Küresel iklim değişikliği bütün hızıyla geliyor; şimdiden hayatımızı, evet Türkiye’deyken bile hayatımızı etkiliyor, bundan 30 yıl sonra bugün yaptığımız tartışmalar komik kalacak.
Küresel iklim değişikliğinin temel sebebi, atmosfere saldığımız fazladan karbondioksit. Bu gaz, dünyamız atmosferinde bir çeşit sera etkisi yaratıyor, dünyamızın ısısının azalmasını engelliyor.
Öyle olunca da her yıl bir öncekinden daha sıcak olmaya başlıyor. En tehlikelisi okyanus sularının ısınması ve okyanus akıntılarının bu sıcaklık artışından ötürü yön değiştirmesi veya duraksaması.
ŞİDDETLİ EL NINO
Mevcut Anayasa’daki arızalı kuvvetler ayrılığını düzeltmek için bize bir şey söylüyor mu?” diye sormuştum.
CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu nezaket gösterip aradı, “Elbette söylüyoruz, kapsamlı bir hazırlık yürütüyoruz” dedi. Ardından da parti adına yeni anayasa hazırlıklarını koordine eden Genel Başkan Yardımcısı Bülent Tezcan bir bilgi notuyla CHP tarafından hazırlanmakta olan, haftaya yapılacak bir dar çalıştayla son hali verilip yazım aşamasına geçilecek olan anayasa hazırlıklarını anlattı.
Tezcan’a göre, CHP yeni anayasa arayışını Türkiye açısından ‘öncelikli’ değil ama ‘önemli’ bir sorun alanı olarak görüyor.
‘PATRONLU REJİM’
Sabah sıcak evlerinden çıkıp işlerinin başına gitmeye uğraşan o 11 can neden şu an aramızda değil?
Kanla, ölümle siyaset yapmanın, başkalarının hayatları üzerinden siyasi bilek güreşi sürdürmenin bir sonu yok mu? Veya o son nasıl ve ne zaman gelecek?
Bugün başımızda olan bu terör belasında, evet elbette teröristin, örgütün karanlık kalbinin rolü ortada ama bizi yöneten siyasi aklın beceri seviyesinin hiç mi rolü yok?
BİR YIL ÖNCEYİ HATIRLAYIN
İnsanın özgür iradesi gerçekten var mıdır, yoksa bu bir inanç mıdır?
Bu soruyu soran, cevap arayan, cevabı olduğunu düşünüp iddialı çıkarımlarda bulunan, soruyu sorup sonra usulca etrafında dolaşan belki yüzlerce kitap ve binlerce makale var.
Konuyu tartışanlar arasında Noam Chomsky de var; Immanuel Kant da.
Varsayıma göre, bizler özgür irade sahibi bireyleriz ve kendi seçimlerimizi kendi bilincimizle yaparız.
Başbakan Binali Yıldırım, dün partisinin grup toplantısında bu sıcak yazın içeriğini de söyledi.
Adalet ve Kalkınma Partisi, başkanlık sistemini veya partili cumhurbaşkanlığını getirecek bir Anayasa değişikliğini Meclis gündemine getirecek. Başbakan dün bunu ilan etti.
Ve eğer bu değişiklik referandum için gereken 330 oyu alamazsa da ülke yeniden milletvekili genel seçimine gidecek. Başbakan bunu da ilan etti.
Bu köşeyi okuyanlar hatırlayacak: Geçen haftalarda bu senaryoyu ‘Gerçekleşmesi en olası senaryo’ olarak yazmıştım.
PKK, geçen yıl temmuzda başlattığı ‘şehir savaşları’nda ağır bir yenilgiye uğradı. Ama PKK’nın bu savaşta yenilmesi, Türkiye’nin kazanması anlamına gelmiyor.
Türkiye, evet bu şehir ‘muharebesi’ni kazandı ama ‘savaş’ı kazanmak için daha çok şey yapmalı.
Yapılması gerekenleri tek tek sıralamak anlamsız, kültürel, sosyal ve ekonomik haklardan tutun da, en temel hak olan barınma ve güven içinde yaşama hakkının savaş yaşanan şehirlerde yeniden tesisine kadar pek çok şey var ‘barışı kazanmak’ için yapılması gereken.
Onun yarattığı bilim heyecanını ve Türkiye’deki bilimcilere verdiği ilhamı dün bu köşede anlatmaya çalıştım.
Prof. Sancar, Türkiye’de çeşitli akademik kurumlardan çok sayıda onursal ödül de aldı bu geride kalan 15-20 günlük süre içinde. Ona ödül veren kurumlardan biri de Türk Bilim Tarihi Kurumu idi.
Türkiye’nin yetiştirdiği çok sayıda uluslararası çapta ve önemde bilimci var; bunlardan biri de, bilim tarihçisi Prof. Dr. Ekmeleddin İhsanoğlu. Tabii, bütün ülke onu CHP ve MHP’nin ortak cumhurbaşkanı adayı olduğunda tanıdı ama Prof. İhsanoğlu bir siyasetçi olmazdan önce gerçekten çok önemli bir bilim tarihçisi.
BİLİMDE NEDEN GERİ KALDIK?
Bu yıl Nobel Kimya Ödülü’nü kazanan Prof. Dr. Aziz Sancar, Konya’dan İzmir’e, Ankara’dan İstanbul’a çok sayıda şehrimize ve üniversitemize gitti son 16-17 günde, bazen günde 6 tane olmak üzere tam sayısını kendisinin de hatırlamadığı kadar çok konferans ve seminer verdi; yine sayısını hatırlamadığı kadar çok resmi yemeğe, galaya katıldı.
Arada Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Genelkurmay Başkanı ve çok sayıda rektörle görüştü; Nobel madalyasını Anıtkabir’e bıraktı. Liselere gitti, üniversitelere gitti, kimi yerlerde kendi deyişiyle ‘stand-up’ konuşmalar yaptı, dinleyicileri kâh güldürdü kâh heyecanlandırdı; kimi yerlerde ise tamamen bilimsel seminerler verdi.
Ben bile şu süre içinde Aziz Sancar’la iki ayrı yemekte aynı masada oturdum, kısa da olsa sohbetler ettim. Cumhuriyet gazetesinden meslektaşım Orhan Bursalı, ki Aziz Sancar’ın hayat hikâyesini kitap olarak yazdı ve kitabı şimdiden ilk baskısını tüketti bile, Aziz Sancar’la yemek ve konferanslarda birlikte olma konusunda rekoru elinde tutuyor olmalı.
Aziz Sancar, Türkiye’de bulunduğu süre içinde 20’den fazla konferans ve seminer verdi. Bu konuşmaların hepsinin sonunda soru-cevap periyotları da oldu. Mesela önceki gün Koç Üniversitesi’ndeydi, dün de Sabancı’da. Her iki konuşmada da ‘stand-up’ değil, ciddi bilimsel konuşmalardı ve Sancar’ın uğraştığı dar alanın dışındakilerin bunu anlaması kolay değildi. Sabancı’daki konuşmayı bilmiyorum, orada bulunamadım ama Aziz Sancar’ın Koç’taki konuşmadan sonra gelen sorulardan çok memnun olduğunu biliyorum.