Paylaş
Kim bilir neden, kendilerine Amerikalı film oyuncusu Kevin Bacon’ı seçmişlerdi ve dünyada yaşayan herhangi bir kişinin Bacon’a en çok 6 el sıkışma mesafesinde olduğunu kanıtlıyorlardı.
Örneğin ben film yönetmeni Sinan Çetin’i tanıyorum. Sinan Çetin, Amerikalı oyuncu Faye Dunaway’i tanır. Faye Dunaway de Kevin Bacon’ı. Gördünüz, üç adımda ulaştım bile. Kendiniz için deneyin, altı adımı aşamayacaksınız.
Sadece Kevin Bacon da değil. İsterseniz Dalai Lama’yı deneyin. Yine en çok altı adımda ulaşacaksınız. (Ben iki adımda ulaştım.)
Facebook çağına girdiğimizden beri bu oyun o kadar da zevkli değil. Bu sosyal paylaşım ağı (ve başta Twitter olmak üzere diğerleri de) insanlar arasındaki mesafeyi anbean hesaplıyor zaten. Birisiyle FB’de arkadaş mı oldunuz, onun arkadaş listesiyle sizin listenize bakıyor ve ikinize de üçüncü kişiler öneriyor hemen.
Bütün sosyal paylaşım/etkileşim ağlarının ve çoğumuza gündelik hayatı çekilmez hale getiren CRM denen pazarlama uygulamalarının hepsinin temelinde 90’lı yıllarda Paul Erdös’ün etrafında toplanan bir grup matematikçinin geliştirdiği algoritmalar var. Matematikçilerin her zaman faydalı işler yaptığını söyleyemeyiz yani.
Peki bu hikâyeyi neden anlattım? Çok basit bir sebeple: Hâlâ Selam-Tevhid örgütüyle ilgili polis tarafından yazılan fezlekeden söz etmek istiyorum, o yüzden.
Nasıl oyunda merkeze Kevin Bacon’ı koyup onun el sıkıştığı insanlardan ve el sıkıştıklarının el sıkıştıklarından hareketle bütün dünyayı kapsama alanına alıyorsanız, Selam-Tevhid’de de, Nurettin Şirin adlı birini merkeze koyan polis, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a ve Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarı Hakan Fidan’a kadar ulaşmış durumda.
Ama bu sefer bir fark var: Yapılan eğlenceli bir oyun değil; yapılan dehşetengiz suçlamalar içeren ve insanları belirsiz süreler hapiste tutacak bir ciddi soruşturma.
Okuyucuları bu noktada uyarmam gerek: Burada yazdıklarım tamamen Selam-Tevhid dosyasının kapanmasını sağlayan polis fezlekesine dayanıyor ve eğer o fezleke gerçekte var olan ve vahim olduğu söylenen bu örgütün üstünü örtmek için yazıldıysa, zaten sözün bittiği yerdeyiz.
Ama yok o fezleke 4 yıla yakın devam eden bu soruşturmayla ilgili gerçeği ifade ediyorsa o zaman Türkiye’de polisliğin dibe vurduğunu görmeliyiz.
Fehim Taştekin mi İran ajanı?
Radikal’de yıllarca beraber çalıştığım, bugün Hürriyet’te imzasını gördüğünüz gazeteci arkadaşım Fehim Taştekin, Selam-Tevhid çerçevesinde yine sudan bir sebeple telefonu izlenen birisiyle konuşuyor. Hop Fehim’in telefonları da dinlemeye alınıyor. Bu da yetmiyor, o kişiyle bir kafede buluşmak için sözleşen Fehim için fiziki takip kararı da çıkıyor.
Polisin fezlekesini okuduğunuzda, en başta soruşturmaya dahil edilen iki kişi hariç neredeyse herkesin bu iki kişiyle telefonda konuştuğu için soruşturulur hale geldiğini görüyorsunuz. Biri biriyle konuşuyor, sonra diğeri başkalarıyla ve çember genişliyor.
Numan Kurtulmuş’un danışmanı bir başkasıyla konuştu diye izlenmeye başlanıyor. Sonra bazı gazeteciler iş istemek veya haber sormak için danışmanı arayınca onlar da izlenmeye başlanıyor.
Adalet Bakanlığı Danışmanı Adnan Boynukara aynı şekilde izleniyor. SETA yöneticilerinden Yılmaz Ensaroğlu sudan bir sebeple izleniyor. Sonra onu arayıp BDP’nin anayasa raporunu alabilmek için aracılık isteyen HumanRightsWatch yöneticisi İngiliz kadın izlemeye alınıyor, Ensaroğlu’nun telefon edip partilerinin anayasa raporunu istediği BDP Genel Başkan Özel Kalemi izlenmeye başlanıyor.
Peki suç var mı konuşmalarda ve ilişkilerde? Polis fezlekesinde bu gözükmüyor.
Savcıların soruşturması süreyle kısıtlanmalı
DAHA önce de yazdım, Cumhuriyet Başsavcıları ucu açık soruşturmalar açamamalı, daha doğrusu soruşturmaların sonu için bir süre kısıtı olmalı.
Bakın, Selam-Tevhid dosyası 4 yıla yakın zaman açık kalmış. Soruşturulan insan sayısı 251’i bulmuş. Bu 251 kişinin yıllar içinde yaptıkları her görüşme kayda alınmış, pek çoğu fiziken de takip edilmiş, neredeyse tamamının elektronik postaları okunmuş. Ve dört yılın sonunda elde var sıfır.
Oysa savcılar açtıkları soruşturmayı 3 ayda bir neticeye bağlamak zorunda olsalar; üç ayın sonunda henüz elde yeterli delil yoksa veya suç gelişiyorsa, Başsavcılık makamında bir komisyon dosyayı tarafsız gözle inceleyip soruşturmaya ek süre verip vermemeye karar alsa ve bu her üç ayda bir tekrarlansa daha iyi olmaz mı?
İçinde suç olmayan bu soruşturma için 4 yıl boyunca harcanan para ve insan emeğine, bu içi boş soruşturmaya yöneldiği için başka alanlarda polisin verdiği açıklara vs yazık değil mi?
Ve en önemlisi, vatandaşın özel hayatına yazık değil mi?
Paylaş