sclerosis) hastalığının bir başka adı ‘Lou Gehrig Hastalığı’. 1903 doğumlu ve çok önemli bir bezybol oyuncusu olan Gehrig 1938 sonunda, yani 35 yaşında bu hastalığa yakalanıyor ve 1941’de ölüyor. O yüzden hastalık onun adıyla anılıyor ama bugün dünyadaki en ünlü ALS hastası Britanyalı fizikçi Prof. Stephen Hawking. Türkiye’de ise Koç Holding hissedarı ve başkan yardımcısı Suna Kıraç var. (Zamanında Mao da bu hastalıktan öldü.)
Türkiye’deki kafadan aşağı bir kova su dökme ‘yarışması’ sayesinde ALS derneği kaç para toplayabildi, bilmiyorum ama Amerika şeffaf bir ülke olduğu için rakam belli. Bu ülkedeki ALS derneği geçen yıl aynı dönemde sadece 22 bin dolar yardım toplayabilmişken kampanya sayesinde 13.5 milyon dolara çıkmış bağışlar. (Umarım Türkiye’de de para bağışı yapılıyordur.)
Rakam sormak da, söylemek de ayıp elbette ama Türkiye’de sadece ‘Suna ve İnan Kıraç Vakfı’nın (SVİKV) ALS araştırmaları ve bu hastalığa bir çare bulunması amacıyla yaptığı katkı, sanırım Amerika’da onca oyuncu, şarkıcı, sporcu ve politikacının yaptığı katkıdan katbekat fazladır. Üstelik sadece parasal anlamda fazlalıktan da söz etmiyorum; bence SVİKV’nin bu hastalığa çare bulunması amacıyla İstanbul’daki Boğaziçi Üniversitesi bünyesinde kurulan Nörodejenerasyon Araştırma Laboratuvarı çok ama çok anlamlı bir katkı.

Yazının Devamını Oku

Demokratikleşme: Huninin ağzına geldik, sıkıştık

22 Ağustos 2014
PARTİSİNİN Ahmet Davutoğlu’ndan esas beklentisi Haziran 2015’te yapılacak seçime kadar ülkeyi yönetmesi değil; bu seçimden de güçlü bir iktidarla çıkması.

Eğer bu olursa, Türkiye 2019 yılına kadar seçimsiz ve kesintisiz biçimde AK Parti tarafından yönetilecek demektir.
Siyasetçilerin ‘Ha bire seçim yapılıyor’ diyerek sürekli şikâyet ettiği başka demokratik ülke var mıdır, bilmiyorum ama görüyorsunuz, 2019 yılına kadar bu bahane de kullanılamayacak.
Çarşamba günü bu köşede çıkan ‘girizgâh’ta yazmaya çalıştım; Türkiye güllük gülistanlık bir ülke değil, çözülmeyi bekleyen çok sayıda önemli sorunumuz var. Ve bu sorunlarımız da aslında zincirleme biçimde birbirine bağlı; birini çözümsüz bırakmak diğerlerini de kötü etkiliyor; bir veya birkaçını çözüm yoluna sokmak diğer sorunların çözümünü kolaylaştırıyor.
Tersten anlatmaya çalışayım: Ülkemizde vatandaşlarımızın daha müreffeh ve daha mutlu insanlar olmalarını sağlamak istiyoruz. Bunu ekonomik kalkınmayla sağlayabiliriz. Ekonomik kalkınmayı başarmak için daha iyi eğitimli olmamız birinci şartsa, ikinci şart daha özgür olmamız, üçüncü şart hepimizin hukuk güvenliğine sahip olmamız.
Yani daha zengin ve daha mutlu olacaksak, daha iyi eğitimli, insan haklarına eksiksiz riayet eden, daha demokratik ve işleyen bir hukuk devleti sistemiyle bunu yapabiliriz ancak.
Türkiye sorunlarının çözümünü erteleye erteleye, çözümlere bir ucundan başlayıp sonra bunları yarım bıraka bıraka bugün geldiği noktaya ulaştı. Geldiğimiz noktayı, bir şişenin boynunda veya huninin ağzında yaşanan sıkışmaya benzetebiliriz.
Çünkü bizi şişenin boynuna veya huninin ağzına sıkıştıran tek şey ekonomi değil, 30 yıldır silahlı ve kanlı biçimde devam eden ‘Kürt sorunu’ da bizi, demokratikleşmenin ertelenemeyeceği, geciktirilemeyeceği bir noktaya yaslamış durumda.

Yazının Devamını Oku

Davutoğlu’nu bekleyen 3 temel mesele...

20 Ağustos 2014
SANKİ ortalık güllük gülistanlık, tek derdimiz seçimi hangi ismin kazanacağıydı.

Gerçek sorunlarımızı konuşmadığımız böyle bir seçim dönemi geçirdik maalesef.
Şimdi, seri halindeki seçimlerin üçüncüsüne gidiyoruz ama bu sefer biraz vaktimiz var; on ay kısa bir zaman değil.
İktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi, liderini Çankaya Köşkü’ne yolladı, önümüzdeki hafta kendisine yeni bir genel başkan seçecek. Bu yeni genel başkanın (ve dolayısıyla başbakanın) Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu olacağı yönünde bir ‘uzlaşma’ var.
Davutoğlu veya bir başkası, kim başbakan olursa olsun, kısa dönemde milletvekili genel seçimini kazanmak, orta ve uzun dönemde ise Türkiye’nin önündeki sorunlar yumağını çözmek zorunda. Aslında, bu sorunları çözmek veya çözüm yoluna sokmakla seçim kazanmak da birbiriyle ilgili şeyler.
Davutoğlu iktidara geldiğinde bir ‘enkaz’ devralmıyor kuşkusuz ama epey bir zamandan beri donuklaşmış önemli meselelerle yüz yüze gelecek ve bunlardan kaçınamayacak.
Ben bu meseleleri üç temel başlık altında topluyorum; dileyen daha fazla başlık da açabilir.
Gelin bugün o başlıkları konuşmaya başlayalım; önümüzdeki günlerde daha detaylandırırız.


Yazının Devamını Oku

İran, sahiden ‘kılcal damarlarımıza kadar’ sızmış olabilir mi?

16 Ağustos 2014
İSTANBUL polisi, 2010 yılında bir ihbar üzerine Nurettin Şirin adlı birini soruşturmaya başlıyor.

Şirin, ‘Selam-Tevhid: Kudüs Ordusu’ adlı bir örgüt davası nedeniyle hapis yatmış, ‘Selam’ adıyla dergi çıkaran bir İslamcı.
Onu takibe başlayan polisin soruşturması genişledikçe genişliyor, son olarak 251 kişi bu dosya kapsamında ‘şüpheli’ sıfatıyla soruşturuluyordu; bu insanların telefonla konuştuğu 3 bine varan sayıda insanın telefon konuşmaları kayda alınmış. Kaydedilen kişiler arasında Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarı Hakan Fidan da var.
Sonra 17 ve 25 Aralık operasyonları oldu. Bu operasyonlara hükümet sert tepki gösterdi; İstanbul polisi ve İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı hallaç pamuğu gibi atıldı.
Derken İstanbul’un ‘yeni’ polisi, 2010’dan beri açık olan ‘Selam-Tevhid’ soruşturmasıyla ilgili 1200 sayfalık bir fezleke yazdı; bu fezlekeye dayanan savcılık da dosyayı ‘Kovuşturmaya yer yoktur’ kararıyla kapattı.
Biz, ‘eski’ İstanbul polisinin ‘Selam-Tevhid’ dosyasının ayrıntılarını bilmiyoruz; bildiğimiz tek şey, ‘yeni’ polisin bu dosyayla ilgili yazdıkları.
Bazıları, ‘yeni’ İstanbul polisinin bu fezlekesinin çok önemli bir soruşturmayı örtbas ettiğini öne sürüyor. Bu iddiayı defalarca dile getirenlerden biri, uzun yıllar İstanbul Emniyeti’nde son derece kritik görevler yapmış olan, son olarak Hakkâri Emniyet Müdürü’yken 17 Aralık operasyonuna cevaben hükümet ‘paralel örgüt tasfiyesi’ adı altında polis atamalarına başlayınca meslekten istifa eden Tufan Ergüder.Ergüder, 22 Temmuz günü İstanbul’da görev yapmış aoperasyon başlayınca, hemen o akşam Bugün TV’ye çıktı ve önemli açıklamalar yaptı. O sırada polislere yönelik operasyonla ‘Selam-Tevhid’ dosyası arasında ilişkiyi bilen pek kimse yoktu ama Tufan Ergüder bu ilişkiyi kurdu.
Bakın o gün neler dedi Tufan Ergüder, mecburiyetten kısaltarak aktarıyorum:

Yazının Devamını Oku

Altı adımda İran ajanı olmanın garantili yolu

15 Ağustos 2014
KAÇ kişi hatırlar, 90’lı yıllarda bir grup matematikçi ‘Küçük Dünya Fenomeni’ adını verdikleri bir oyun icat etmişti.

Kim bilir neden, kendilerine Amerikalı film oyuncusu Kevin Bacon’ı seçmişlerdi ve dünyada yaşayan herhangi bir kişinin Bacon’a en çok 6 el sıkışma mesafesinde olduğunu kanıtlıyorlardı.
Örneğin ben film yönetmeni Sinan Çetin’i tanıyorum. Sinan Çetin, Amerikalı oyuncu Faye Dunaway’i tanır. Faye Dunaway de Kevin Bacon’ı. Gördünüz, üç adımda ulaştım bile. Kendiniz için deneyin, altı adımı aşamayacaksınız.
Sadece Kevin Bacon da değil. İsterseniz Dalai Lama’yı deneyin. Yine en çok altı adımda ulaşacaksınız. (Ben iki adımda ulaştım.)
Facebook çağına girdiğimizden beri bu oyun o kadar da zevkli değil. Bu sosyal paylaşım ağı (ve başta Twitter olmak üzere diğerleri de) insanlar arasındaki mesafeyi anbean hesaplıyor zaten. Birisiyle FB’de arkadaş mı oldunuz, onun arkadaş listesiyle sizin listenize bakıyor ve ikinize de üçüncü kişiler öneriyor hemen.
Bütün sosyal paylaşım/etkileşim ağlarının ve çoğumuza gündelik hayatı çekilmez hale getiren CRM denen pazarlama uygulamalarının hepsinin temelinde 90’lı yıllarda Paul Erdös’ün etrafında toplanan bir grup matematikçinin geliştirdiği algoritmalar var. Matematikçilerin her zaman faydalı işler yaptığını söyleyemeyiz yani.
Peki bu hikâyeyi neden anlattım? Çok basit bir sebeple: Hâlâ Selam-Tevhid örgütüyle ilgili polis tarafından yazılan fezlekeden söz etmek istiyorum, o yüzden.
Nasıl oyunda merkeze Kevin Bacon’ı koyup onun el sıkıştığı insanlardan ve el sıkıştıklarının el sıkıştıklarından hareketle bütün dünyayı kapsama alanına alıyorsanız, Selam-Tevhid’de de, Nurettin Şirin adlı birini merkeze koyan polis, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a ve Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarı Hakan Fidan’a kadar ulaşmış durumda.

Yazının Devamını Oku